Akademiden Sohbete -1: Dr. Selçuk Topal

15.06.2020
Akademiden Sohbete -1: Dr. Selçuk Topal

Sizce bir özel şirketin uzaya astronot gönderebilir hale gelmesi uzay yarışında ne gibi değişikliklere neden olacaktır? Uzaya dair yakın gelecekte yaşanabilecek kişisel öngörülerinizden bahsedebilir misiniz? Uzay bilimi hayatımızın neresinde olacak?
Daha fazla sayıda özel şirketi uzayda göreceğiz. Aslında sadece SpaceX değil birçok başka özel uzay şirketi var ancak onlar reklamını pek iyi yapamıyor. Ülkemizde bile, büyük şirketler gibi olmasa da, bazı uzay şirketleri var. Uzay sektörü büyümeye devam edecek. Uzay turizmi pek yakında uygulanabilir bir şey olarak karşımıza çıkacak. Bir gün dileyen herkes atmosferde 100 km’nin üzerine çıkıp bir nevi astronot olacak. Bazı insanlar astronot tanımında çok katı davranıyor. Eğer 100 km uzayın sınırı ise oraya ne amaçla çıktığın beni ilgilendirmez. Eğer o yüksekliğe sağ salim çıkıp inebildiysen sen de teknik olarak bir astronotsun demektir. Diğer yandan, aslında hepimiz birer astronotuz. Uzay gemimizin adı ise Dünya. Güneş denilen bir yıldızın ve Samanyolu denilen bir galaksinin merkezi etrafında tur atıyoruz. 4.5 milyar yıldır kozmik denizde yolculuk halindeyiz. Bizler uzay gezginleriyiz.
Öyle görünüyor ki yeryüzündeki savaşlar yörüngede devam edecek. Birçok ülkede nükleer savaş başlığı olduğu biliniyor. Ve bu ülkeler çoğunlukla ‘barış’ kelimesini sıkça telaffuz eden ülkeler. Ancak, 1967 Dış Uzay Antlaşmasına göre savaş başlıklarını yörüngeye çıkarmak ‘şimdilik’ yasak. Düşünün. Yörüngeye çıkaramıyoruz ama gerekirse yeryüzünde birbirimizi katletmek için kullanabiliyoruz. İnsan evrendeki en zeki canlı mı bilmem ama bağımlılık derecesinde iktidar ve güç hastalığından muzdarip muhtemelen evrendeki tek canlı. Uzay yarışı yörüngenin de ötesine gidecek. Ay madencilik için işgal edilecek. Dünya’da rezervi tükenmek üzere olan bazı nadir elementlerin Ay’da olduğu düşünülüyor. Şu an için, Ay’a gidip kâr getirecek kadar nadir element toplamaya çalışmak tabiri caizse astarı yüzünden pahalı biri girişim olur. Sanırım ortalama on yıl sonra Ay madenciliği ciddi ciddi düşünülecek. Soğuk Savaş dönemindeki uzay yarışına bakarsanız ABD ve Rusya’nın amacı uzaya ilk çıkan ülke olabilmekti. Rusya, Ay’a insan gönderme hariç, her uzay hedefinde ABD’yi geçti. Ancak uzay yarışı artık atmosferi aşmak değil Ay’dan daha da öteye gidebilme şekline büründü. Ülkeler bizzat Güneş Sistemi’nin içinde yarışmaya başlayacak. Ay’da üs kurulduğunu göreceğiz. Muhtemelen 2050 yılından sonra ise Mars’ta. Gelecekte ortaya çıkabilecek COVID-19 benzeri veya daha kötü bir salgın tehdidi yukarıdaki öngörülerimi elbette geciktirebilir. Diğer yandan, bu belki çok iddialı bir öngörü olacak ama bence bu yüzyıl bitmeden Güneş Sistemi içerisinde bir gök cisminde basit bir Dünya dışı yaşam formu bulunacak. Vücudumuz da dahil olmak üzere evrendeki en bol element hidrojendir. Evrenin neresine bakarsak bakalım aynı periyodik tabloyu görüyoruz. Ve yaşamın başka bir yerde hayat bulması için yeterince vakti vardı. Bundan dolayı evrende yalnız olmamız gerekten çok düşük bir olasılık. Ancak, UFO fanatiklerinin iddia ettiğinin aksine, zeki bir uygarlığın Dünya’yı sık sık ziyaret ediyor olması ise daha düşük bir olasılık.

