Rus Edebiyatında Hüzünlü Bir Ruh: Turgenyev

20.06.2018
Rus Edebiyatında Hüzünlü Bir Ruh: Turgenyev

28 Ekim 1818 yılında Varvara Petrovna Lutovina, alesinden miras kalan Spaskoe malikanesinde, kocaman bir soy ağacının dallarından birinde altın yaldızlı harflerle yeni yerini bulacak olan İvan Sergeyeviç Turgenyev’i dünyaya getirdi.
spaskoe malikanesi ( Turgenyev )

Spaskoe malikanesi

 

 Turgenyev Rus halkının çoğunda bulunamayan bir şansa sahip olarak dünyaya gelmişti. Annesi Varvara Petrovna aileden zengindi, kendisine ait bir toprağı, kendine tabi çalışan köylü serfleri vardı.İvan maddi durum sıkıntısını hiç tatmadı ancak onun da elbette ki başka başka dertleri vardı. Annesi Varvara Petrovna oldukça sert ve katı mizaçlı bir kadındı. Öyle ki yanında çalışan serflere merhametten uzak türlü cezalar verir hatta onları kırbaçlatırdı.  İvan kendisine ders vermeye gelen mürebbiyelerle okumalar yaparken çalışanlarının çığlıklarını duyardı. Boş zamanlarında ise evin disiplininden ve katı kurallarından kaçmak için kendini ya kitaplara verir ya da doğaya atardı. Genç yaşına rağmen Almanca ve Fransızcayı akıcı konuşmaya başlamıştı. Aldığı derslerle sadece Rus edebiyatını değil Avrupa edebiyatını asıl dilinden okuyordu.
Moskova ve Petersburg üniversitelerindeki eğitiminden sonra içindeki felsefe tutkusuna ve kendini geliştirmeye yönelik arzuya daha fazla karşı koyamadı ve 1838 yılında Berlin Üniversitesi’nde eğitim almak üzere Almanya’ya gitti.
“o yaşam, o çevre ve özellikle derebeylik, kölelik düzeni beni kendine bağlayabilecek bir şey değildi. Tam tersi; çevremde gördüğüm her şey bende huzursuzluk, başkaldırı ve sonunda bir tiksinme yaratmaktaydı. Bir an evvel karar vermeliydim; ya boyun eğip herkesin yürüdüğü alışılmış yoldan uslu uslu gitmeli, ya da ondan ani bir dönüş yaparak, sevdiğim, değer verdiğim pek çok şeyi kaybetme pahasına da olsa, herkesi ve her şeyi kendimden uzaklaştırmalıydım. Bende öyle yaptım… beni arındıracak ve yeniden doğmamı sağlayacak ‘Alman denizine’ attım kendimi.”

 

Ki bu Alman denizi özellikle de Berlin Üniversitesi onun içindeki felsefe merakı için çok doğru bir adresti. O dönemler Berlin Üniversitesi Hegel öğretisinin merkezi konumundaydı. Bundan sonrası için Turgenyevin yeniden doğuşu dersek pek de yanılıyor olmayız. Almanyada geçirdiği yıllarda kendi ülkesinde gördüğü toprak köleliğini, devlet düzeninin acımasız baskısını, insanlar arasındaki sınıf farklarını net bir biçimde ayrımsama fırsatı bulmuştu.
Turgenyev

İvan Turgenyev

Tüm bunlara rağmen 1841 yılında Rusya’ya döndüğünde İçişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. Ancak aklı daima edebiyat dünyasıyla meşgul olan Turgenyev, yazdığı şiirler olumlu eleştiri alınca artık tanınmaya da başladı. Özellikle de “Paraşa” adlı eseri onun asıl çıkış yapmasını sağlayacak ve ünlü eleştirmen Belinski ile tanışıp ondan olumlu eleştiriler almasına vesile olacaktı.
1843 yılında Petersburg’a gelen İtalyan Operası tüm Petersburg halkını etkilemekle birlikte Turgenyev’in hayatında da bir dönüm noktası yaratacaktı. ‘La Garda’ olarak da bilinen,Pauline Viardot’u, hayatının sonuna kadar seveceği kadını ilk kez o sahnede gördü. Ve sesine,güzelliğine adeta vuruldu.
Turgenyev

