6. Cadde’nin Dâhi Viking’i: Moondog


17.10.2018
6. Cadde’nin Dâhi Viking’i: Moondog


Ben hayatın bir gözlemcisiyim, katılımcı olmayan ve taraf tutmayan…”

 

Bu sözler, modern müzik tarihinin en sıra dışı, en ilham verici, en özgün figürlerinden birine ait. Neredeyse iki metrelik mızrağı, boynuzlu miğferi ve el yapımı deri çizmeleriyle otuz yıl boyunca New York’un 6.Cadde’sini mesken tutup kendi icat ettiği enstrümanlarla müzik yapan, sokakta gün boyunca duyduğu sesleri kullanarak besteler yapan, Charlie Parker ve Charles Mingus gibi isimleri etkileyen ve besteleri Janis Joplin tarafından yorumlanan kör ve evsiz bir sanatçı, 6.Cadde’nin Viking’i, Moondog.

 

“Moonpuppy”

Thomas Hardin, Jr. (nam-ı değer Moondog), 26 Mayıs 1916’da Kansas’ta bir vaiz ve kilise organisti çiftin çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaştan itibaren sanatla içli dışlıdır. 5 yaşında vurmalı çalgılarla ilgilenmeye başlar. 16 yaşında ise Missouri’de trajik bir kaza sonucunda görme yetisini kaybeder. Bu kazayı takip eden dönemde Hardin, Braille alfabesiyle ve ebeveynlerinin problemli boşanmalarının getirdiği sorunlarla boğuşur. Bu dönemde, büyük ablası Ruth, Hardin’in akıl hocalığına soyunur ve ona felsefî, bilimsel ve mitolojik eserler okur, Hardin ailesinin Hristiyan inancından oldukça uzaklaşmıştır. İşitsel duyusuna yoğunlaşması sonucunda Hardin’in eski aşkı yeniden alevlenir, bir besteci olacağına dair kendine söz verir.

Iowa Körler Okulu’nda farklı enstrümanları tanıyarak, müzik teorisi ve kulak eğitimi gibi konularda eğitim görerek oldukça verimli zaman geçirir. Daha sonra öğrenimini devam ettirdiği Tennessee, Memphis’te kendinden yaşça büyük olan ve bir arkadaşını Hardin’in müzikal yolculuğunu finanse etmek üzere ikna etmiş bulunan “seçkin” bir kadınla tanışır ve evlenir. Altı aya kalmadan bu ilişki bozulur ve Hardin biranda kendisini beş parasız ve akranlarından uzakta, izole olmuş bir şekilde bulur.

Eşyalarıyla birlikte yalnızlığını, beş parasızlığını ve görkemli bestecilik hayallerini de yanına alan Hardin, New York’a giderek kendini yepyeni ve cüretli bir başlangıcın kollarına bırakır.

New York’ta Bir Evsiz

image3

1947 yılında kendini tamamen yabancı bir dünyanın ortasına atan Hardin, körlüğe her ne kadar alışmış olsa da devasa binalarla bezenmiş ve korkunç derecede kalabalık olan bu yeni evinin boğuculuğuyla çok geçmeden tanışır.

Bu keşmekeşin içinde yolunu kaybetmek üzere olan Hardin’in aklına belki de hayatının gidişatını değiştirecek bir fikir gelir: New York’un dünyaca ünlü müzik mabedi ve devasa konser salonu Carnegie Hall’un bulunduğu caddeyi mesken tutmak. Hardin’in dikkat çekici görünüşü ve şüphe götürmez müzik yeteneği, Carnegie Hall çevresinde geçirdiği haftaların ardından gittikçe sivrilmesine neden olur. Tam da bu sıralarda Hardin’in New York’taki macerasının belki de ilk mihenk taşı olan tanışma gerçekleşir,  sohbet etme fırsatını bulduğu birkaç Philadelphia Filarmoni müzisyeni, Hardin’in, dönemin iki önemli bestecisi olan Artur Rodzinki ve Arturo Toskanini ile tanışması konusunda ısrarcı olurlar. Rodzinski Hardin ile tanışır tanışmaz kendisinden oldukça etkilenir ve kendisine bir teklifle gelir, eğer Hardin uygun bir beste yapabilirse, Rodzinski bu bestenin Philadelphia Filarmoni tarafından çalınmasına ve Hardin’in orkestrayı yönetmesine izin verecektir, ancak tek bir şartla, Hardin bu besteyi yalnızca kendi başına yaratmalıdır.