Tabii hep kötü şeyler olmayacak. Uzay bilim ve teknolojileri hayatımızı kolaylaştıran teknolojiler üretmeye devam edecek. Elbette uzaya yatırım yapmayan ülkeler o teknolojilerin sadece birer müşterisi olacak. Kendimize şu soruyu artık ciddi bir şekilde sormamız gerek: Uzay yarışında tüketici mi olacağız üretici mi? Bir gün bu gezegen terk edilmek zorunda kaldığında kendi uzay gemimiz ya da başka bir gök cisminde yerleşim yerimiz olacak mı? Yoksa başka ülkelere ait uzay gemilerinin ekonomi koltuğunda yer bulmak için çekilişe mi katılacağız? Bunlar ciddi sorular ve ilgili kişiler ve elbette tüm vatandaşlarımız kendine bunu sormalı. Öncelikle sokaktaki vatandaş uzayın öneminin farkına varmalı. Aksi halde bir ülke tepeden inme projelerle uzay yarışında lider olamaz. Toplumu ilgilendirdiği halde halkın önemine yeterince vakıf olmadığı hiçbir proje tam anlamıyla başarılı olamaz. Bize, gelecekte hangi meslekle uğraşırsa uğraşsın, uzay bilim ve teknolojilerinin temel düzeyde de olsa öneminin farkına varmış insanlar lazım.

Türkiye, Astronomi çalışmaları ile şu an Dünyada nasıl bir konumdadır?


Astronominin birçok alanında çalışan astronomlarımız, astrofizikçilerimiz var. Görsel dalga boyuna özgü teleskoplarımız var. Yakında kızıl-öte (atmosfer nedeniyle çok yüksek dalga boyuna çıkamayacak olsa da) bir teleskop da faaliyete geçecek. Bu teleskop aynı zamanda sahip olduğumuz en büyük optik teleskop olma özelliğini de koruyor. Ülkemizde Dünya çapında keşifler yapanlar var. Mesela geçen yıllarda Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünden bir ekip ülkemizin ilk öte-gezegen keşfini gerçekleştirdi. Ülkemizde astronomiyi masaya yatırdığım üç bölümden oluşan geniş bir yazı dizisine (Türkiye’de Astronomi I, II ve III) dileyen herkes internette ulaşabilir. O yazı serisi, ülkemizde astronomi bilimleri anlamında ne yapıldığını genel bir çerçeveyle açıklamaktadır. Elbette başka bir gök cismine uzay aracı gönderme kabiliyetimiz henüz yok. Ancak uzay ajansımızın da kurulmuş olmasıyla birlikte, eğer gereken önem verilirse, en geç on yıl içinde Ay’a bir araç gönderebiliriz. Bunun olmaması için hiçbir neden yok. Yeter ki isteyelim ve liyakatli bir şekilde işimizi yapalım.