Pauline Viardot

“Aşk, devrimden farksızdır. Hiç değişiklik olmadan sürüp giden yaşam bir anda darmadağın oluverir; gençlik barikata fırlamış, renkli bayrağını zaferle dalgalandırmaya başlamıştır. Önünde onu bekleyen ister ölüm, ister yepyeni bir yaşam olsun, hepsini içten, coşkun bir selamla karşılar.” Bahar Seli
Turgenyev bu süreçte edebi anlamda da yükselmeye devam ediyordu. Rus döneminin en ünlü edebiyatçıları Tolstoy ve Dostoyevskiyle de arkadaşlıklar kurdu. Belinski ile çok daha yakın bir dostluğu vardı. Sık sık yurtdışına yaptığı ziyaretler ile G. Flaubert ile tanıştı ve uzun bir süre mektup arkadaşı olarak kaldı. Turgenyev hayatının büyük bir kısmını göçebe bir şekilde ordan oraya savrularak geçirdi. Kendisi Rus’tu ancak o kadar uzun süre Avrupa’da kalmış ve o fikirlerden o kadar çok etkilenmişti ki ruhunun da bir o kadar göçebe olduğunu hissediyordu. Nereye ait olduğunu kestiremiyordu.
‘’Alman felsefesi, edebiyatı beni öylesine etkilemişti ki, içinden sıyrılmak isterken büsbütün gömüldüğümü anladım. Artık hayatımın sonuna dek ‘batılılaşma’ olarak kalacaktım.”
Turgenyev aynı dönemdeki meslektaşlarına  göre ruhunda ve eserlerinde batılı esintiler bulunan bir yazardı gerçekten de. Bu durum onun Dostoyevski ve Tolstoy ile de arasının açılmasına vesile oldu. Öyle ki Dostoyevski bir seferinde kendisine bir teleskop almasını çünkü Rus halkını ancak böyle yakından görebileceğini söylemişti. Turgenyev bu durumdan gocunmuyordu gerçi. Rus halkının batılı medeniyetler seviyesine ulaşmasını gönülden istiyordu. Avrupanın aydınlanma çağından etkilenmişti ve Rus halkının da benzer bir aydınlanma yaşaması gerektiğini düşünüyordu.Öyle ki Avrupadayken dönemin ünlü isimlerini de Rus edebiyatının 19.yydaki öncülerinden Gogol ve Puşkin ile tanıştırmış, onların bu eserleri Fransızca çeviriyle okumalarına imkan sağlamıştı. Rus edebiyatındaki batılı temelleri Turgenyev atmış,  Avrupadaki ünlü isimlere de Rus edebiyatını ilk kez aktaran kişi olmuştu.
“Ya susacak ya da ne biliyorsam yazacaktım, ikincisini seçtim”
Birden fazla dil bilen,zengin,kültürlü ve iyi eğitim görmüş bir entelektüel olmasına rağmen çocukluğunda gördüğü adaletsizlikleri ve taşra hayatını hiç unutmayan Turgenyev, Avcının Notları adlı eseriyle o dönemin yozlaşmış toprak beylerini,toprak beylerinin emri altında yitip giden serfleri anlattı. Bu konudaki gözlemlerini kendi ev hayatına ve evden kaçmak için sık sık yaptığı av gezilerine borçluydu.
Turgenyev

Turgenev’in düzenli gerçekleştirdiği av gezileri

1852 yılında ölen Gogol, Turgenyev için bir idol idi. Rus hatta Dünya edebiyatının en iyi yazarlarındandı. Öyle ki ölüm haberini alması üzerine onunla ilgili ağıt niteliğinde bir yazı yazdı. Dönemin gazeteleri yazıyı yayınlamaktan çekindiler ve Turgenyev de Çar 1. Nikolay yönetiminin dikkatlerini kendi üstüne çekti.
“Gogol öldü! Hangi Rus’un yüreği buna dayanabilir? O yok artık, gitti! Ve ancak şimdi onun ne kadar büyük bir yazar olduğunu söylemeye hakkımız var”
1855 ve 1860 arasındaki 5 yıllık süreçte Turgenyev’in üretkenliği artmıştı. Kendisi o zamana kadar edebiyat çevrelerinde şair olarak nitelendiriliyordu ancak ilk romanı Rudin’i yayınladı ve ardından Soylu Yuvası ve Arife gibi eserlerle nesirde de ne kadar başarılı olabileceğini gösterdi. 1862 yılında ise en çok ses getiren,bugün dahi üstünde uzun uzadıya tartışılan Babalar ve Oğullar adlı romanı basıldı. Günümüzde de bir başyapıt olma özelliğini koruyan bu romanda, Turgenyev genç oğul Bazarov’un nihilizmini, babasının tutucu romantizmiyle karşı karşıya getirir. İnanılmaz bir gerçeklikle işlenen sayfalar boyunca , yeni ile eski, gelenek ile uygarlık , yeni doğan ve ölmekte olan bir çatışma halindedir. Nietzsche’den yıllar önce nihilizm ekseninde bir devletin dönemini ve kuşaklarının çatışmasını tasvir eden Turgenyev, bu eseriyle büyük övgüler aldığı gibi kötü eleştirilerin de merkezi konumuna gelmişti.
Turgenyev

