Hume ve İngiliz Ahlak Felsefesinin Kant Üzerindeki Etkisi

19.04.2019
Hume ve İngiliz Ahlak Felsefesinin Kant Üzerindeki Etkisi

Hume’un felsefede kullandığı nedensellik eleştirisi, Kant’’ı derinden etkilemiştir. Kant
‘’Saf Aklın Eleştirisi’’ eserinde ‘’emek’’ten bahsederek Hume’in temelini attığı ‘’şüpheci
öğreti’’ye cevap vermiştir. Ancak Hume’n Kant’ın ahlak felsefesi konusundaki bakış açısına
doğrudan etkisinden söz edilemez. Meslek hayatının başlarında Kant’ı daha çok kendine özgü
duygusal ruh hali yönlendirmiştir. Bununla birlikte etik üzerine, Hutcheson’u Hume’den daha
önemli gördüğünü dile getirmiştir. Kant, etik konulardaki hassasiyetin pozitif yansımalardaki
rolünü Hutcheson ile ilişkilendirirken, pratik akıl konusunda şüpheciliği de Hume ile
ilişkilendirmiştir. Ahlaki duygusallığın pozitif etkilerin Kant’ın meslek hayatının ilk dönemi
boyunca devam etmiştir. İlerleyen zaman diliminde, bakış açısını geliştirdikçe; ahlaki
duygusallığın sürekli artan yetersizliklerini fark edip, duygusallığın ahlakın temeli olabileceği
görüşünü reddetmiştir. Ancak geleneksel öğeler, Kant’ın ahlaktaki duyguların doğası ve önemi
üzerindeki düşüncelerini etkilemeye devam etmiştir.