Bu alan Türkiye’de ne kadar çok biliniyor? Ya da doğru bilinen yanlışlar nelerdir?
Öğrencilik yıllarımda suratıma tokat gibi çapan ilk gerçek halkın büyük bir çoğunluğunun astroloji ve astronomi arasındaki farkı bilmemesiydi. Kampüste yanıma gelip elini açarak ciddi ciddi fal bakar mısın diye soran çok oluyordu. Ben de kahroluyordum tabii. Tüm Dünya toplumları olarak bilim ile sahte bilim arasındaki farkı bilmiyoruz diyebilirim. Bu, gezegenin insanlık tarihi ile yaşıt ortak bir sorunu. İşte bu nedenle bilimin akademiden çıkıp sokağa inmesi gerektiğine inanmışımdır. Ancak bu sayede halka bilimin ne olduğunu anlatabilirsiniz. Ancak bu sayede geçmişin cahilliğinin günümüzdeki izleri olan sahte bilimlerin toplumda bu derece hızlı yayılmasını engelleyebilirsiniz. Bu idealden hareketle, son yedi yıldır var gücümle hem astronominin temel ve güncel bilgilerini hem de bilim ve sahte bilim arasındaki farkı halkımıza anlatmaya gayret gösteriyorum. İçinde planetaryum da olan yaklaşık 2 milyon TL’lik projeleri yazdım ve bilim danışmanı oldum. Ülkemin 30 şehrine bizzat giderek, her şehrine ise online bağlanarak seminerler verdim. Sadece seminer verdiğim genç sayısı 300.000’i aştı. Son yedi yılda 100’ü aşkın popüler bilim makalesi kaleme aldım. Halen bazı yerlerde yazıyorum. Son zamanlarda bir de YouTube kanalı açtım. Nitekim sözüm ona fenomen YouTube tayfası herkes gibi uzayı çok seviyor ama konuşmaya başladıklarında iki kelimelerinden biri yanlış oluyor. Çünkü, uzay ile alakalı bir sayı verirken dikkat etmeniz gerekir. Eğer bir sıfır fazla söylerseniz, konuyla hiç alakası yokken, diğer galaksiye gidebilirsiniz, ya da bir sıfır eksik söylerseniz Güneş’in merkezine dalarsınız. Nitekim astronominin konusu adı üstünde; astronomik! Ben de bununla mücadele için bunca yoğunluğum içinde öğretici videolar hazırlıyorum. Uzayla alakalı uluslararası etkinlikler olunca ülkemi temsil etmeye çalışıyorum. Uluslararası Astronomi Birliği (IAU) geçen yıl Ay’a inişin 50. yılını Dünya çapında, 60 ülkeden 800 etkinlikle kutladı. MEB Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı’nın teknik desteği ile Gelecek Uzayda adıyla Türkiye’deki en büyük online semineri yaptık. Ve bu etkinlik o yüzlerce etkinlik içerisinde kendi kategorisinde (The Biggest Turnout) IAU tarafından birincilik ödülüne layık görüldü. Hediye güzel bir teleskop içeriyor. Şimdi o teleskop ne için kullanılıyor biliyor musunuz? Hayatında teleskop görmemiş fen bilgisi öğretmeni adayları için. Uzayı temel anlamda öğrenmiş fen bilgisi öğretmenlerinin yetişmesi için elimden geleni yapıyorum. Nitekim, belki geleceğin Einstein’ı veya Aziz Sancar’ı olacak o çocuklara o fen bilgisi öğretmenleri dokunacak. Diğer yandan, TV programlarından davet gelince çok yoğun olmama rağmen hayır demiyorum. Çünkü bir kozmik fenomenin doğru şekilde halka aktarılması gerekiyor. Bugüne kadar onlarca programa katıldım. Ben tüm yaptığım bu çalışmalara, gelecek idealimi temsil etsin diye #gelecekuzayda adını verdim. Bu benim yıllardır kullandığım sloganım. Nitekim, insanlığın geleceğinin uzayda olduğuna hep inandım. Gelecek Uzayda marka patentli, uluslararası ödüllü, alanında ülkemizdeki en geniş kapsamlı projedir. Peki bunları neden anlattım? Bu alan Türkiye’de ne kadar çok biliniyor diye sordunuz. 10 yıl öncesine kıyasla bugün muhtemelen 100 kat daha iyi biliniyor. Yaptığım bu çalışmaların uzay ajansının kurulması fikrinin olgunlaşmasına da naçizane destek olduğunu düşünüyorum. Nitekim, bu alanı popülerleştirmek ve daha da önemlisi ne kadar önemli bir alan olduğunu halka en doğru ve ilgi çekici şekilde anlatabilmek için var gücümle çalıştım, çalışıyorum. Her yaptığım şeyi gönüllük esasına dayalı olarak yaptım. Nitekim ben bir bilim insanıyım. İşletme sahibi değilim. Sosyal medyada kendini parlatacak bir ekibi olan, içi boş kuru gürültü tipler gibi olamam. Topluma karşı bir sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Henüz finansal destek bulamadığım çok büyük bir başka projem daha var. Bilim-toplum projelerine destek bulmak inanın çok zor. Nitekim parası olan birçok insanın ne bilim ne de uzay vizyonu var. Bu üzücü ama geleceğe dair hep umutluyum.

Özellikle içinde bulunduğumuz şu günlerde gezegenimize ne kadar zarar verdiğimiz ve her geçen gün daha da yaşanılmaz bir hale getirdiğimiz aşikar. Başka bir gezegende yaşam üzerine yapılan çalışmalarda insanların ilgisini Mars büyük ölçüde çekmiş durumda. Hatta bu konuda çalışmalar var sanırım. Peki acaba son durum nedir? Sizce böyle bir şey mümkün müdür? Özellikle gezegenlerin topografyaları vs. göz önüne alındığında bu planlar ne kadar gerçekçidir ?