Turgenev

Edebiyat hayatında olduğu gibi aşk hayatında da inişli çıkışlı ve hatta karmaşık denebilecek bir ilişkinin içerisindeydi. Pauline Viardot, evliydi ancak Turgenyev onu sevmekten vazgeçemiyordu. Sürekli onlarla birlikte zaman geçiriyor,çift bir yere taşındığında bu onun için de yolculuk anlamına geliyordu. Onu ilk görüşünden bu yana yıllar geçmiş olmasına rağmen aşkı hiç sönmüyor aksine sanki her geçen gün alevleniyordu.
İnanın, size karşı hissettiklerim bu dünya da hiç rastlanmaya ve ileri de de tekrarı olmayacak değişik ve inanılmaz bir duygudur.’  Bir diğer mektubunda sevgisinden şöyle bahseder: ‘Sevgili dostum gece gündüz sonsuz bir sevgiyle sürekli sizi düşünüyorum, ‘Bana tapıyor’ diyebilirsiniz güvenle. Bu bir gerçek.’ 
Viardot ailesiyle birlikte zaman geçiren ve genelde de yurt dışında kalan Turgenyev’e kendi ülkesinin aydın çevreleri artık onun Rus olmaktan vazgeçtiğinden ve kendi ülkesine yabancılaştığından bahsediyorlardı. Edebiyat dünyasını bırakacağına dair söylentiler de yok değildi. Gerçi kendi benliğine de bu düşünce hakim gibiydi ancak içindeki yazma dürtüsüne engel olamıyordu. Tuğbay (Brigadir,1867), Belinski ile İlgili Anılar (Vospominaniya o Belinskom,1868), Bozkır Kralı Lir (Stepnoy korol Lir, 1870), Bahar Seli ( Veşnıye Vodı, 1871) adlı eserlerini başarıyla yayımlamıştı.
Artık altmışlı yaşlarını yaşayan Turgenyev’in olağan melankolik ruhuna bir de ölümün kasveti eklenmişti.
“Tuhaf, yaşlanınca hayat daha çabuk geçiyor. Ama hiçbir şey yapamıyorsun ve aslında yapacak bir şey de yok. İnsan gençken topladığı – ya da toplamadığı- güllerin dikenini, yaşlandığında duyumsuyor.”
Günlüğüne 17 Mart 1877’ de düştüğü ve Pauline Viardot’ya dayandırdığı görülen mutsuzluğunu, Polonski’ye yazdığı bir mektuba aktarıyor:
‘“Gece yarısı… Yine masamdayım… Aşağıda, zavallı arkadaşım artık tamamen çatallaşmış sesiyle şarkı söylüyor… Ve ruhumda, geceden daha siyah bir karanlık var. Sanki mezar, beni yutmak için acele ediyor gibi… boş, amaçsız, renksiz gün, sanki yalnızca bir an gibi geçiveriyor. Daha çevrene bakmadan, yine yatağa gitme zamanı gelmiş… Yaşamak için ne hakkım ne de isteğim var”
1883 yılının Ağustos ayında kendisine delilerce taptığını belirttiği ve Lady Macbeth diye andığı Pauline’in yanıbaşında hezeyanlarla dolu bir geceden sonra hayata gözlerini yumdu. Naaşı vasiyeti üzerine St Petersburg’a götürüldü ve eski dostu Belinski’nin yanına gömüldü. Rusyaya gelen cenazesi büyük bir kalabalıkla karşılandı. Böylesi bir kalabalık Puşkin’den sonra ilk defa görülüyordu.
Turgenyev
“Ölüm eski bir olaydır ama her insana yeni görünür.” 

 

Turgenyev’in daima melankolik bir ruhu, münzevi bir hayat tarzı vardı. zenginliğine sırtını yaslayıp köleleri hakir görmeyi tercih eden birisi asla olmadı. Öyle ki Avcının Notları eserini okuyan Çar 2. Aleksandr’ın çok etkilendiği ve toprak köleliğini kaldırmasına bunun vesile olduğu bile söylenir. Hayatını iki tutkusu peşinde koşarak geçirdi ilki yazmak ikincisi ise Pauline’di. Dünyadaki yerini bulmaya çabaladı, rus romanında devrimlere imza attı, nihilist, batı sevdalısı ve ateist olmasıyla çok yergiler aldı. Ölümünden sonra Pauline, onu anlatmak için “insanların en hüzünlüsüydü” diye sözlerine başladı.
Hiç şüphesiz ki sanatçının kendi içinde bir yangını vardır ve diğerleri buna ancak şahit olabilir. O dönemin Rusyasını düşünürsek ve hatta Avrupasını yangın yerinden geçilmiyordu.
Çoğu ismin alevi hala daha günümüze ulaşmasına rağmen onun güçlü alevi zaman rüzgarında en çok küllenen oldu. Ancak hiç bir zaman unutulmadı.
“Yaşayabileceğim bir zaman bölümü, benim içinde olmadığım ve olmayacağım sonsuzluk karşısında öyle küçük ki…”
Yazan:Cansu Doğuç
Kaynakça 
1)Turgenyev, İvan Sergeyeviç, İlk Aşk,(Çev. Altan Araslı), Öteki Yayınevi, İstanbul 2007.
2) Turgenyev’in Mektupları, (Çev. Mefkûre Bayatlı), Agora Kitaplığı, İstanbul 2011.
3) Duman, (Çev. Ergin Altay), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007.
4) BEHRAMOĞLU,Ataol, Türkçede Turgenyev, Rus Edebiyatı Yazıları, Tekin Yayınevi,s 69-72
 
ETİKETLER: , , ,
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.