Bu teklif her ne kadar son derece heyecan verici olsa da, görme engelinin getirdiği bir zorunluluk olarak müziğini kâğıda dökebilecek bir asistana ihtiyacı vardır, fakat bir evsiz olarak bir asistana verebileceği herhangi bir parası yoktur. Bunun üzerine Hardin, müziğini icra etmek üzere sokaklara döner. Bu olayı takip eden birkaç yıl boyunca sokaklarda birkaç bozuk para için müzik yapar, besteleri üzerinde çalışır. Ta ki, önemli değişimler göstermeye başlayana kadar.

Gün boyunca karşılaştığı insanların kendisini İsa’ya benzetmesinden bıkan ve Hristiyanlık öğretisinden hiç haz etmeyen Hardin dış görünüşünü değiştirmeye karar verir ve kuzey mitolojisine duyduğu hayranlığın da etkisiyle giyimini baştan aşağı değiştirir. Daha sonraları “6. Cadde’nin Viking’i” olarak anılmasına sebep olacak boynuzlu miğferi, devasa mızrağı ve kendi yaptığı deri çizmeleriyle Hardin, tam da bu dönemde, çocukluğunda beslediği ve sürekli aya karşı uluyan köpeğine ithafen kendine “Moondog” adını takar. Artık Kansas’lı evsiz Hardin’in hikâyesi bitmiş, dâhi Viking Moondog’un efsanesi başlamıştır.

image4

Hâlihazırda oldukça “ilginç” olan felsefi fikirleri bu son derece sıradışı görünüşle birleşince, daha evvel kendisini destekleyen ya da diğer bir değişle “onaylayan” müzisyenler yavaş yavaş kendisine sırt çevirmeye başlamıştır. Bu konuyla ilgili sonradan “Bana giyimimi değiştirmem şartıyla yardım edeceğini söyleyen birçok insan oluyordu ama ben giyim özgürlüğüme bestecilik kariyerimde ilerlemekten çok daha fazla önem verdim. Sadece yaptığım şeyi kendi yolumla yapmak istiyordum ve bana kariyer anlamında ne kadar pahalıya patlarsa patlasın bunu yaptım” diyen Moondog, giyimi konusundaki bu duruşunu müziğine de aktarır ve kendi yaklaşımlarını geliştirir. Bu dönemde Moondog kendi enstrümanlarını yaratmaya başlar; “Uni” diye adlandırdığı yedi telli zither (bir tür kanuna benzer çalgı), “Utsu” diye adlandırdığı pentatonik gama göre akortlanmış klavye ve “Oo” diye adlandırdığı 25 telli üçgen harp bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Sokakta geçirdiği süre boyunca Moondog, New York’un sokak keşmekeşinin seslerini ayırt etmeye başlar ve bunlardan ilham almakla beraber bestecilikte sessizliği kullanmanın önemine de vakıf olur. Bütün bunları, Amerikan yerlilerinin ritimlerine eskiden beri duyduğu ilgiyle birleştiren Moondog, “yılan ritmi” olarak adlandırdığı ritmi (dönemin müzik anlayışıyla hiçbir yakınlığı bulunmayan “kaygan” ve karmaşık vuruşlar) kullanarak 1949 yılında ilk kaydını yayınlar: Moondog’s Symphony.