Mars insanlık tarafından en fazla uzay aracı gönderilen gezegendir. Mars’ın koşulları tek kelimeyle cehennem. Mars yüzeyinde korunmasız kalırsanız birkaç dakika içinde ölürsünüz. Elbette böyle bir cehenneme neden insanlık gitmek istiyor diye sormanız gayet mantıklı. Bunun birçok nedeni var. Ve her nedenin insanlığa çok büyük faydası var. Elbette insanlık tarihi ile yaşıt kanser gibi önemli bir sorunumuz var: Bilime karşı takınılan umursamazlık. Uzay çalışmalarına sahte diyen insanlar en kibar tabirle geometri, fizik ve temel anlamda bilim fakirleridir. Geçen senelerde InSight isimli uzay aracı Mars’a indi. Başlıca görevlerinden biri Mars’ın yüzeyini birkaç metre delip eğer varsa depremleri ölçmek. Bu bilgi ileride kurulacak bir Mars kolonisi için yararlı olacaktır. Ben InSight uzay aracının Mars yüzeyinden çektiği fotoğrafları sosyal medya hesabımdan paylaştığımda bir kullanıcı ‘Hocam buranın Arabistan çölü olmadığı ne malum!’ diye çıkışmıştı. Görüyorsunuz ya, ne yazık ki bu evrende bazı nöronlar ve bolca oksijen israf ediliyor! Ancak, o sonsuz boşlukta ne olduğunu merak eden en az bir kişi her zaman olmuştur, olacaktır. Mars’a yeni bir uzay aracı gidecek. Hedefi canlılığa dair izler bulmak. Mars’ta yaşanabilir kapalı alanlar kurmak hayal değil. Maksimum 50 yılda bu iş bence yapılacak. Bu sayede Dünya bir gün cehennemi yaşarken (sorunuzda bahsettiğiniz insan etkileri nedeniyle) hayatta kalmamızı sağlayacak teknolojilere Mars sayesinde sahip olabiliriz. Mars’a gitme hedefini günlük yaşantımızdan uzak bir şey zannedersek, bize yararı olmayacağını düşünürsek yanılırız. Elbette bizler astrofizikçiler olarak salt bilim yaparız. Ve bilimin topluma yararlı olma gibi bir misyonu yoktur. Ancak böyle bir misyonu olmasa bile bilim gelişirken teknoloji de mühendislik de gelişir. Ve siz günlük yaşantınızda hayatınızı kolaylaştıran teknolojilere sahip olursunuz. Örneğin, eğer bugün meme kanserinden Alzheimer hastalıklarına birçok hastalığı daha duyarlı bir şekilde tespit edebiliyorsak bunu uzay bilim ve teknolojilerine borçluyuz.

İleride bu alanda çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz neler?


Öncelikle hangi alanda çalışırlarsa çalışsınlar lütfen yapmaktan zevk aldıkları alanda ilerlesinler. Nitekim Dünya işini sevmeyen insanlarla dolu. Dünya uzaydan çok güzel görünür. Ancak yüzeyine inip insan içine karıştığınızda aslında ne kadar depresif bir gezegen olduğunun farkına varıyorsunuz. Büyük bir çoğunluğumuz yaşantımızdan memnun değiliz. Bize ekranlardan empoze edilen sanal zenginliklerin, başarı hikayelerinin, o şaşalı hayatların imgelerinde kaybolmuşuz. Sabah uyandığımızda yine aynı acınası hayatımızla baş başa kalıyoruz. Çoğunluk için durum bu. Bunun nedeni ise hayallerinin peşinden koşacak cesarete sahip olamamak. Bugün eğer tüm Dünya’da profesyonellik ve liyakat sorunu varsa bunun nedeni sevdiği işi değil de, nehrin akıntısına kapılmış bir yaprak misali, hayat veya insanlar onu nereye savurduysa o işi yapan insanlar nedeniyledir. Eğer astrofizikçi olmak istiyorlarsa akademisyen olmayı hedeflemeliler. Astronomi bölümleri kamuya personel yetiştirmez. Bilim insanı yetiştirir. Elbette uzay ajansımız kurulduğu için bir miktar o kuruma astrofizikçi alınabilir. Ancak astronomi kamuya personel yetiştiren diğer bölümler gibi düşünülmemelidir. Uzay ile alakalı işler yapmak isteyenler varsa mühendislik, temel bilimler ve teknisyenlik alanlarında ilerleyebilir. Astronomi matematik, fizik ve bilgisayar kodlamayı iyi derecede bilmeyi gerektirir. Eğer bu yazıyı okuyan bir arkadaşımın astrofizik hedefi varsa hemen ücretsiz kodlama dili olan Python’ı indirmeli ve öğrenmeye başlamalıdır. Hemen! İnsan olarak bizler tarihimizi kanla yazdık. Hâlâ gezegende kan durmuş değil ancak gençler geleceği kanla savaşla değil kodlarla yazacaklar.