Kant’ın meslek hayatının ilk dönemlerinde ahlaki duygusallıktan etkilendiğini
gösteren, 1760’lı yıllar yayınlanmış iki eseri vardır. On sekizinci yüzyılın ortalarında bir
filozofun gibi görünen ama aslında bir gözlemci gibi insanların kendilerinde ve diğerlerinde
(ve farklı edebiyat türlerine, doğadaki nesnelere, ilişki türlerine ve diğer şeylere) hissettikleri
çeşitli hoşnut ve hoşnutsuzluklar, özellikler ve mizaçları ‘’Güzellik ve Yücelik Duyguları
Üzerine Gözlemler (1764)’’ adlı eserinde analiz etmiştir. Kant’ın ahlakın temelleri ve ilkeleri
üzerine yapmış olduğu açıklamalar, ahlaki duygusallığın bir formu gibi gözükse de kendine
özgü bir yönü vardır. Örneğin, ahlak ilkelerinin teorik kuralların ötesinde; her insan kendi için
yaşayan ve özel sempati ile hoşgörü gerekçelerinden çok daha fazlasını ifade eden bir duygu
bilinci olduğunu iddia etmiştir.
Kant bunu ‘’insan doğasının güzelliği ve yüceliğinin hissi’’ olarak tanımlayarak,
“erdemin güzelliğinin asil bir tutum kazandırması” ancak bir insanın “insan doğasının güzelliği
ve onuruna olan böylesine genişletilmiş” hissine “eğilimi” sağlandığında “ortaya
çıkabileceğini” bildirmiştir. Başka bir çalışması olan ‘’Doğal Teoloji ve Ahlak İlkelerinin
Ayrılığına İlişkin Araştırma’’ (1763) adlı eserde de gerçeği temsil eden yeti ile iyiyi tecrübe
eden yetiyi ayırarak; ikinci olan duyguyu vurgulama şeklinde benzer düşünceleri dile
getirmiştir. Kant ‘gerçek mefhumunu analiz etmenin mümkün olmaması gibi, iyilik
duygusunun da analiz edilmesi de mümkün değildir. ’demiştir. İyilik duygusunu anlamanın
yollarından biri; iyinin daha basit duygularından nasıl ortaya çıktığını göstererek, iyiliğin
karmaşasını ve karışıklığını kavramını analiz etmektir.
Ahlaki duygusallığın Kant’ın üzerindeki etkisini görmek için o Kant’ın ilk dönemlerde
kaleme aldığı notlar veya yazılar incelenebilir. Örneğin, 1765-1766 güz dönemi derslerinde
etik ve metafizik arasındaki bir farkı açıklamıştır; ‘Eylemlerde iyilik ile kötülük arasındaki
ayrım ve ahlaki haklılığın yargısı, insanın kalbi tarafından duygular aracılığı ile ispat gerekliliği
duymadan doğru bir şekilde ve kolayca bilinmektedir.’ Aynı açıklama içerisinde, Kant;
Shaftesbury, Hutcheson ve Hume eksik ve kusurlu olsalar da ahlakın ilk prensiplerinin
anlaşılmasında ve en ileriye taşınmasında onların girişimlerinden faydalanma niyetini
belirtmiştir. Benzer şekilde, 1764 ile 1768 arasında kaleme aldığı notlarda Kant, “ahlak
ilkelerinin, anlamak üzerine evrilen, özel bir duygudan hareket ettiğini bildirmektedir.
Kant 1760’larda gerçekten ahlaki duygusallığın bir versiyonunu denemiş olsa da bu ne
uzun dönemi kapsayacak bir yönelim, ne de yalnızca Shaftesbury, Hutcheson veya Hume’un teorilerinin basit bir şekilde benimsenmesi değildi. Zaten onların yaklaşımlarını “eksik ve
kusurlu” olarak tanımlaması hali hazırda ahlaki duygusallıkla ilgili bir yetersizlik gördüğünü
göstermektedir. 1760’ların sonunda, ahlaki yükümlülüğün öneminin yeterlilik sağlayamadığına
dair notları ve yazıları ortaya çıkmaya başlamıştır. Kant ahlakın koşulsuz şartlar getirdiğine ve
giderek artan bir şekilde duygusallığın bu şartları açıklayamayacağına veya haklı
gösteremeyeceğine ikna olmuştur. Ortaya çıkan bu sonucun argümanları Kant’ı daha sonraki
yazılarında görülmektedir. Bazı çalışmalarda Kant ahlaki güdünün nesnel ve resmi belirleyici
bir zemin oluşturduğu özerklik teorisinin aksine, maddi belirleyici gerekçelere dayanarak
yanlış yönlendirilmiş, bağımlı etik teorilerin türlerine göre sınıflandırmasını yapmaktadır.
Kant, bu teorileri ahlaki yükümlülük ve temel ahlaki ilkelerin önemi şeklinde ayırmaktadır. Bu
teoriler, ahlaki ilke için ya öznel (ampirik) ya da nesnel (rasyonel) belirleyici gerekçeleri
kullanabilir ve bu kategorilerin kendi içinde de, bu belirleyici gerekçelerin dışsal veya içsel