Moondog’un sabrı ve inatçılığı sonunda meyvelerini verir ve New York’un müzik sahnesinin yavaş yavaş dikkatini çekmeye başlar. Günlerden bir gün yol kenarında elyapımı enstrümanlarını tıngırdatırken pek de gözardı edilemeyecek bir teklif alır, kendi bestelerini single olarak kaydedebilecektir. Bu teklif Moondog’un yayınlanacak ilk albümünün yolunu açar. Kulağa “garip ve egzotik” gelen sekiz parçadan oluşan “Moondog on the Streets of New York” albümüyle Moondog, Times gazetesinde de kendine küçük bir incelemeyle yer bulur:

“Moondog’un müziği de kendisi gibi oldukça ilginç. Tanımlaması güç bir elbise ve sandaletler, başından süzülen uzun sakal ve saçlar. Müziğini icra ederken adeta doğu ülkelerindeki pazarlarda müzik yapan bir sokak müzisyeniymiş gibi enstrümanlarını kaldırıma yayıyor. Nereli olduğunu soranlara “Sasnak”(Kansas’ın tersten söylenişi) diye cevap veriyor.”

Tam da bu dönemde, Moondog, en büyük ilham kaynaklarından biriyle, Mary Suzuko Whiteing isimli yaşlıca bir kadınla tanışır. Whiteing Moondog’a bestelerinin kataloglanması konusunda yardımcı olur. Moondog artık küçük mekânlarda konserler vermek için hazırdır.

Moondog, Rock ‘n Roll’un Babasına Karşı

50’li yılların başında, Cleveland’lı genç bir DJ olan Alan Freed (kendisi daha sonra Rock ’n Roll teriminin babası olarak bilinecektir), “Moondog’s Symphony”nin bir kopyasını bulur ve bu parça kendisinde gittikçe bir takıntı haline gelir. Programının adını “Moondog’s House” olarak değiştirir, kendine “Moondogçuların Kralı” lakabını takar ve sanatçıdan herhangi bir izin istemeksizin programının tema müziği olarak da “Moondog’s Symphony”yi seçer. 1952 yılında bu konsept ciddi bir trend haline gelmiştir. Öyle ki, Cleveland Arena’da “The Moondog Coronation Ball” isimli bir etkinlik düzenlenir, bu etkinlik daha sonra “tarihin ilk Rock ’n Roll gösterisi” olarak hatırlanacaktır. Etkinliğe ilgi o denli büyüktür ve gelen kitle o kadar yaygaracıdır ki sonunda polis mekânı kapatmak zorunda kalır.

image5

“The Moondog Coronation Ball”, 1952

Moondog’un hayranları programı duyar duymaz, Freed’in, sanatçının haklarını açıkça ihlal ettiğini fark ederek Moondog’a harekete geçmesi konusunda ısrar ederler. Bunun sonucunda evsiz Viking, Freed karşısında mahkemeye çıkar. Mahkeme Moondog’a 6bin $ tazminat verilmesine hükmeder. Bu kararın alınmasındaki en büyük paylardan biri, Moondog’a mahkemede destek veren dönemin swing yıldızı Benny Goodman’a aittir.

Sefil bir motel odasına taşınan ve kendini tamamıyla müziğine veren Moondog, bu dönemde New York’un en iyi müzisyenleri arasında da ünlenmeye başlar. Sık sık sokakta ve bazen de New York’un “underground” mekânlarında gösterilere çıkar ve 60lı yıllarda hippilerin şehre akın etmesiyle Moondog’un geleneklere meydan okuyan garip müziği bir anda bir furyaya dönüşür. Moondog adeta “absürtlerin ikonu” haline gelmiştir. Yakın geleceğin caz yıldızları Charlie Parker ve Charles Mingus onun yenilikçiliğini överken, minimalist besteciler Philip Glass ve Steve Reich onun ortaya koyduğu işleri oldukça ciddiye alır ve beraber kayda girerler. Janis Joplin onun şarkılarından birini (All is Loneliness) yorumlar ve Moondog’u dönemin hippilerine takdim eder. 1969 yılına gelindiğinde CBS, Moondog’a tam tekmil bir orkestrayla kayda girme fırsatını verir ve ortaya, kendi bestelerinden oluşan “Moondog” isimli derleme albüm çıkar. İki sene sonra “Moondog 2” yayınlanır.

