Hz.Nuh’un Hikâyesi; Tûfan ve Türkler

03.09.2018
Hz.Nuh’un Hikâyesi; Tûfan ve Türkler

“İnat etmek, ayak diremek” anlamına gelen Nuh deyip, peygamber dememek ve “çok eski, çoktan modası geçmiş, köhnemiş” anlamındaki Nuh Nebî’den kalma deyimleri[1] ile adı dilimize yerleşmiş bir peygamberdir Hz. Nuh(a.s) Onun hikâyesi; gemisi ve tûfanı ile en önemli kıssalardan biridir. Kelam, tasavvuf, tarih, tefsir gibi temel İslam bilimlerinin araştırma konusu olmakla kalmamış aynı zamanda dinî değil seküler literatürde de yerini almış bu kıssaların birçok araştırmanın merkezinde olmasının sebebi vardır.

Hz. Nuh’un isminin neden Nuh olduğu ile ilgili araştırmalara kaynak olan tefsirlerde farklı bilgilere rastlamak mümkünse de soy zinciri ile ilgili olarak birbirine yakın bilgiler yer almaktadır.  Taberî bir tarihçi olarak Hz. Nuh’un soyunu şöyle sıralamaktadır: Nuh b. Lemek b. Metûşelah b. Ehnûh (İdris) b. Yerd b. Mehlâyîl b. Kînân b. Enûş b. Şis b. Âdem Ebi’l Beşer.[2] Sa’lebî’nin bildirdiğine göre ise bazıları Hz. Nuh’un kavminin helakı için Rabbine, “Rabbim yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!” diyerek dua ettiği, bazıları da ümmetinin yaptıklarından dolayı Rabbine çok yakardığı için bu ismi aldığını söylemektedir. Bir başka görüşe göre bir gün yolda cüzzamlı bir köpek görmüş, “Benden uzak ol ey kötü şey!” demiş, Allah ona “Beni mi yoksa köpeği mi ayıpladın?” şeklinde vahyetmiştir.[3]

Yine Sa’lebî’nin Mukâtil’den rivayet ettiğine göre Nuh ismi Süryanice bir kelime olup “sâkin” anlamına gelmektedir. Ona bu adın verilmesi tûfanda inkârcıların boğulması ile yaşayan kimsenin kalmaması üzerine yeryüzünün ona mesken olmasından kaynaklanmaktadır. Sa’lebî Nuh kıssasının yer aldığı mushaf sıralamasına göre ilk sure olan 7/Aʿrâf:59-64.[4] ayetlerin tefsirine Hz. Nuh’un soyu ile başlamaktadır. Sa’lebî’deki sıralamada bazı isimler Taberî’nin naklettiğinden farklılık göstermektedir: Nuh b. Melek (Taberî’de Lemek) b. Metûşelah (Taberî’de Metûşelah), b. Ehnûh b. Mehlâîl b. Yezd (Taberî’de Yerd) b. Kaysân (Taberî’de Kînân) b. Enûş, b. Şīs b. Âdem.[5]  Bunun yanı sıra, Diyanet İşleri’nde ise Nuh b. Lemek veya Lemk), b. Mettu Şelah, b. Ahnun (veya Uhnuh yani İdris Aleyhisselâm), b.Yerd (veya Yarîd), b. Mehlâîl, b. Kayn (veya Kaynan), b. Enûş, b. Şis, b. Âdem Aleyhisselam[6] şeklindedir.

Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderilişinden ilk olarak bahsedilen Aʿrâf suresindeki anlatımlar, Hz. Nuh, Allah tarafından yeryüzünün ilk müşrik toplumuna gönderilmiş peygamberdir. Kavmini Allah’ın birliğine ve kendisinin Allah’ın resulü olduğuna imana davet etmiştir. Nuh Aleyhisselâmın meskeni Irak’tır. Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr diye anılan putlara[7] tapan kavmini, başlarına gelecek azapla korkutmak, bir olan Allah’a ibadete davet etmek üzere gönderilmiştir.

