Aslında Ben

09.04.2018
Aslında Ben

Ona geçmişini anımsatan boş duvarları izlemekten bunaldığında, sonbahar renkleriyle boyanmış hayallere daldığı pencere pervazına yaslanmış,elinde kahvesiyle, defterine bir şeyler karalıyordu.Mürekkebin kurumasına müsaade etmeden sayfaları hızlıca çevirirken,başını kaldırıp yemyeşil sokağına dalgın bakışlar atıyordu.Yol boyunca dizilmiş ağaçları sırayla takip etti.Gözleri yolun sonundaki hırçın denize takıldı.Durmadan yükselen dalgalar lacivertten beyaza doğru tonlanırken aklına resim okuduğu yıllarda kullanmaktan eskittiği paletler geldi.Rüzgar,bir ressam misali fırça darbeleri vururken palet de eski beyazlığını özleyecek kadar uzun bir süre üzerine yapışan boyalardan kurtulamıyordu.

Perdelerini okşayan tuzlu koku burnunu kaşındırdığı sırada havanın soğukluğuna şaşırıp sabahlığına biraz daha sarıldı.Ağaçlar çıplak sırtlarına değen rüzgarda,daha da dikleşen cüsseleriyle bitmek bilmeyen kış günlerine meydan okurken, o kamburunu çıkarıp içeri kaçmayı tercih etti.Sırtını cama döndüğünde karşılaştığı krem rengi duvarları görmezden gelerek sakince koltuğa oturdu.Öylece oturmuş duvara bakarken tekrarladı kendi kendine o satırları.Duvarlar yorulmuştu onu dinlemekten.O da yorulmuştu arkası kesilmeyen mağlubiyetlerinden.Bir köşede biriken satırları gün yüzüne çıkacağı zamanı bekliyordu.

Aklından geçenler kafasını bulandırmaya başlayınca,koltuğun kenarında duran pantolonunu hızlıca altına geçirip kapıya doğru ilerledi.Neredeyse dizlerine kadar gelen ağır kürkünü giyerken yavaşlayıp üzerine çöken kararsızlıkla mücadele etti.Aynaya bakmadan hızlıca evden çıkarken,kapıyı kilitlemeyi unutup merdivenlerden aşağı koşmaya başladı.Aşırı hızdan savrulduğu merdiven dönüşlerinde tırabzana tutunan ellerinin acısını umursamadı.Apartman kapısına ulaştığında duvara yaslanarak nefesini düzene sokmaya çalıştı.Kafasını yukarı kaldırdığında aniden açılan kapının arkasından çekildi;içeri girmeye çalışan poşetli kadına yol verip apartmandan dışarı attı kendini. Şubat ayının güneşli soğuğunda ne yapacağını bilemez bir halde ayaklarının götürdüğü yöne gitmeye başladı.Şimdiye kadar hiçbir zaman rotası olmamıştı zaten.Hayallerine giden uzun çizgide kaleminin ucu pek çok kez kırılmış,eline aldığı her kalemi yarım bırakmaktan hoşlanmasa da bir süre sonra alıştığı bu döngüde,kendini kaybettiği anlarda,pes etmenin işvesi alıkoymuştu onu mücadeleden.Yuttuğu cümleler boğazına bir düğüm gibi takılmıştı.Sessizliğin derin sularında yüzerken onu alıkoyan gaile yüzeydeki gürültülü kalabalıktı.Dört bir yanından gelen bağrışmalarla içindeki korku gittikçe büyürken savaş meydanında tutsak kalmış gibiydi.Attığı her adımda bir mayına denk gelme ihtimali artıyordu.Aklından geçen ihtimaller silsilesinde kurtuluşa dair bir iz  yoktu.El değmemiş her şey burada yok olmaya mahkumdu.

Bitmeyen uzun bekleyişleriyle boşlukta sallanırken aklının dipsiz kuyularına girdi. Yamuk taşların arasından çıkan hevesleri aklını karıştırdı.Kalbiyle çatışan aklına sitem edip yolunu şaşırdı.Çıkışa yaklaştığını sandığı sırada çizdiği daireleri fark edip önceden tanışık olduğu, hüsranla dolup taşan bedenini salıverdi.Sessiz figanları bir nehrin amansız akışını hatırlatırken bunun bir teslimiyet olmadığını fısıldayarak çözdü kürkünün iplerini.Mücadele güçleştikçe direnmekten vazgeçip korku olduğunu bildiği bu duyguya başka isimler taktı.Fakat bir yırtıcı gibi avını gözetleyen korku,onun zayıf anını kollarken peşindeki kasırgadan kurtulması imkansızdı.Düşüncelerinin verdiği tedirginlikle yürümeyi bırakıp bir apartman köşesine oturdu.Yürürken rüzgarla kontrolden çıkan saçlarını düzeltmek için elini saçlarına attığında ifadesiz bakışlarla etrafını izlemeye başladı.Görüş alanına girenler onu huzursuz etti.Köşedeki fırından gelen ağız sulandırıcı kokular insanları tek bir noktaya toplamıştı.Her Pazar günü özenle hazırladıkları kahvaltı masalarının güzelliği için telaşlanıp soğuk havayı umursamadan sokaklara dökülmüş gibiydiler.Zor geçen bir haftanın ağırlığını omuzlarından atmak gayesiyle yazdıkları bu mutluluk senaryosunu izlerken sıraya dizilmiş insanların “Acaba çay demlenmeden evde olur muyum?”,”Bizimkiler uyanmış mıdır?”,”Sahi dolaptaki son peynir bitmiş miydi?” diyen endişeli düşüncelerini duyabilirdiniz.Düşüncelere nüfuz eden yeni sesler çoğalırken,sabahın derin sessizliğindeki gürültüyü bir anlığına susturan güneş,binaların arasından süzülerek fırının önündeki renkli masaları aydınlattı.Sokağın aşağısındaki dik yokuşu ağır adımlarla çıkan insanlar burada soluklanıp sohbet ediyolardı.Arada şiddetlenen rüzgar,şapkalarını uçurmasın diye bir elleri hep tetikteydi.Boşta kalan elleriyle çay bardaklarını ince belinden kavrayıp ısınmaya çalışsalar da pek işe yaramıyor gibiydi.

