Bosna-Hersek İç Savaşı

11.12.2018
Bosna-Hersek İç Savaşı

Bosna-Hersek, Yugoslavya Federasyonu’nun hem yüzölçümü hem de nüfus bakımından üçüncü büyük ülkesiydi. Oldukça heterojen bir yapıya sahip olan Bosna-Hersek nüfusunu yüzde (%) 39.2 oranında Müslüman Boşnaklar, yüzde 18.2 oranında Katolik Hırvatlar ve yüzde 32.2 oranında ise Ortodoks Sırplar oluşturmaktaydı. Federasyonu kasıp kavuran milliyetçilik rüzgârı Bosna-Hersek’te de kendini hissettirmişti. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Hırvatlar ve Sırplar, Boşnakların kendi kimliklerinden olduğunu savunmaktaydı. Savaşın kızıştığı ve hızla Bosna-Hersek’e doğru yön aldığı bu dönemde çeşitli basın yayın organlarını kullanarak milliyetçi kampanyalar başlatmışlardır. Kullanılan Bosnalı Sırp ve Bosnalı Hırvat terimleri medya da yavaş yavaş terk edilmiş bu terimler yerine yalnızca Hırvat ya da Sırp terimleri tercih edilmişti. Müslüman grupların desteklediği medya organlarında ise “Bosnalı” ibaresinin kullanımı, “Müslüman” tanımı lehine olarak azaltmıştı. Tüm bunlara rağmen Bosna-Hersek halkı uzun süre ‘üçüncü yol’ ihtimalini umut etmişti. Milliyetçiliğin zirveye ulaştığı 1992 yılında dahi gerçekleştirilen nüfus sayımında kendisini Sırp, Hırvat yada Müslüman olarak değil ‘Yugoslav’ olarak kayıt ettiren ortalama 60 bin kişi bulunmaktaydı üstelik günlük yaşamda insanlar farklı dinlere ve gruplara eskisi gibi saygı göstermekteydi. Halkın uygar Bosnalılık kültürüne olan gururlu güvenleri, Hırvatistan’daki iç savaşın en koyu zamanlarında dahi, Bosna-Hersek’te bir savaş çıkabileceğini akıllarına getirmelerini engellemişti.
Federasyonda yaşanan gelişmelerin ardından Bosna-Hersek yönetimi bağımsızlık referandumuna gitme kararı almıştı. Bu karara Sırp milliyetçiler oldukça fazla tepki göstermiştir. Bağımsız bir Bosna-Hersek’te Müslümanların yönetimi ele alacağı korkusu ve hesaplanan yüksek doğum oranları ile nüfusun büyük bir kısmını elde edeceği senaryosu sadece fanatik milliyetçi Sırpları değil tüm Sırpları telaşa düşürmüştü. Ortaya çıkan bu korku siyasiler tarafından da yönlendirilmişti. Bosna-Hersek’in bağımsızlık yolunda attığı her adımda, bu adımları atan Müslüman ve Hırvat partileri ile bağımsızlığı onaylamayan Sırp Demokratik Partisi (SDP) arasındaki mesafe biraz daha açılmıştır. Bosna-Hersek Parlamentosu, 15 Ekim 1991’deki bağımsızlık kararını, 240 milletvekilinin 133’ünün katılımıyla aldı ve SDP 72 milletvekiliyle bu oylamayı boykot etti. Bosna-Hersek yönetimi bağımsızlık kararını duyurmak için aceleci davranmamıştır. Bunun ardında kararın silahlı müdahaleyi beraberinde getireceği öngörüsü yatmaktaydı. Yönetim, Avrupa Topluluğu’ndan (AT) cumhuriyetin statüsünün uluslararası hukuk açısından bir süre askıda tutulması için ricada bulunmuşolsa da AT bunu kabul etmedi ve bağımsızlık referandumu talep etti. 29 Şubat/l Mart’ta yapılan referandumu Sırp toplumu boykot etti ve sandığa giden % 63’lük nüfusun % 99.4’ü bağımsızlıktan yana oy kullandı. Bu sonucun ardından 3 Mart 1992 tarihinde Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını duyurdu.Bu duyurununardından Sırp milletvekilleri “Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti”nin kuruluşunu ilan etti.