Sizlerden Kitap önerileri alabilir miyiz?
Eylül ayında raflarda olacak ve adeta evrenin bir kılavuzu olan nevi şahsına münhasır popüler bilim kitabımı öneriyorum. Yirmi yıldır akademik olarak astronomiyle ilgileniyorum. Kitap, hem akademik hem de bilim anlatıcılığı birikimimi okuyucuya sunacak. Kitabın adını şimdi söylemeyeyim. Sürpriz olsun!

Türkiye’de mm-altı astronomi çalışmaları yapan tek akademisyenmişsiniz. Bu alanı nasıl seçtiniz? Karar alma aşamasında ne gibi zorluklar yaşadınız? Çalışmalarınızda ne gibi araçlar kullanıyorsunuz?


Türkiye sınırları içinde mm/mm-altı çalışan bildiğim kadarıyla sadece ben varım. Geçen yıllarda bir yüksek lisans öğrencim ülkemizin ilk mm astronomisi tezini başarı ile sundu. Şimdi yurtdışında benzer bir alanda doktora yapıyor. İki yüksek lisans öğrencim daha var. Ne mutlu ki yavaş yavaş sayımız artıyor. Doktora tez konum olarak ülkemizde çalışılmayan bir alanda çalışmak istemiştim. Farklı bir dalga boyunda galaksileri çalışmak istedim. Mutluyum ki istediğim alanda doktora derecemi aldım ve çalışmaya devam ediyorum. Oxford Üniversitesi Astrofizik Bölümü’nden kabul almadan önce Hollanda Groningen ve Utrecht üniversitelerinden kabullerim vardı. Ancak ben Oxford’da karar kıldım. Atatürk’ün emriyle 1929 yılında hayat geçirilen 1416 sayılı yasaya istinaden burs kazanmıştım. Bu burs başarılı olmanızı zorunlu kılıyor. Aksi halde devletin ödediği tüm bursu yasal faiziyle ödemek zorunda kalıyorsunuz. İşte bu herkesin alacağı bir risk değil. Dil eğitimi ve doktora ile birlikte toplamda yaklaşık 800 bin TL’den bahsediyorum (2010 rakamları). Eğer doktorada başarısız olursanız bu tutarı nasıl geri ödeyebilirsiniz ki? Ben kesinlikle ödeyemezdim. Ciddi bir tutar. Ancak ben kendime hep güvenmişimdir. Eğer biri bir işi başarmışsa ben de çalışırsam başarırım diye düşünürüm. Ve başarıya ulaşmak istiyorsanız risk almak zorundasınız. Başarı gökten zembille inen bir şey değil. Her ne kadar astroloji size başarının göklerden geldiğini söylese de gerçek hayatta durum bu değil. O nedenle herkese astroloji ve benzeri sahte bilim rüyalarından uyanıp alın teri akıtmayı öneriyorum. Ben risk aldım. O an hayal edemeyeceğim kadar çalıştım. Doktoranın ilk senesi çok zorlandım. Günde 16 saat çalıştım. Saçlarıma o dönem aklar düşmeye başladı. Ama nihayetinde başardım. Çalışınca oluyor. Ama deli gibi çalışınca… Ben mm/mm-altı dalga boylarına özgü teleskoplar ile elde edilen verileri inceliyorum. Elbette bazen mor-ötesi, kızıl-öte ve görsel dalga boyu verilerini de kullanıyorum. Son makalemde bolca mor-ötesi ve kızıl-öte verisi de inceledim mesela. Galaksimiz dışındaki başka galaksilerde bulunan yıldız oluşum bölgelerini ve genel anlamda galaksi evrimini çalışıyorum. Yani dünya işleriyle pek işim yok ve bundan dolayı çok mutluyum.

Verdiğiniz bir seminerde veya katıldığınız bir programda size sorulmuş en absürd soru nedir?