olduğunu varsayan başka teoriler de vardır. Nesnel iç nedensellik mükemmelliği içerir.
(Örneğin, Wolff ve Stoics). Nesnel dış nedensellik Tanrı’nın iradesini içerir. (Örneğin, Crusius)
Öznel, dış nedenler eğitim (örneğin, Montaigne) veya sivil anayasa (örneğin Mandeville) içerir.
Öznel, iç neden öz-sevgi (örneğin, Epicurus) veya öz-ilgi (örneğin, Hobbes) gibi fiziksel his
veya ahlaki bir his (örneğin, Hutcheson) içerebilir. Bu nedenle, Kant ahlaki ilke teorilerini,
ahlak duygusunun öznel, deneysel, içsel olarak belirleyici bir temelini ahlaki ilke olarak kabul
eden kuramlar arasında ayırarak konumlandırmaktadır.
Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi çalışmasından sonra Kant ahlaki duygusallık
aleyhine bir dizi sorunu kaydederek, bunların tümünü perspektifin yetersizliği konusunda
temel içgörü aracı olarak kullanmıştır. Kant’a göre hiçbir ampirik ilke ahlaki yasaları kendi
içinde eritemez, çünkü ahlaki yasalar tüm rasyonel varlıkları evrensel olarak, zorunlu olarak
ve koşulsuz olarak bağlar; ampirik prensipler, çeşitli şekillerde, örneğin insan doğası ile ilgili
olarak bazı şartlara bağlıdır. Ahlaki duygulardaki varyans, onları yetersiz bir iyilik ve kötülük
standardı haline getirmektedir. Ahlaki duygular yüce ahlaki ilkenin kaynağı olamaz, çünkü
yüce ahlaki ilke tüm rasyonel varlıklar için geçerlidir, oysa duygular kişiden kişiye farklılık
göstermektedir. Ahlaki yükümlülüğün eşit ve evrensel olma niteliğinin aksine, bir görev olarak
düşünülseydi, bazı insanları (örneğin, gönüllüler) diğerlerinden daha güçlü şekilde
bağlayabilirdi. İnsanlar ahlaki duygular konusunda bir anlaşmaya varmış olsalar bile, bu
duyguların evrenselliği koşullu bir mesele olarak görülecek ve dolayısıyla koşulsuz bağlayıcı
ahlaki yasa için yetersiz bir zemin olacaktır. Gerçekten de, ahlak duygular üzerine
temellendirilmiş olsaydı, keyfi olurdu; yani Tanrı bizi, şu an erdemli olduğumuzda sakin ve
dingin duyguların huzurunu hissettiğimiz gibi, ahlaksız olunca da bundan hoşnutluk
duyabileceğimiz şekilde yaratmış olacaktı. Dolayısıyla Kant için ahlaki anlamda teorilerin
ortaya koyduğu zorunluluk şartı, bu teorileri yetersiz kılmaktadır; sadece belirleyici olmakta
önceliği olmaktadır.
Bu eleştirilerin de ele aldığı gibi Kant’ın ergin düşünceleri ahlaki duygusallığa karşı
gelişme göstermiştir. Fakat yine de, Shaftesbury, Hutcheson ve Hume’un Kant’ın üzerindeki
etkisi ahlakın gerçek temelinin iradenin özerkliğinde yattığına inanmasına kadar devam etmiş
ve Kant onların yaklaşımlarına değer vermiştir. Kant, bir kişi ahlaki duygunun ‘ahlaki bir
eylemin yargılanması için bir ilke’ olmasını reddetse bile, aynı kişinin ‘aklın ahlakı teşvik edici
bir unsur olduğu’ teorisini kabul edebileceğini iddia etmiştir. Fakat çarpıcı bir şekilde Kant,
Gözlemler’i kaleme almadan önceki iddiasının bir versiyonuna, ‘Ruhun duyarlılığı onu erdemli
dürtülere uygun hale getirir’ görüşüne inanmaya devam etmiştir. Örneğin, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi eserinde Kant, ahlaki duygunun, vicdanın, birisinin çevresine sevgisinin ve
hepsine olan saygısın “saygılı davranmanın subjektif aldatma koşulları olarak” ahlak temelinde
yattığını iddia etmiştir. Ahlaki duygusallığın kalıcı etkisini, başkalarına karşı ‘aktif sempati’
yükümlülüğü vurgusunda ve ‘içimizdeki şefkat temelli doğal duyguları geliştirmek ve onlardan
ahlaki ilkelere ve kendilerine uygun hissi temel alarak sempati duymak için dolaylı bir
görevimiz olduğu.’ iddiasında görülebilir. Çünkü bu [şefkat], doğanın bize sadece görev
temsilinin başaramayacağı şeyleri yapmak için uyguladığı itici güçlerden biridir.

Kaynak: https://plato.stanford.edu/entries/kant-hume-morality/#KantRelaHumeBritMoraPhil

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.