Bağımsızlık kararının ilanından sonra bölgede çatışmalar görülmekteydi. Sırp milisler Saraybosna sokaklarında barikatlar kurmaya başladı. Bunun üzerine Müslüman ve Hırvat milislerde hızla karşı barikatlar oluşturdu. Gerilim hızla tırmanırken binlerce silahsız gösterici düzenledikleri eylemler ile bu barikatların kaldırılmasını sağladı. Bu durum Saraybosna’da başarılı olan son barış eylemidir. Farklı bölgelerde çatışma sesleri yükselirken Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti Parlamentosu27 Mart tarihinde, başkent ilan ettiği Banya Luka’dan, Sırbistan, Karadağ ve Hırvatistan’daki özerk Sırp bölgelerinden oluşan “yeni Yugoslavya’ya bağlanma kararını duyurdu. Bu kararın ardından çatışmalar giderek şiddetlenmişti. 5 Nisan’da Dubrovnikli kız öğrenci Şuada Dilberoviç’in Sırp milislerce öldürülmesi, Saraybosna’yı esir alacak olan kuşatmanın simgesel “ilk kurşun”u olmuştur. Nisan ayında Sırp milisler saldırılara başladı. Hırvatlar ama özellikle Müslümanlar, saldırıların aniliği ve şiddeti karşısında gafil avlandılar. Müslümanların yardım alabileceği bir anavatanlarının olmayışı durumu onlar için daha zorlu kılmaktaydı. Avrupa’nın böyle bir savaşa izin vermeyeceği düşüncesi de savaşa psikolojik olarak hazırlanmayı zorlaştırıyordu. Müslümanlar ve Hırvatlar yavaş yavaş örgütlenmeye başlasalar da Sırp milis güçleri ile aralarındaki eşitsizlik kapatılacak gibi değildi.
Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna 1992 tarihinden itibaren kuşatma altına alındı. Şehir etrafındaki yüksek dağlara yerleşen keskin nişancılar ile şehir her an ateş altınaydı. Kuşatmanın ilk yılı sekiz binden fazla insan hayatını kaybetmiştir. Kuşatma oldukça çetindi ve yardımlar Sırp milislerin kontrolünün ardından havalimanından çıkabiliyordu. Halkın yeme-içme-barınma gibi en temel ihtiyaçları dahi karşılanamamaktaydı. Karaborsa faaliyetleri artmıştı. Isınmak için park ve bahçelerdeki ağaçlar kesiliyordu. Diğer şehirler içinde durum oldukça kötüydü. Elektrik ve su sağlanamıyordu. İletişimsiz kalan halkı dış dünyaya sadece cılız radyo yayınları bağlamaktaydı. Halk Sırp milislerin kıyımları ile karşı karşıyaydı ve direnmeye çalışıyordu. Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti içerisinde ise Sırpların giriştikleri etnik temizlik daha hızlı ilerlemekteydi. Özellikle radikal Sırpların yoğun olduğu Banya-Luka bu girişimlerin kalesi konumundaydı.