 

 

Moondog, bu dönemde artık öyle bir ikon haline gelmiştir ki tekstil üreticisi Burlington Industries’in ’69 yılında New York’a getirdiği yeni sergisinin reklamlarında adres olarak “Moondog’un karşısındaki sokak” yazılmıştır. Yine de şöhret sahibi olmakla hiç ilgilenmeden yalnızca sanatını geliştirmekle uğraşan evsiz Viking, sokakta çalmaya devam eder. Toplumun büyük kısmı hala kendisinden habersizdir, yanından gelip geçen birçok kişi için Moondog, herhangi bir düşkün ya da sıradan bir uyuşturucu bağımlısıdır.

Moondog’un giyiminde yaptığı ufak tefek değişimler, Times’da 1965 yılında “Yayınlanmış kayıtlara sahip ciddi bir müzisyen olsa bile,  kadife pelerini ve parlak kırmızı kapüşonuyla şehrin ortasında günde sekiz saat dikiliyor, içkisini de bir geyik toynağından yudumluyor” satırlarıyla kendine yer bulmasına sebep olur.

 

image6

Her ne kadar hala “underground” bir sanatçı olsa da, “tuhaflığıyla” büyük kalabalıkları kendisine çekmeye devam eder, öyle ki ’65 yılında polis gösterilerine artık son vermesini ister. “Kanunun gücünden” kaçabilmek için gösterilerine sıklıkla yer değiştirerek devam eder. Giyimiyle sıklıkla alay edildiyse bile bir röportajında söylediği gibi buna hiç aldırış etmez, “Bu benim ‘hayır’ deme şeklim. İnsanlar sizi ufalayıp basmakalıp bir klişeye çevirmek istiyorlar. Basmakalıp olmakla hiç ilgilenmiyorum”. İroniktir ki, Moondog’un bu duruşu dönemin moda meraklıları arasında da bir ikon haline gelmesine sebep olur. Dönemin moda öncülerinden Bonnie Cashin 1970 yılında bir oda dolusu modacıya “Gerçek olan Moondog, sahte olan bizleriz” demiştir.

Moondog, her şeye rağmen, hayatının şekillendiren en önemli niteliklerinden birini, merakını kaybetmez ve sıklıkla ihmal edilmiş bulunan farklı ilham kaynaklarından bir şeyler öğrenebilmek konusunda da hala oldukça heveslidir. Kendisiyle bir yıla yakın ev arkadaşlığı yapmış olan besteci Phil Glass, daha sonraları Moondog’u “en garip ritimlerle bile şiirsel bir biçimde çalabiliyordu” sözleriyle hatırlar ve şöyle devam eder:

“Meşhur caz kulübü Birdland’in merdivenlerinde durur ve içeride ne çalınırsa çalınsın ona eşlik ederdi. Bu konudaki yeteneği beni hep çok etkilemiştir. Hatırlıyorum da, çatıda Hudson Nehri’ne doğru otururdu ve Queen Elizabeth limana düdüğünü çalarak yanaştığında Moondog da panflütüyle ona eşlik ederdi.”

 

Bambaşka bir Ülke, Yepyeni bir Aile

Alman radyo kanalı Hessische Rundfunk, 1974 yılında Moondog’a birkaç yurtdışı konseri teklifiyle gelir. Otuz yıllık New York macerası sonrası yepyeni bir yolculuğa çıkma ve müzikal idollerinin memleketinin havasını soluma fikri Moondog’u son derece heyecanlandırır. Evsiz Viking’in New York sokaklarından bir anda yok olmuş olması şehirde ufak çaplı bir paniğe sebep olur, New York Times’a, Moondog’un ölmüş olmasından endişe eden ve bu konuda bilgi almak isteyen dükkân sahipleri tarafından mektuplar gönderilir.

