ABD ve Türkiye’nin Anayasal Sistemlerinin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikalarına Etkileri -4

21.06.2020
ABD ve Türkiye’nin Anayasal Sistemlerinin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikalarına Etkileri -4

Federal sistem ile yönetilen ABD ile üniter sistem ile yönetilen Türkiye arasında anayasal sistem olarak kısmen benzerlik olsa da birçok ayrışan nokta vardır. 2018’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçen Türkiye’nin yönetimi daha da ABD başkanlık sistemini yaklaşmıştır. Yürütme tarafında; Türkiye’nin de ABD’nin de bir başkanı bulunmakta ve başkan yardımcıları bulunmakta. Buradaki fark ABD’de başkan yardımcısı başkan tarafından seçimden önce belirlenirken ve başkan yardımcısı aynı zamanda senatonun başkanlığını yaparken Türkiye’de birden fazla başkan yardımcısı seçimden sonra cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Tüm kabineyi tek başlarına seçmeleri ve bunları görevden almaları bakımından benzerlik göstermektedir. Ancak ABD’de başkan senatonun onayından geçirmek zorundayken Türkiye’de bu şart bulunmamaktadır. Ayrıca Türkiye’de yasama organı ve cumhurbaşkanlığı birbirini azletme yetkisine sahipken ABD’de böyle bir durum bulunmamaktadır. Türkiye’de yargı kurumlarına atamalar herhangi bir organdan izin almadan gerçekleşirken ABD’de senatonun oyuna tabiidir. Türkiye’de uluslararası antlaşmalar cumhurbaşkanı tarafından yapılır ve onaylanırken ABD’de başkan bunu senatodan geçirmek durumundadır. İki ülkede de partili başkan bulunmakla beraber Türkiye’de partiye bağımlılık daha fazladır. Türkiye’de valileri cumhurbaşkanı atarken ABD’de valiler seçimle iş başına gelmektedir. Savaş açma yetkisi iki devlette de yasama organına verilmişken iki devlette de bu işi yürütme görevi başkana aittir ve iki başkan da ülkelerinin silahlı kuvvetlerinin başkomutanıdır. Ayrıca ABD’de başkan iki kere ve 4’er yıl şeklinde seçilmektedir ve Türkiye’de 5’er yıl olacak şekilde iki dönem seçilmektedir. ABD’de karar verme süreçlerine lobilerin ve çıkar gruplarının etkisi büyüktür. Türkiye’de ise bu yok sayılabilecek kadar düşüktür. Ayrıca savunma bakanlığının ABD’de karar alma sürecine ve dış politika yapımına etkisi azımsanmayacak derecede yüksektir. Türkiye’de bu durum 2000 sonrası dönemde görece azalmış ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile neredeyse bitmiştir. ABD’de ayrıca istihbarat örgütlerinin de karar alma süreçlerinde büyük önemi varken Türkiye’de bu durum yoktur.

Yasama tarafında ise; ABD’de iki adet meclis varken Türkiye’de tek meclisli sistem vardır. ABD’de iki meclisin de seçimi farklı şekildedir ancak Türkiye’de hem meclis seçimi hem başkanlık seçimi aynı anda olmaktadır. Bu; iki devletin farklı politikalar kullandığı anlamına gelmektedir. Türkiye bu sayede meclis-cumhurbaşkanı uyumunu gözetirken; ABD, denge-fren sistemini gözetmiştir. Türkiye’de yasama organı yargının bir bölümünü seçerken ABD’de kongre başkanın atadığı yargıçları onar. ABD’de karar alma süreçlerine kongrenin büyük etkisi ve yetkisi varken Türkiye’de dış politikanın neredeyse tamamı cumhurbaşkanının etki ve yetkisine bırakılmıştır.

Sistem bakımından bakıldığında kuvvetler ayrılığı ilkesi ABD’de çok sert şekilde uygulanırken Türkiye’de kısmen daha yumuşaktır. İki ülke de başkanlık sistemi ile yönetilmesine rağmen Türkiye’de cumhurbaşkanının yetkileri ABD başkanından çok daha geniştir. Ayrıca ABD’de başkan sadece halka karşı sorumlu iken Türkiye’de cumhurbaşkanı hem halka hem de TBMM’ye karşı sorumludur. Bu değişkenlik gösteren durumlar karar alma süreçlerini de etkilemektedir ve Türkiye’de daha serbest dış politika yapımını beraberinde getirmektedir. Uluslararası anlaşmaları mecliste onaylatmaya gerek duyulmaması, meclisin dış politikaya -savaş açma harici- karışmaması Türkiye’de hem iç hem dış politikada hızlı karar almanın önünü açarken ABD’de hem demokrasinin daha oturmuş ve ön planda olmasından hem de özgürlüğün ön planda olmasından dolayı her karar hızlı biçimde alınamaz. Bu bize ABD’deki önceliğin hızlı karar almaktan ziyade tüm grupların (senato, lobiler vs.) görüşünün alınması olduğunu gösterirken Türkiye’de öncelik hızlı karar almak olmuştur.