Sene 2001. Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde kanı kaynayan ikinci sınıf astronomi öğrencisiyim. Bir kanalda sabah canlı yayınlanan ve kadınlara hitap eden bir programa bir arkadaşımla (o da şimdi uzay sektöründe çalışıyor) seyirci olarak katıldım. Önceden bir dizide figüranlığım vardı (berbat bir oyunculuktu tabii!). Bağlı bulunduğum ajanstan aradılar ve ‘Selçuk sen böyle işleri seversin’ dediler. Ben de sevmem demedim ve programa katıldım. Hâlâ aktif şekilde çalışan adını söylesem hemen hatırlayacağınız ünlü bir astrolog program konuğuydu. Bir de BBG evinden Tarık. Astrolog konuşmasının bir yerinde ‘evrenin enerjisini hesapladım’ dedi. Astroloji bu tarz enerji hesaplarını çok seven ama özünde enerji kavramından hiçbir şey anlamamış bir uğraştır. Bu tarz enerji hesabını çok seven bir astroloji gönüllüsüne şu cismin şu koşullar altında kinetik enerjisi ne diye sorsam donar kalır. O sözden sonra sunucudan mikrofonu nasıl aldım hatırlamıyorum. Aslında biz seyirciydik. Yani böyle sohbetlere girmemiz beklenmiyordu. Ama hikayenin başında da dediğim gibi kanı kaynayan genç bir astronom adayıydım. Öyle absürt bir cümle telaffuz edildikten sonra beni kim tutabilirdi ki! Sordum ‘enerji hesabı için hangi denklemi kullandınız?’ Astrolog ise şöyle yanıt verdi: ‘Sen anlamazsın, beynimle hesapladım!’. Bu astrologların zor durumda kaldığında kullandıkları klasik tavırlardan biridir: ‘Sen anlamazsın!’. Demek ki anlatamamış ki anlamamışım. Ve eğer bir konuyu karşınızdaki insana anlatamamışsanız aslında o konudan hiçbir şey anlamamışsınız demektir. Nitekim zihninizde aslında saçma olan bir şeyi mantıklı argümanlarla savunamazsınız. Astronomi ve astroloji arasındaki farkı savunduğum katıldığım ilk programdı. Absürt soru ise başka birinden geldi. Seyirciler içinde orta yaşlı bir amca vardı. Karikatür gibi biriydi. Ben astrolog kişiyle tartışmamın bir yerinde ‘Güneş Dünya’dan 149 milyon 600 bin km ötededir.’ dedim. O karikatür amca da ‘Ne biliyorsun? Gittin mi?’ diye sormuştu. Bugün bile bu tarz sorular soranlar var. Olacaktır da. Alıştık artık. Herkes tedaviyi bende aramasın. Lütfen bir doktora danışsınlar. Diğer yandan, sosyal medya hesaplarımı takip eden minik bir kesim, ben astroloji hakkında bazı iletiler yazınca buna çok bozuluyorlar. Bir kesim de ‘ama ben astronomi için sizi takip etmiştim’ deyip asıl hayal kırıklığı olan astrolojiyi eleştiriyor olmamı gizlemeye ve başka bir algı yaratmaya çalışıyor. Astrolojinin en çok darbe vurduğu bilim dalı astronomidir ve astronomiye yıllarımı verdim. Benden önce binlerce yıldır emek verenler gibi. Yani, astroloji hakkında en çok konuşması gereken ve astrolojinin aslında nasıl bir beyin uyuşturucu sahte bilim olduğunu halka anlatması gereken başlıca insanlar bizleriz: Astrofizikçiler. Bundan rahatsız olanlar varsa şimdiden söyleyeyim daha çok rahatsız olacaklar.

Uzayda seslerin kaybolmadığına dair birçok söylenti var bu durumu açıklar mısınız?


Sesin uzayda kaybolmaması için öncelikle uzaya ulaşabilmesi gerekir. Ses moleküllerin titreşimi ile yayılıyorsa ve uzayda neredeyse hiç molekül yoksa (santimetre küp başına ortalama bir atom!) ses Dünya atmosferinden çok öteye gidemez. Elbette sesi belli kriterlerle elektromanyetik radyasyonun bir formuna dönüştürüp evrenin diğer ucuna da gönderebilirsiniz. Sinyali gönderdiğiniz yerde akıllı bir yaşam varsa ve eğer onların uygun dönüştürücüleri varsa oraya da bir şarkı göndermeniz teknik olarak mümkündür. Ama o artık ses değil elektromanyetik bir dalga olacaktır ve daha da önemlisi mesafe kat ettikçe enerjisi düşecektir. Yani evrende veri gönderebileceğiniz mesafenin de bir sınırı var. Diğer yandan, bazen medyada duyduğumuz ‘gezegenlerin sesi’ denilen şeyler de aynı mantıktan hareketle üretilir. Gezegenden gelen elektromanyetik ışınım ses dalgasına dönüştürülür. Gerçekte gezegenin bize seslendiği yok yani. Ama astrolojiye sorsanız, seslenmeyi bırak birer ilişki danışmanı bu gezegenler! Bu gezegenler o kadar gevezeler ki her konuda fikirleri var! Sanırım sohbetin bu kısmına kadar astroloji vb. sahte bilimlerden ne derece haz etmediğim anlaşılmıştır.