Moondog’un müziği ve şiirleri iki yıl boyunca Avrupa şehirlerinin çeşitli sokaklarında yankılanır. Ta ki, 1976 yılında, Almanya’nın Recklinghausen isimli küçük şehrinde, Viking gibi giyinmiş bu garip müzisyen, Ilona Sommer isimli 24 yaşındaki bir kızın dikkatini çekene kadar.

image7

Moondog ve Sommer, 1976

 

Sommer 1979 yılında bu karşılaşmayı “10 yaşındaki erkek kardeşim onu Noel yemeğine çağırmamız konusunda ısrar etti, ona acımıştı ama ailede ona bunu sorabilecek cesarete sahip kimse yoktu.” sözleriyle anlatır. Daha sonra ise Moondog’un müziğiyle tanışır:

“45 kişilik bir orkestra tarafından çalınmış bestelerinden oluşan bir albümünü gördüm ve satın aldım… Müziğini ilk duyduğumda ise tamamen sarsılmıştım! Böyle bir müziği yaratabilme yeteneğine sahip bir adamın bu şekilde yaşamak zorunda olmasına inanamamıştım. Ben de onu eve çağırdım.”

Bunun üzerine, ailenin babasının da onayıyla Moondog, son derece mütevazı ve etkileyicilikten uzak bir Batı Almanya şehri olan Recklinghausen’deki bu aile evine yerleşir. Bu taşınmayı takip eden dönemde Sommer arkeoloji öğrenimini bırakır ve Moondog’un tam zamanlı asistanı, menajeri, yayıncısı, yapımcısı ve “müzikal tercümanı” olur.

Bu gelişmeleri takip eden üç yıl boyunca Sommer, Moondog’un yeni bestelerinden oluşan iki albümün yayınlanması için görüşmelerde bulunur, bu albümler daha sonra kendisine ait bağımsız plak şirketi Managram tarafından yayınlanacaktır. Sommer aynı zamanda bu iki albümü finanse etmesi için başka bir yapımcıyla da anlaşır. Bu genç Alman kadın, aslında, Moondog’un müziğini ve müzikal kişiliğini tam anlamıyla yeniden canlandırmaktadır.

İşte bu ortamda, Moondog’un dehası parlamaya başlar.

Sommer’in yanına taşınmasından kısa bir süre sonra bir gazeteciye, “Şu an tam olarak bir besteci cennetindeyim, yemeğimi tam zamanında yiyorum, soğukta değilim, hepsinden önemlisi müziğim konusunda tamamen özgürüm” der. Bu özgürlük sayesinde ciddi miktarda beste yapar (meşhur Sax Pax ve Big Band albümleri bu dönemde yaratılmıştır) ve Fransa’ya, İngiltere’ye, Avusturya’ya turneye çıkar. Hatta bir defasında Royal Court’un önünde kendi bestelerini çalan orkestrayı yönetir.

Bu dönemde Sommer’ın tavsiyeleri üzerine Moondog, bazı “tuhaflıklarından” vazgeçmeye razı olur. Boynuzlu miğferini örgü bir bereyle, şalını bir süveterle, saten elbisesini de modaya uygun bir kot pantolonla değiştirir. Haşmetli sakalı ve omuzlarından süzülen yeleye benzer saçlarından ise vazgeçmez. “Bir kadının ikna kabiliyetini yenemezsiniz. Aslında hala boynuzlu miğferleri, mızrakları, kılıçları seviyorum. Geçmişime sadık olduğumu hissetmeyi seviyorum. Artık sokaklarda olmak istemem. Ama bilirsiniz, sokakta olmak bana birçok şeyin kapısını açtı.”