Soğuk Savaş öncesi ABD, iki kutuplu dünyanın bir kutbunun en önde gelen devleti iken Türkiye, ABD’nin başını çektiği batı kampının en uç noktasında ve merkez ülkelere bağımlı, güvenlik kaygıları en üst düzeyde olan bir ülkedir. SSCB tehdidinin kaybolduğu Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk başlarında ise hem ABD hem Türkiye; SSCB’den açılan boşluğu belli bölgelerde doldurmak ve batı kampının hem ekonomik hem siyasal sistemini diğer bölgelere yaymak üzerine kurulu bir dış politika izlemişlerdir. ABD bunu askeri müdahaleci-sert şekilde yaparken Türkiye özellikle Türk devletleri ve Ortadoğu-Balkan-Kafkasya devletleri ile tarihsel bağlarını ortaya çıkartır şekilde ve yumuşak gücünü kullanarak yapmaya çalışmıştır. ABD’nin yaptığı askeri müdahaleler hem SSCB bakiyesi Rusya’ya hem yeni yükselen güç olan Çin’e hem de Japonya, Almanya gibi müttefiklerine rağmen ve hatta bilerek onlara karşı hegemon güç olduğunu kanıtlamak amacıyla yapmıştır. 90’lı yıllar boyunca askeriye etkisinde olan Türk dış politikası da askeri müdahaleci bir çizgi izlemiş, S-300 krizi, Suriye ile Abdullah Öcalan krizi ve Kardak krizinde askerlerin karar alma sürecine etkisinin büyük olduğu söylenebilir.

11 eylül saldırıları sonrası artan ABD müdahaleciliği Obama’nın başkan seçilmesi ile yerini daha çok diplomasiye bırakırken Türkiye’de de 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan seçilmesi ile gelişen süreç sonucunda dış politikada diplomasi ve demokrasi ön plana çıkmıştır. Özellikle Obama döneminde başlayan ve çevre ülkelere model olarak planlanan Türkiye, Arap Baharı sürecinin başlarında etkin ve aktif bir dış politika izleyerek Arap ülkelerinin demokratikleşmesine hem model hem de öncü olmaya çalışmıştır. 2016 yılındaki darbe girişimi sonrası Türkiye de çevresindeki güvenlik kaygıları ve özellikle Suriye’deki PKK ve Libya’daki isyancılara karşı somut askeri adımlar atmaya başlamıştır. Bu tarihten sonra Türkiye dış politikası zaten soğuk savaş sonrası çok yönlü ilerlerken bu dönemde eksen tartışmalarının bile konuşmasına neden olacak şekilde eski Doğu Bloku ülkeleri ile yakınlaşma yoluna gitmiş, özellikle Suriye’de bunu bir denge aracı olarak kullanarak askeri müdahalelerine alan açmıştır. 2018’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle kararların daha hızlı ve etkili alınmaya başlaması bu müdahalelerin artarak yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Bu da bize anayasal sistemin liderlerin dış politika yapımındaki etkinliğinde ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak; ABD’de sert bir şekilde güçler ayrılığı ilkesinin bulunması, yasama ve yürütmenin birbirlerinin işlerine karışmaması, başkanın bazı kararlarının senato tarafından onaylanması gerekmesi itibari ile ortaya çıkan dış politikada ve karar alma sürecinde birçok aktörün (kongre, savunma bakanlığı, istihbarat teşkilatı, lobiler, çıkar grupları, şirketler) aktif rol aldığı ve soğuk savaş sonrası ABD müdahaleciliğinin artması sonucu iç politikada oluşan rahatsızlık daha ılımlı bir başkanın ve neticesinde daha dengeli ve diplomasiye önem veren bir dış politika oluşmasını sağlamıştır. Türkiye’de parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gibi daha istikrarlı ve koalisyonun değil ittifakların öne çıktığı bir sistemin gelmesi, yasama organı ve cumhurbaşkanlığı arasında birbirlerinin fesih gibi bir yetkinin bulunması, bunun dışında neredeyse hiçbir atama-politika yapımı vs. konularda cumhurbaşkanlığı ve yasamanın birlikte çalışmadığı yani görece daha bağımsız bir cumhurbaşkanını bulunması sonucunda Türkiye’de hızlı karar alma ve dış politikada liderin öne çıktığı görülmektedir. Bunun etkisi ise Türkiye’nin parlamenter demokrasi ile yönetildiği dönemden daha lider merkezli ve daha serbest bir dış politika izlediği söylenebilir.

Ömer Göksoy

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.