Geç İmparatorluk ve Erken Cumhuriyet Döneminde Bir Sosyalleşme Aracı Olarak Sinema

28.08.2019
Geç İmparatorluk ve Erken Cumhuriyet Döneminde Bir Sosyalleşme Aracı Olarak Sinema

Deniz Tunç Kalyoncu

Bugün, milyonlarca insan film ve sinema kültürü üzerine yazıyor, düşünüyor veya sadece mekân olarak çeşitli yerlerde film izlemek için sinema salonlarını tercih ediyor. Film izleme kültürünün dönüşmesine ve farklılaşmasına rağmen sinemalar güçlü birer film izleme yeri ve aracı olarak hizmet vermeye devam ediyor. Örneğin, 2017 yılında Türkiye’de 71 milyon adet sinema bileti satıldı. İşte bu noktada, zamanı biraz geriye alarak özellikle Geç İmparatorluk ve Erken Cumhuriyet Döneminde İstanbul merkezli yaşanan toplumsal ve sosyal dönüşümü ve sinemanın bu dönüşüme nasıl aracı olduğunu sinemanın farklı niteliklerini de ele alarak tartışmaya çalışacağım.

İki Şehrin Hikâyesi: Beyoğlu (Pera) ve Şehzadebaşı (Direklerarası)

  1. yüzyılın başlarında İstanbul’daki eğlence kültürünün yaşandığı en önemli iki yer Beyoğlu ve Şehzadebaşı semtleriydi. Bu iki semt, bir anlamda iki farklı eğlence kültürünün de temsilciliğini üstlenmiş durumdaydı. Bir tarafta Ramazan eğlenceleri ile ünlenmiş olan Şehzadebaşı, diğer tarafta ise heterojen nüfus yapısı ile Batılı yaşam ve eğlence anlayışının benimsendiği Beyoğlu. Özellikle 19. yüzyılın sonlarında Şehzadebaşı’ndaki bir cadde olan Direklerarası, Ramazan eğlencelerinin merkezi konumuna geldi. Yine bu tarihlere yakın olarak 1897 yılında, dönemin Sabah gazetesi, Şehzadebaşı Osmanlı Tiyatrosu’nda bir sinema gösteriminin yapılacağını duyurdu. Elbette Ramazan eğlenceleri sebebiyle yapılan bu gösterim, sinema ve tiyatro kültürü ile ünlü olan Beyoğlu ile yaşanacak kültürel ve sosyal rekabetin habercisi olacaktı. Bu rekabet, bir nevi iki farklı dünyayı temsil eden bu semtlerin, sinema üzerinden kendilerini ifade ettikleri bir mücadele alanına dönüştü. 1908’den 1938 yılına kadar 176 sinema salonu, farklı isimlerle İstanbul’da açılacak ve çoğunlukla Beyoğlu ve Şehzadebaşı semtlerinde faaliyet göstereceklerdi. Zamanla sinema, sadece İstanbul’da değil; aynı zamanda dünyanın farklı bölgelerinde de oldukça tercih edilen bir eğlence aracına dönüştü. Örneğin, Türkiye ile Almanya arasında bir karşılaştırma yapan bazı sosyologlar, iki ülkenin de dünya savaşını kaybetmesinden kaynaklı yaşanan toplumsal çözülmenin ve psikolojik durumun, kitleleri, geçmiş yılların acılarını unutturmak için toplu olarak sinemalara yönelttiğini söylemektedir. Yazımızın başlıca konusunu oluşturmasa da Almanya üzerine bazı değerlendirmeler için “Colin Storer’ın A Short History of the Weimar Republic” isimli kitabının beşinci bölümüne göz atılabilir. Sinema, insanlara hiç tanımadıkları insanlarla sohbet etme imkanını sunmakta ve görece politik olmayan bir alan yaratıp insanların orada vakit geçirmelerini sağlamaktaydı. Diğer taraftan, eğlencenin en ucuz yollarından biriydi ve özellikle gölge oyunları gittikçe popülerliğini kaybediyordu. Beyoğlu ile Şehzadebaşı arasındaki bir nevi görünmez rekabete geri dönecek olursak, Beyoğlu’nda açılan sinemaların koltuk kapasiteleri Şehzadebaşı’ndaki sinemalara oranla daha fazlaydı. Bu durum, sinemaya olan talep hakkında bize birtakım ipuçları vermektedir. Talebi salt niceliksel bir kavram olarak da düşünmemek gerekli. Özellikle cumhuriyet ile birlikte, dönüşen eğlence anlayışı ve Ramazan etkinliklerinin politik olarak imparatorluktaki gibi desteklenmeyişi ve birtakım farklı sebepler, insanların eğlenmek için Beyoğlu’nu daha fazla tercih etmelerine neden oldu. Diğer bir deyişle, Ramazan eğlenceleri, yılda sadece bir ayı kapsayacak şekilde yapılabiliyordu fakat Beyoğlu, yılın her ayında eğlencenin sürebildiği ve sürdüğü bir semt sıfatını almıştı. Kısacası, Beyoğlu büyürken Şehzadebaşı küçülüyordu. Bu durum, 1930’lu yıllara geldiğimizde Beyoğlu’nun sinema teknolojileri bakımından da Şehzadebaşı’nın önüne geçmesine sebep oldu. İnsanlar, her duruma karşın eski alışkanlıklarını koruyabilirlerdi, sadece politik sebeplerle direnç gösterip Beyoğlu yerine Şehzadebaşı’nı tercih etmeye devam edebilirdi fakat sinemalardaki teknolojik üstünlüğün kesin olarak Beyoğlu lehine dönüşmesi ile birlikte birçok insanın direnci düştü (sinemanın bir eğlence aracı olduğu unutulmamalı) ve rekabet bir nevi sona erdi çünkü rekabet edilebilecek bir alan kalmamıştı.