 

image8

Yeni besteleri üzerinde çalışırken Moondog.

Bu dönemde artık kendine bir yuva bulmuş olan Moondog, sıklıkla, kendisini ilk bulduğu yer olan sokaktan uzak olmasından ötürü hayıflanır. 70lerin sonunda verdiği bir röportajda bu dönemi “New York otuz yıl boyunca bana hem bir baba hem de bir anne oldu. Yıllar boyunca o şehrin sokaklarında yaşadım, uyudum, o şehrin insanlarının cömertliği sayesinde karnımı doyurdum. Birgün geri dönmek isterim, müziğimi orada icra edebilmeyi çok isterim” sözleriyle hatırlar.

 

Moondog’un bu isteği yıllar sonra, hem de oldukça gösterişli bir biçimde gerçeğe dönüşür.

1989 yılında Brooklyn Filarmoni Orkestrası Moondog’u, kendi bestelerinin çalınacağı otuz dakikalık bir konseri yönetmesi için New York’a davet eder. Dönüşü gerçekten muhteşem olur; on beş sene evvel evsiz, kimsesiz, aşağı görülen ve bir bölgenin eksantrik bir figürü olmaktan öte elle tutulur bir bilinirliği olmayan bir sokak müzisyeni olarak ayrıldığı New York’a, ülkenin en prestijli müzik okulu Julliard’da eğitim görmüş elit müzisyenlerden oluşan ve yine ülkenin en prestijli orkestralarından biri olan bir orkestrayı, gösterişli kıyafetler içindeki yüzlerce “kaymak tabaka” seyircinin önünde yönetmek üzere dönmektedir.

Moondog’un konser boyunca orkestranın başındaki çekimserliği konser hakkındaki bir inceleme yazısında şöyle anlatılır:

“Aynı kişiliği gibi orkestrayı yönetme şekli de oldukça sıradışı. Otorite sahibi figür olmaktan rahatsız bir şekilde konser boyunca orkestranın hemen yanında oturdu. Bir davul ya da timpani aracılığıyla ritmi vermekle yetindi. Ertesi gün bir röportajda orkestra üyeleriyle alakalı konuşurken ‘Onlarla olan ilişkimi tamamen bir eşitlik anlayışı içinde görüyorum, sanki orkestrada kırk tane orkestra şefi varmış gibi. Her biri kendisinden sorumlu olan kırk orkestra şefi…’diye belirtti.”

Son derece olumlu eleştirilere rağmen Moondog’un Almanya’ya dönüşü oldukça hızlı olur.

Bu, New York’ta son görülüşüdür.

“Hippi Kahramanı”

image9

Louis “Moondog” Hardin, 8 Eylül 1999’da Almanya’nın Münster şehrinde kalp yetmezliğinden öldü.
Döneminde Moondog, aralarında Charlie Parker, Charles Mingus, Janis Joplin gibi sanatçılar da bulunan yüzlerce sanatıya ilham kaynağı oldu. Bugün de aralarında Portishead gibi grupların bulunduğu birçok sanatçı kendisinden büyük bir ilham kaynağı olarak bahsediyor.

Moondog’un ölümünden kısa bir süre sonra yayımlanan hayat hikayesinin yazarı Dr.Robert Scotto Moondog’un hayat hikayesinin müthişliğini şu şekilde ifade ediyor, “New York’a hiçkimseyi tanımadan, beş parasız bir şekilde gelen bir kör olduğunu düşünürsek yaşamış olduğu hayat gerçekten sıradışı”. Scotto sözlerine şöyle devam ediyor, “Kuşkusuz ki, zamanın en ünlü sokak insanı, hippilerin ve çiçek çocukların kahramanıydı”.

 

Kaynaklar:

https://www.vanityfair.com/hollywood/2014/06/moondog-viking-of-6th-avenue

https://priceonomics.com/the-legend-of-moondog-new-yorks-homeless-composer

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.