Ataerkil Düzene Mercek: Nedir Bu Patriarka?

30.06.2020
Ataerkil Düzene Mercek: Nedir Bu Patriarka?

Ataerkil düşünce sistemi özellikle 20 ve 21. yy. boyunca hakkında oldukça konuşulmuş, tartışılmış ve üzerinde konuşulan alanları kapsamakla birlikte sosyal, ekonomik ve psikolojik parametreleri ortaya çıkışından bu yana yüzyıllardır derin bir biçimde etkileyen oldukça önemli bir kavramdır. Kökeni incelendiğinde Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hüküm sürmek,yönetmek) kelimelerinden oluşan ve Türkçeye ise patriarcal (Fr.) kelimesinden kazandırılan ataerkillik ise temelde erkek yönetiminin hakim olduğu toplumsal düzene işaret eden bir kelimedir.

     Peki toplumsal düzen nasıl ve ne zaman ataerkil sistemin hakimiyet kurduğu duruma evrildi ya da en başından bu yana toplumsal düzene zaten ataerkil sistem mi hakimdi? Aslında insanların avcılık ve toplayıcılıkla uğraştığı tarihler bize mutlak hakimiyeti erkekte olan bir toplum yapısının  mevcut olmadığını gösteriyor. İnsanlar besin ve diğer zaruri ihtiyaçlarını genelde yaşadıkları çevreden karşılayarak yaşamlarını sürdürüyorlardı ancak avcılık ve toplayıcılığın ardından Neolotik Çağ’a geçilmesiyle hız kazanan tarım uğraşılarının insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasında merkezi duruma yerleşmesi, ilkel toplumsal yaşamdan kabile toplumuna geçiş süreci toplumun temel yapısındaki birçok önemli değişikliğe neden olduğu gibi yönetim ve hakimiyet kavramında da farklı yapılara yol açtı (Daly ve Lee, 1987). Tarımsal süreç, iş yükünün avcılık toplayıcılık döneminde olduğundan farklı olarak kadınlardan erkeklere kaymasına neden oldu; kadının statüsünün yok sayılmaya başlanmasıyla erkeğin rolünün artışı aynı paralelde incelenebilir duruma geldi. Tarıma geçiş gibi önemli ve köklü bir ekonomik değişiklikle birlikte özel mülkiyet anlayışının da gelişmesiyle sosyal ve siyasal uçurum daha da arttı. Özel mülkiyet kavramının gelişiminden önce kesin sınırlarla zengin ya da fakir bireylerin varlığından söz edilemezken büyük ekonomik ayrıcalıklardan da net çizgilerle bahsedilemezdi. Frederic Engels, insanlar mülkiyet anlayışını elde ettikten gelişen sürecin kadının toplumdaki rolünün kısıtlandığının önemle altını çizer. Bu duruma ise verilebilecek en net örnek evlenecek kadına ödenen para ile birlikte kadının üstünde adeta bir sahip kavramı yaratılması hatta bununla da kalınmayıp üstünde kurulan otoritenin fiziksel, psikolojik ve ekonomik açıdan kadını zayıf durumda bırakması ve kısıtlamasıdır (Garst,2015). Tarihsel süreç bununla da sınırlı kalmamıştır. Simone de Beauvoir bu durumla ilgili erkeğin otoriteyi eline almasının özellikle Rönesans ve Orta Çağ esnasında gerçekleştiğini vurgularken kadınların çalışma hayatından ve üretim araçlarından uzaklaştırıldığını ve böylece gücün dengesizliğinin sağlamlaştırılmasının nihai temellerinin atıldığını ileri sürer. Kadının özgürlüğü sınırlandırılır ve işlevsiz hale getirilir, kadın böylece sosyal ve ekonomik izolasyona maruz kalır. Lerner’e göre ise kadının toplumsal hayattaki etkisinin giderek azalmasındaki en somut örneklerden biri de kadının sahip olduğu menstrüasyon dönemi ve hamilelik gibi doğal süreçlerin adeta bir hastalık ya da anormal durum olarak görülmeye başlanması hatta kadınların bu zamanlarında resmi dairelere ve kiliselere giremez oluşlarıydı. Yüzyıllardır süren bu otorite neden son bulmadı ve var olmaya devam etti gibi sorular sorulurken erkek egemenliğinin baskısı altındaki kültürel devamlılığın kesintisizce sağlanması ve diğer yerleşmiş toplumsal değerlerin süregelmeye devam etmesi ataerkil düzeni korur ve devam ettirir gibi cevaplar bulmak oldukça olası. Üstelik kadınların ekonomik özgürlüklerini sağlayamamasıyla birlikte toplumsal düzende hali hazırda nesiller boyu devam eden ahlaki kural ve tabular da bu yönetim sistemini pekiştirmekle kalmayıp ileri taşımıştır yargısına varmak da oldukça mümkün.

      Özetle, toplumsal düzenin ataerkil düzene kaymasının altında yatan ana gelişmelere Neolotik Çağ sonrası yaşanılan sosyal ve ekonomik düzende değişiklikler örnek teşkil eder. Bunun yanında süregelen geleneksellik, kültürel değerlerin sorgusuz kabulü gibi olgular da bu hakimiyetin neden yüzyıllardır süregelir olduğuna öne sürülebilecek nedenlerden sadece birkaçıdır.

Servin Çağıl ULUSAY

KAYNAKÇA

Görsel kaynağı: Sylvia Palacios Whitman, Passing Through, Sonnabend Gallery, 1977. Courtesy of Babette Mangolte and BROADWAY 1602 HARLEM, New York. 

Alıntıdır: (30 Haziran 2020) https://hammer.ucla.edu/radical-women/art/art/passing-through-sonnabend-gallery-9211

Daly, R. H., Lee , R. B. (1987).  Man’s domination and women’s oppression: The question of origins.In Kauffman, M. (Der.), Beyond patriarchy: essays by men on pleasure, power, and change (ss. 30-44). New York, NY: Oxford University Press.

Garst, K. L. (2015, Ekim 2). The origins of genders. The Faithless Feminist

Lerner, G. (1986). The Creation of Patriarchy. New York, NY: Oxford University Press

Thinkingaloud7189. (2015, Ocak 8). Simone de Beauvoir: 1975 interview (English subs). Alınan yer:  https://www.youtube.com/watch?v=VmEAB3ekkvU

YAZAR BİLGİSİ
Servin Çağıl
Servin Çağıl, 2000 yılında doğdu. Şu an Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Metalurji ve Malzeme Mühendisliği okuyor. Görsel sanatlara, sinemaya ve felsefeye yakından ilgisi olmasının yanı sıra sosyolojiye ilgisi de zamanla gelişmiştir. Çocukluğundan bu yana yaratıcı drama ve tiyatro eğitimleri almasıyla birlikte sahne sanatlarına da ilgisi oldukça katlanmıştır. Bilim yazıları ve moleküler düzeyde çalışmalar özellikle ilgisini çekmekte ve aslında akademik kariyeri için ilhamları olmaktadır. Haziran 2020'den bu yana sosyoloji, sinema, bilim alanlarında yazılarını büyük bir keyif ve istekle yazmaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.