Sinema, Sinema Salonları ve Kamusal Alan

Sinema salonları, farklı ekonomik ve toplumsal sınıflara mensup olan insanların ortak bir yerde buluştukları ender alanlardan biri oldu. Bu durum, sinema salonlarına kamusal alan sıfatını vermemiz için geçerli sebeplerden bir tanesi olarak gösterilebilir. Sinema salonlarının yayılması ve büyümesi ile birlikte çeşitli koltuk sınıfları ortaya çıkmış olsa da herkes aynı filmi, aynı mekânda izleme deneyimini paylaşıyordu. Sinema salonları, sadece farklı ekonomik ve toplumsal sınıfları bir araya getirmiyor, aynı zamanda kadınları ve çocukları da kamusal alanın önemli bir parçası haline getirmekte önemli bir işlev üstleniyordu. Diğer bir deyişle, kadınlar ve çocuklar bir nevi sinemaların da mevcut ortamı hazırlaması sebebiyle toplumda daha fazla görünür oldular. Başlangıçta sinemalarda kadınlara özel gösterimler düzenlendi, daha sonrasında kadınlar ve erkekler aynı sinema salonunda ortak zamanlarda bulunmaya başladılar fakat farklı yerlere oturarak. Diğer taraftan, İstanbul’un işgal yıllarında Fransız ve İngiliz subaylar sinema salonlarında eşleri ile birlikte oturuyorlardı. 1923 yılı itibari ile sinema salonlarında kadınların ve erkeklerin farklı yerlere oturma uygulaması Mustafa Kemal’in emri ile kaldırıldı fakat her yerde bu emir uygulanmadı veya uygulanamadı. Sinema salonlarının diğer bir özelliği, insanlara belli bir karanlık ve buna dayanan gizlilik de tanımasıydı. Genellikle kaçamakları için ormanları veya Haliç kıyılarını tercih eden insanlar, birilerine yakalanmamak için sinema salonlarında localar kiralamaya başladılar. Hakan Kaynar, bu yazıda da çokça atıf yaptığım tezinde bu durumdan bahsetmektedir. Hatta çizer Necmi Rıza, 1950’li yılların başında bile Akbaba dergisinde insanların sinemalarda öpüşmelerini esprili bir dille yorumluyordu. Sonuç olarak, sinema salonlarının film izlemek dışındaki işlevleri de sinema salonlarını hem farklı konularda değerli kılmakta hem de bu kadar popüler olmasının sebeplerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Son olarak çok az da olsa devletin sinema politikasından bahsetmeyi gerekli görüyorum. Sansür, Halkevleri yatırımları veya taşradaki sinema politikaları bu yazının konusunu oluşturmamaktadır fakat şunu belirtmek gerekli: Devlet, özellikle Erken Cumhuriyet Döneminde gençlerin kıraathaneler yerine sinemaları tercih etmesini istiyordu ve sosyalleşme ortamları üzerinde farklı fikirler geliştiriyordu. Hükümet, sinemalarda öğretici filmler göstererek özellikle gençler üzerinde etki bırakmaya çalıştı. Bu uygulamayı da küçük bir dipnot olarak yazıya ekledikten sonra, kısacası sinemanın sadece günümüzde değil; bundan yüz yıl önce de oldukça etkili bir olgu olarak karşımızda durduğunu ve insanların hayatına doğrudan dahil olduğunu, hatta bir kültür mücadelesinin temel araçlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.

“2017’de 71 milyon sinema bileti satıldı: En sık sinemaya giden il Diyarbakır”, http://www.diken.com.tr/2017de-71-milyon-sinema-bileti-satildi-en-sik-sinemaya-giden-il-diyarbakir/, 30.01.2018

Georgeon, François, Osmanlıdan Cumhuriyete İstanbul’da Ramazan, trans. Alp Tümertekin, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2018, s. 121-129
a.g.e, s. 128
Kaynar, Hakan, Al Gözüm Seyreyle Dünyayı: İstanbul ve Sinema, Kebikeç İnsan Bilimleri için Araştırma Dergisi, 2009, s. 193
a.g.e, s. 211

Georgeon, François, Osmanlıdan Cumhuriyete İstanbul’da Ramazan, s. 205-208
Scagnamillo, Giovanni, Cadde-i Kebirde Sinema, Metis Yayınları, 1991, s. 21

Öztürk, Serdar, Erken Cumhuriyet Döneminde Sinema, Siyaset ve Seyir, Elips Kitap, 2005, s. 166-167

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.