Soğuk pazar gününün sıcak sohbetleri devam ederken gıcırdayarak açılan bir pencere dikkatimi çekti.Sokağın ortasındaki pembe panjurlu apartmanda oturan Behiye Hanım her zamanki gibi pencere kenarında yerini almış,kolçaklarına anne yadigârı dantellerini serdiği koltuğunda yavaşça ileri geri sallanarak torununa kazak örüyordu.Suratından okunan mutluluğa bakılırsa Ahmet Bey’den bu sabah da çiçek gelmişti.Her sabah özenle vazoya yerleştirdiği çiçeklerini severken yoldan geçen birini durdurup tanışma hikayelerini anlatarak eski günlere yâd etmekten inanılmaz zevk alırdı.Hikaye her dile dökülüşünde biraz daha değişip mahallenin peri masalı haline gelmişti.Tıpkı diğer şeyler gibi o da saf haliyle kalamamıştı.

Saklandığı köşeden çıkıp yeniden yürümeye başladı.Deniz özlemiyle yokuşu hızlıca inerken rüzgar gözlerini yaktı fakat artık önemli değildi.Yolun sonuna gelmişti.Kendi riyakârlığına dayanamıyordu.Yolunun buradan geçmesi gerektiğine inandırmıştı kendini.Yol gidiyordu fakat ona gitmek isteyip istemediğini soran yoktu.

Ustaca boyadığı beyaz şeritli yolda bazen çizgilerin dışına boya taşırarak yönünü değiştirmeye çalışıyordu.Böyle anlarda umutla dolup taşan gülümsemesini görebilir hatta hissedebilirdiniz.İyi şeylerin kısa ömürlü olduğunu bildiği için her şeyi tek nefeste halletmeye çalışıyordu.Böylece bütün bedeni hissedebilecekti ufukta doğan güneşi.

Karanlığın esir aldığı yolda,ay ışığı ayaklarına ulaştığı vakit,bedenini taşımakta zorluk çeken yaşlı dizleri onu yüzüstü bıraktı.Yere oturup dizlerini kendine çekmiş bir vaziyette başının üstündeki koca kadife maviyi izliyordu.Acı bir gülümsemeyle başını sallamaya başladığında çelimsiz bedenini taşıyan dizlerini suçlamadığını anladım.Suçluyu değil, ona tekrar güç verecek cesaretini arıyordu.Bedenine uyum sağlayamayan dizleri… Aklıyla çelişen kalbi…Çizilen şeritler kururken o da gitgide kuruyordu.Uzaktan izlediğim bu olaylar silsilesinde,her şeyin değersizleştiği bu zaman diliminde,başrolün çehresine yağan yağmur durmuyordu.Kulağıma ulaşan rüzgar,çığlıklarını o kadar ustaca yutuyordu ki sadece yanındakiler duyabiliyordu sesini.Başta kulak tırmalayan ses karmaşası dinlemeye devam ettikçe bir resitale dönüşüyordu.Tıpkı gitar tellerinin birbirine dokunuşu gibi çevik hamlelerle bedenime çarpıyordu melodiler.Farklı yönlerden gelen sesler bana yolumu kaybettirirken saçlarıma dokunan rüzgar benden aldıklarını geri getirmemek üzere uzaklara götürüyordu.Yavaş yavaş parçalanan bedenim,acıyla buruşan suratım,kabuk bağlayıp her seferinde daha da derinleşen yaralarım ve bomboş bakan gözlerim…Bu sahnede tek bir oyuncu vardı.Uzaktan kendime baktım.Gözlerimi kapadım ve sonbaharda dökülen yapraklar gibi dağılmasına izin verdim gözyaşlarımın.

10535563_629059660540764_6671881506495597290_o

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

  1. anıl dedi ki:

    behiye hanımı dinledim o yokuşu birçok defa çıktım yüzmeyi bilmiyorum ama ormanı ne kadar sevmiyorsam denizi de o kadar özlüyorum ama öğrendiğim bir şey var ömrü kısa olan “güzel şeyler” değil, bizim ömrümüz kısa