Oxford geçmişinizle ilgili deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Oxford muhteşem bir yer. Yaklaşık 800 yıllık bir tarihi olan köklü bir üniversite. Oxford, su kanalları ile çevrili, insanların vakit geçirmesi için geniş parkların olduğu, doğa ile iç içe minik bir şehir. Ancak eğitim öğretim zamanı nüfus bir milyonu aşıyor. Üniversite uzun zaman önce birçok kolejin birleşmesi ile oluşmuş. Şehrin her yerinde tarihi binalardan oluşan kolejleri görüyorsunuz. Mesela ben Christ Church isimli kolejin bir üyesiyim. Mezun olduk ama hem üniversite mezunları hem de kolej üyeliğim devam ediyor. Kolejimin yemekhanesinde bazen akşam yemekleri yerdim. O yemekhane Harry Potter filmindeki o minik büyücülerin yemek yediği yerdi. Sırf o yemekhaneyi görebilmek için Dünya’nın her yerinden gelenler olur. Üniversite ise elbette sağladığı olanaklarla adına yaraşır bir üniversite. Bu arada ek bir bilgi vereyim. İngiltere’de bilmediğiniz çorbayı içmeyin. 5-6 ülke görmüş biri olarak söyleyebilirim ki bırakın sadece çorbayı Dünya’nın en iyi yemekleri bizim ülkede diye düşünüyorum. Ama Güney Kore’ye özgü bazı acılı yemekleri ve içecekleri sevdiğimi de söylemem gerek. Oxford’da evime yakın bir Çin marketi vardı. İçeri girdiğimde eşime hep şunu söylerdim ‘Tanrım! Gene biri ölmüş burada!’ Nedense içerisi berbat kokardı. O markete neden girerdik bilmiyordum. Girerdik ama bir şey almadan çıkardık. Sanırım gerilimi seviyorduk. Virüs de Çin’den tüm gezegene yayıldı zaten. Çinliler yemek alışkanlıklarını değiştirmeli. Adam gibi ezogelin çorbası içmeyi öğrensinler artık! Evime yakın Bitlisli bir abinin işlettiği dönerci vardı. Doktora konularıma çalışırken gecenin ikisinde yediğim o dönerleri hiç unutamam. Yurtdışında birçok şey size çok farklı gelecektir. Ve yemek bunlardan biri. Oxford’daki bir markette ülkemize ait zeytini ilk kez gördüğümde yaşadığım o duygusal anları da hep hatırlarım. Kısaca, Oxford muhteşem bir yer. Evinizi nereye giderseniz gidin özlersiniz. Ama Oxford o özleme aldırış etmeden gidilmesi gereken bir yer. Oxford Üniversitesi astrofizik bölümü Dünya’nın en iyi astrofizik bölümlerinden. Bu alanda ciddi çalışmalar yapmış çok büyük bilim insanlarının olduğu bir yer. Mesela pulsarları keşfeden Jocelyn Bell Burnell’in ofisine yakın bir ofiste çalışıyor olmak harikaydı. Bölümde Joseph Silk, James Binney gibi daha birçok iyi astrofizikçi var. Benim için unutulmaz bir deneyimdi.

Peki ya astronominin en gizemli olgularından kara enerji, kara madde ve kara delikler hakkında ne söyleyebilirsiniz?


