Bozkırkurdu: Yaşamı Kaçıranlar Yüzüne İnen Bir Tokat

18.05.2018
Bozkırkurdu: Yaşamı Kaçıranlar Yüzüne İnen Bir Tokat

 

Doğu kültürüne yakınlığı ile bilinen Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu romanı, Kamuran Şipal’in Almancadan yaptığı çeviri ile Yapı Kredi Yayınları’ndan basılıyor. Bu yıl, 26. baskısı yapıldı. Kitap 209 sayfadan oluşuyor. Hermann Hesse’nin bizlere okumanın ne demek olduğunu tekrar hatırlatan bu romanı, ‘Bozkırkurdu’ adı verilen bir adamdan bize kalan notları içeriyor. Üstelik bu adı kendine kitabın başkahramanı olan Harry Haller veriyor.
Romanın başında Harry Haller’in ev sahibinin yeğeni, onun hakkındaki gözlemlerini okuyucuyla paylaşıyor. Haller ile yaşadığı kısıtlı şeylere rağmen ‘Bozkırkurdu’ onda büyük bir izlenim bırakıyor. Onu şöyle tanımlıyor: “Tek başına yaşayan pek sessiz biriydi… Şimdiye kadar hiç rastlamadığım ölçüde insanlardan kaçan biriydi… Benimkinden değişik bir dünyadan çıkıp gelmiş yabancı, vahşi, ürkek hatta çok ürkek bir yaratıktı.” Bozkırkurdu’nun bakışı, gülüşü, duruşu sıradan değildi. Hemen hemen hepsinin ne anlama geldiğine dair koca bir kitap yazılabilirdi. Anlatıcının teyzesinin evinde Haller’in yaşadıklarına bakacak olursak son zamanlarda tavırlarında, hal ve davranışlarında, bir değişiklik göze çarpıyordu. Günün birinde ise kimseye veda etmeden oradan ayrıldı. Geride ise kaleme aldığı notları bıraktı. Bu notları anlatıcının dilediği gibi kullanabileceğini önceden ona bildirmişti. Bay Haller, anlatıcının hayatını kolaylaştırmış değildi fakat anlatıcı onu huzur ve dostlukla anıyordu.