2 Şubat 1994’teki Saraybosna Katliamı’ndan sonra, ABD Yugoslavya’ya “Saraybosna’yı bombalamayı durdurması, tüm silahları, ağır tank ve topları merkezden 30 km geriye çekmesi ve BM kontrolü altındaki bölgelerden uzak durması” konusunda bir nota göndermiştir. Miloseviç’in ültimatomu kabul edecekmiş gibi görünmesine rağmen ordunun başında bulunan Mladjiç, Goradze’ye doğru yürümeye başlamıştır. Bu hareketin ardından Sırpları çekilmeleri konusunda bu kez de NATO uyarmışolsa da bu uyarıyı ciddiye almayan Sırplar, Goradze’ye saldırır. Şehir tam düşmek üzereyken devreye giren NATO Barış Güçleri Sırp mevzilerini bombalamaya başlamıştır. Bu gelişmenin gerçekleştiği sırada Hırvat Devlet Başkanı, “Batı Hersek’teki Hırvatların Bosna-Hersek’te ayrı bir devlet kurmaları gerektiği” konusunda uluslararası bir konuşma yapmış, kısa bir süre sonra da Bosna-Hersek’ in kuzeyinde ve Hırvat sınırına yakın bölgelerde Hırvatlar ayaklanmaya başlamıştır. Böylece savaşın başından beri aynı safta olan Hırvatlar ve Müslümanlar farklı cephelerde yerlerini almıştır.
Taraflar Aralık 1994 tarihinde uzlaşma masasına otursa da bir anlaşma sağlanamamıştır. Bunun üzerine Sırp Milisler, BM ve NATO’nun Güvenli Bölge ilan ettiği Srebrenitsa’yı ele geçirmiş ve soykırıma girişmiştir. Srebrenitsa’da yaşananlar insanlık tarihinin kara lekesidir. Gerçekleşen bu soykırımın ardından Boşnak ve Hırvatlar yeniden ittifak kurarak Sırplara karşı saldırıya geçmişler ve Sırpları bazı kasabalardan geri çekilmek zorunda bırakmışlardır. Bu sırada BM ile tam bir anlaşma sağlayamayan NATO, hava bombardımanı için Hızlı Reaksiyon Gücü (HRG) oluşturmuştur. HRG, Boşnak-Hırvat karşı saldırısı sırasında havadan da destek vererek Sırp güçlerin hava sahasını kullanmasını büyük ölçüde engellemiş ve Sırpların geri çekilmesinde de pay sahibi olmuştur. Temmuz 1995 tarihinde NATO güçleri Sırp güçlerini ve Belgrad’ı bombalayarak Sırpları anlaşmaya ikna etmiştir.
Kasım 1995’te Richard Holbrooke’un aracılığı ile başlayan görüşmelere Boşnakları temsilen Aliya İzzetbegoviç, Hırvatları temsilen Franko Tudjman ve Sırpları temsilen Slobodan Miloseviç katılmıştır. Üç hafta süren görüşmeler sonrasında 21 Kasım 1995’te Dayton Barış Antlaşması imzalanmıştır. Dayton Barış Anlaşması ile Bosna-Hersek Devleti, Bosna ve Hırvat Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti’nden oluşacaktır. Toprakların yüzde 51’i federasyonun olurken yüzde 49’u Cumhuriyetin olacaktır. Ayrıca yönetimde eşitliği sağlamak adına kolektif bir başkanlık sistemi belirlenir. Bu sistem, alınacak kararlarda tıkanmaları da beraberinde getirmektedir. Ayrıca NATO ileride gerçekleşebilecek sorunlar için 60.000 kişilik bir barış gücünü de Bosna-Hersek topraklarına yerleştirmiştir. 20.000 kişilik IFOR (Implementation Force) askerleri de ABD tarafından sağlanacaktır. İmzalanan bu anlaşmanın Bosna-Hersek’in sorunlarına çözüm bulduğunu söylememiz oldukça güçtür fakat barışı beraberinde getirmiş ve kanı durdurmuştur. Antlaşmanın ardından zaman zaman ufak tefek sorunlar baş göstermektedir bunun sebebi Dayton Antlaşması’nın Bosna- Hersek’ in tarihsel, sosyal ve etnik gerçekliğini ve bölge devletleriyle olması gereken denge unsurunu gözetmemesidir. Savaş süresince yoğun etnik kıyımın yaşandığı Vişegrad, Srebrenica, Zvornik, Foça ve Drina boyundaki Boşnak bölgelerin Sırp Cumhuriyeti toprakları olarak tescil edilmesi, Dayton Antlaşması’nın önemli dengesizliklerinden biridir. Dayton antlaşması ile Bosna-Hersek sorunu çözülmüş görünse de Kosova’nın bu antlaşmanın dışında bırakılması, Kosova’da ikinci bir insanlık dramını beraberinde getirecektir. Bosna-Hersek’ten dersli olan Amerika ve Avrupa Devletleri bu kez müdahale için fazla beklemeyecektir.
Bir sonraki yazımda Kosova Müdahalesini inceleyeceğiz.

KAYNAKÇA
Bora, T. (1995). Bölgeler, Sorunlar; Yugoslavya Milliyetçiliğin provokasyonu (2. basım). İstanbul: birikim yayınları.
Bora, T. (1995). Bölgeler, Sorunlar; Yugoslavya Milliyetçiliğin provokasyonu (2. basım). İstanbul: birikim yayınları.
Hacıoğlu, Ümit, Y. C. (2010). Bosna-Hersek : Batı ’ nın Güvenini Kaybettiği Medeniyet. In K. İnat (Ed.), Dünya Çatışma Bölgeleri (2. Basım, ss. 671–691). Ankara: Nobel Yayınları.

YAZAR BİLGİSİ
Sündüs Adaş
Sündüs Adaş, 1994 İstanbul doğumludur. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında Yüksek Lisans mezunu olan Sündüs, Balkan coğrafyasına özel ilgi duymakta ve yazılarını, araştırmalarını bu alanda yoğunlaştırmaktadır. Farklı kültürler tanımak, yeni insanlarla tanışmak, gezmek ve okumak en büyük tutkularındandır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.