Kara enerji ve kara maddeye kıyasla, kara delikler hakkında çok daha fazla şey biliyoruz. Bu üç olguyu direkt olarak gözleyemiyoruz. Ve içlerinde en bilinmezi kara enerji. Öyle görünüyor ki evrendeki kara madde miktarı sabit. Evren genişlediği için hacim artıyor ve dolayısıyla normal madde gibi kara maddenin de yoğunluğu giderek azalıyor. Kara maddenin de normal madde gibi davrandığını (kütle çekimine sahip) düşünüyoruz. Hatta kara madde olmasaydı muhtemelen galaksiler ve diğer hiçbir şey oluşamazdı. Kara enerjisinin ise kara maddenin tam zıttı gibi davrandığını düşünüyoruz. Bu nedenle evrenin son beş milyar yıldır ivmelenerek genişlemesinin baş aktörü olarak kara enerji gösteriliyor. Kara enerjiyi bir madde gibi değil de uzay-zamanın kendine has bir enerji tipi olarak düşünmek gerek. Ve öyle görünüyor ki evrenin genişlemesi kara enerjinin yoğunluğunda bir düşüşe neden olmuyor. Şimdi kara maddenin ve kara enerjinin evrenin genişlemesi karşısındaki tutumunu tekrar ele alırsak, öyle görünüyor ki kara enerjinin giderek daha da dominant olduğu bir evrene doğru gidiyoruz. Kara delikler adının bize canlandırdığı gibi birer delik değil. Ancak kuantum dünyası ile makro dünyanın birbirine geçtiği bir yer olduğu düşünülüyor. Ve henüz kuantum ile genel göreliliği birlikte harmanlayan, herkesin hemfikir olduğu bir teori yok. Onu karmaşık yapan da bu. Son çalışmalarla anladık ki genel görelilik teorisi bir kez daha haklı çıktı: Kara delikler gerçek. Büyük galaksilerin (muhtemelen her galaksinin) merkezinde bir süper kütleli kara delik var. Bir gün bir kara deliği çok daha yakında inceleyebilir miyiz bilmiyorum ama ondan uzak durmakta fayda var. Buraya kadar söylediklerim olaya bir açıdan bakmak olur. Nitekim, kara enerjinin yoğunluğunun negatif veya pozitif yönde değişiyor olduğunu söyleyenler de var. Bu da evrenin geleceği ile yakından alakalı. Çünkü kara enerjinin artıp azalmasına bağlı olarak evren ya tekrar içine çökebilir ya da artan bir ivme ile genişlemeye devam edebilir. Hangisi olacak bilmiyoruz. Ve dürüst olmak gerekirse, bu senaryoların zaman ölçeklerine baktığımızda, evrenin geçmişine kıyasla bir göz kırması kadar bile zaman kaplamayan insanoğlunu düşündüğümüzde, bu olayların hiçbiri aslında bizi ve minik hayatlarımızı ilgilendirmiyor. Odaklanmamız gereken gezegenin daha büyük sorunları var. Mesela Trump gibi…

Son olarak, gençlere naçizane birkaç tavsiye vermek istiyorum. Fanatikliğin her çeşidine karşıyım ancak bilimde fanatiklik anlamakta en çok zorlandığım şey. Mesela bir bilim insanının fanatiği olmamalıdır. Lütfen etiket meraklısı olmasınlar. Bir insanı bilim insanı yapan belli başlı akademik kriterler vardır. Ve bu kriterlerin hiçbiri nahoş bir ses tonuyla video platformlarında sözüm ona bilim içerikli video üretmek değildir. İnsanlar, eğer varsa, o kişilerin uzmanlık alanlarına baksınlar. Her izledikleri sözüm ona bilim videosunu kendilerine referans almasınlar. Diğer yandan, bize tüm iletişim araçlarından empoze edilen ve sürekli yüceltilen şeyler, zenginlik, gösteriş, sosyal medyada fenomen olmak vb. gibi içi bomboş şeylerdir. Bugün medyada gördüğünüz sözüm ona o fenomenlerin hangileri ile temel düzeyde bilimsel bir olguyu tartışabilirsiniz? Bu soruma karşılık şunu sorabilirsiniz elbette: Peki herkes evrenin işleyiş mekanizmalarını temel düzeyde bilmek zorunda mıdır? Kesinlikle evet. Madem bu evrenin bir parçasıyız, onun içindeki yerimizi temel düzeyde bilmek zorundayız. Geçmişe bir bakın. Dünya’nın başına ne geldiyse, fanatik cahiller nedeniyle gelmiştir. Ne fanatik olalım ne de cahil. Bir fikre, kişiye ve gruba körü körüne bağlanmayalım. Sorgulayalım. Öğrenelim. Öğretelim. Aydınlatalım çevremizi. Bakın o zaman Dünya ne güzel bir yer haline geliyor. Ayrıca, neden insanların çoğu akıllarının almayacağı kadar karmaşık şeyleri duymaktan zevk alıyor anlamıyorum. Ben anlayabildiğim şeyleri dinlemekten ve okumaktan daha çok zevk alıyorum. Nitekim, onu anlayabiliyor ve içselleştirebiliyorum. Lütfen anlaşılabilir konu ve insanlara prim verin. Ağzından çıkan şeyler hakkında zerre kadar fikri ve vizyonu olmayan, bir şekilde etiket taşıyanlara değil.

Bu güzel sorular ve sohbet için çok teşekkür ediyorum. Bilim, mantık ve sevginin hüküm sürdüğü daha güzel bir Dünya diliyorum. Gelecek Uzayda!

Dr. Selçuk TOPAL, Astrofizikçi
Twitter/astronomturk
Instagram/drselcuktopal

Röportajı yapan Arda Şahin

ETİKETLER: , ,
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.