İşte romanın bu kısmından sonra anlatıcı Bay Haller’in bir bölümüyle hastalıklı, bir bölümüyle güzel bir düşünce zenginliği içeren notlarını bizlerin bilgisine sunuyor. Niyetinin de notları okuyacak olanın kendi vicdanına göre bir karara varması olduğunu belirtiyor. Haller notlarına hoşnutluk denen şeye hiç katlanamadığını belirterek başlıyor. Buradan itibaren her şeyi Bozkırkurdu’nun ağzından okuyoruz. Olanı biteni kendisi anlatıyor bizlere. Yaşadığı çevreyi inceleyerek sağlıklı ve saygın bir yaşamı fark ediyor. Fakat bu yaşamda sahte bir canlılık olduğunu da belirtmeden geçmiyor. Doğa içinde yürüyüşler yapıp şiirler yazdığı anlar da oluyor, mutlu acılar çektiği anlar da. Zamanla dünyada hiçbir şeye karşı kendini koruyamaz oluyor. Bir ara gönlünün kapılarını her şeye açıyor fakat kasvetli ve yavan günler tekrardan parıldıyor. Bozkırkurdu için yaşadığı küçük burjuva havası esen toplum manzarası karşısında altından yolu ele geçirmek çok zor. Tıklım tıklım trenleri, otelleri, kafeteryaları, geçit törenlerini, bilgiye susamış insanlar için düzenlenen konferansları, kocaman statlardaki neşe ve sevinçleri anlaması imkânsız. Yaşamın içinde bunların hepsini kaçıkça buluyor. Sonunda şunu söylemekten de çekinmiyor: “Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu Amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir. O zaman kaçık biriyim ben! O zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir Bozkırkurduyum.” İşte böylece Bay Haller’in kendine niçin Bozkırkurdu dediğini de anlamış oluyoruz.
Olayımıza gelecek olursak, Bay Haller gece yolda yürürken broşür dağıtan gizemli bir adamla karşılaşıyor. Adamın elindeki pankartta “Sihirli tiyatro, herkes giremez.” yazdığını görüyor. Bir broşür alarak incelemeye başlıyor ve kapağında yazgısal olduğunu düşündüğü şu başlığı görüyor: “Bozkırkurdu üzerine inceleme. Herkes için değil, yalnızca kaçıklar için.” Broşürü inceledikten sonra kendine ilişkin iki portre oluşturuyor; biri hüzün ve korkuyla dolu şiir olan Haller, diğeri nesnellik görünümlü serinkanlılıkla çizilmiş bir Haller. Yani bir yönüyle insan, diğer bir yönüyle yabani bir Bozkırkurdu. -Bu broşürde yazılanların hepsinden burada bahsetmeyeceğim. Bozkırkurdu’nun ve okuyucunun kendisine karşı bakışını değiştirebilecek nitelikte bir inceleme yapmış sevgili Hesse.-
Romanın bu kısmından sonra Haller meyhanede bir kadınla tanışıyor ve ondan çok etkileniyor. Hermanie isimli bu kadın, Bozkırkurdu’nun yüzüne yaşamdaki basit gerçekleri vuruyor adeta. Bozkırkurdu’nu kendine getiriyor bir nebze. Beraber ufak ama mutluluk verici etkinlikler yapmaya başlıyorlar. Hermanie, Bozkırkurdu’nun yaşamı bu denli ciddiye alıyor oluşuyla beraber davranışlarındaki bütün tutarsızlıklara karşı, tek bir bedende birden fazla ruh olduğunu hatırlatarak zihnine bir yol göstermeye çalışıyor. Ruhundaki bazı özelliklerin daha küçücük bir bebek, bazı özelliklerin ise yaşını başını almış olduklarını ona göstermeye çalışıyor. Kendini ona dinlettiriyor, çünkü Bozkırkurdu’nun delicesine birilerini dinlemeye ihtiyacı olduğunu fark ediyor. Hermanie’nin Haller’dan gerçekleştirmesini istediği büyük bir isteği oluyor. Bu istekle beraber anlıyoruz ki aslında sıradan bir hayat yaşayan Hermanie’nin, okumuş, son derece kültürlü sayılabilecek Bozkırkurdu’nu bu kadar iyi anlaması bir tesadüf değil. Hermanie, Bozkırkurdu’nu alıyor ve herkesin giremeyeceği yalnızca kaçıklar için olan tiyatroya gidiyorlar. Romanın bir başka yöne doğru evrildiği nokta işte tam olarak burası. Bozkırkurdu’na verilen bir uyuşturucuyla bir tiyatroyu yaşıyorlar. Bir oyundan oluşan tiyatroda Bozkırkurdu çeşitli kapılardan giriyor, çıkıyor ve kurgulanmış bu oyunda fazla ciddi davranıyor. Birçok insanla ve birçok olayla karşılaşıyor. Bu karşılaşmalardan biri Mozart ile yaşanıyor üstelik. Hesse, Mozart ile Bozkırkurdu’nu konuşturuyor, düşüncelerini yarıştırıyor. Romanda sık sık böyle diyaloglara rastlamak mümkün. Bozkırkurdu’nun tüm bu olaylar ve insanlara karşı verdiği tepkiler onun sonunu hazırlıyor: Kendini unutuyor, tiyatronun sevimli hayal dünyasını, gerçeğin lekeleriyle kirletiyor.

Bay Haller, ölüm cezasına çarptırılacağını düşünürken aslında onu bambaşka bir ceza bekliyor. Onun için ölümden daha ağır, daha zor bir ceza. Pablo onu bekliyor, Mozart onu bekliyor.
“Aklınızı başınıza devşireceksiniz artık! Yaşayacak ve gülmesini öğreneceksiniz. Yaşamın lanet olası radyo müziğini dinlemesini öğrenecek, onun altında saklı ruhu ululamasını öğrenecek, ondaki zımbırtıya gülmesini öğreneceksiniz. Hepsi bu kadar, sizden daha fazla bir şey istendiği yok.”
Kendini yaşama Bozkırkurdu gibi yabancılaşmış hisseden, tüm bildikleri ve öğrendikleriyle hep daha fazlasını bilmek isteyen, çağımızın tüm yenilikleri arasında duygularını kontrol etmekte zorlanan herkes romanı okuduktan sonra kendini bulmaya, yaşamdaki yerini bulmaya bir adım daha yaklaşacak. Aslında insana bütün bu bilgi yığınının, bütün aynılıkların, bütün teknolojik aletlerin içinde duygularıyla var olan bir ‘insan’ olduğunu hatırlatan Hesse, yaşam konusunda bir fikre, bir inanca sahip olanlara, beklentilerinin gerçekleşmediğini gördüklerinde ayakta kalmanın anahtarını da veriyor.

Aslı CEYLAN

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.