Onlara: “Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz! Sizin, Ondan başka hiçbir ilahınız yoktur![8] Şüphesiz ki, ben, sizi, Allah’a azâbından apaçık korkutan’ım. Allah’tan başkasına tapmayınız. Ben, sizin başınıza acıklı bir azâbın gelip çatmasından korkuyorum.” dedi.[9]

4/Nisâʾ:163. ayette, kendisine vahyedilen peygamberlerden ilk olarak Hz. Nuh zikredilmektedir: “Biz, Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.” Hz. Nuh’un adının ilk olarak anılması, onun “Allah tarafından, kendi dilinden Allah’ın dinî hükümleri kanun yapılan peygamberlerin ilki” olması nedeniyledir.[10]

Hz. Nuh’un insanlara Resul olarak gönderilen ilk Nebî, Hz. İdrîs’in Resul olmayan ilk Nebî olduğunu söylemektedir. Ayrıca İbn ʿAṭıyye göre, “Hz. Nuh insanlara gönderilen ilk Resuldür, Hz. Âdem’den sonra gelen Hz. İdrîs Nebîdir, ancak Resul değildir.”[11] Muhammed Aleyhisselâm, hem Nebî, hem Resul’dür. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklanır: “Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat, (O) Allah’ın Resûlu ve Nebîlerin sonuncusudur. Allâh her şeyi hakkıyla bilendir.”[12] İbn ‘Atıyye’ye göre, “bütün insanlığa gönderilen Resul ise Hz. Muhammed’dir.” açıklamasını yapmaktadır. İbn ʿAtıyye’nin bu açıklamasından Hz. Nuh’un yalnız kendi kavminin inzârı için gönderildiği, dolayısıyla azabın da bu kavimle sınırlı olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür.

Hz. Nuh kavmini Allah’ın emirlerine itaate davet ederken gizli ve açık her türlü yöntemi kullanmış, ancak onlar daveti kabul etmedikleri gibi kulaklarını tıkamak, elbiselerine bürünmek, büyüklük taslamak gibi olumsuz davranışlar sergilemişlerdir.

Taberî, “Onları bağışlaman için senin vahdaniyyetini ikrara, sana itaate götürecek amele, senden başkasına kulluk etmemeye her davet edişimde bunu yaptılar.” dedikten sonra İbn Zeyd’in “Nuh (a.s.)’ın davetini duymamak için böyle yaptılar.” dediğini rivayet etmektedir.[13] Sa’lebî ise, “Beni görmemek, sesimi duymamak için böyle yaptılar.” şeklinde açıklamaktadır. [14] İbn ʿAtıyye Hz. Nuh (a.s)’ın tebliğinden rahatsız olan kavmin davranışından bahseden “parmaklarını kulaklarına tıkadılar.”[15] ayetinin hem gerçek hem de mecaz olarak anlaşılabileceğini belirtmektedir.

Nuh kavminin inkârları devam edince Allah kırk yıl yağmur göndermemiş, kadınları kısır bırakmış ve bunları yeniden vermeyi istiğfar şartına bağlamıştır. Taberî buna dayanarak 71/Nuh:10-12.[16] ayetleri tefsir ederken yağmur yağması için tevbe etmeleri gerektiği, “Eğer tevbe eder, Rabbinizin birliğine inanır ve ibadeti ona mahsus kılarsanız sizi bağışlar. O tevbe edenin tevbesini kabul eder.” açıklamasında bulunmuştur. Dahası, 71/Nuh:12 ayetinde “Allah, Nuh kavmine inkârları nedeniyle kırk yıl yağmur göndermez ve kadınlarını kısır bırakır. Malları ve hayvanları helak olur. Allah onlara, iman ederlerse bunları geri vereceğini vadeder.” yorumunu yapmaktadır. Nuh(a.s); halkın, putlarına gittiğinde onlara:

“Ben, Allah’ın Kulu ve Resulüyüm.” dedikçe, işitmemek için o halk ki *[Rivayete göre, Kabil, kardeşi Habil’i öldürünce, Babası Âdem Aleyhisselâmdan korkarak Yemen’e kaçtı. Şeytan, ona: “Habil’in kurbanını ateşin yakması ve kurbanın kabul olunması, onun, ateşe hizmet ve ibadet etmesi yüzündendir. Sen de, öyle yap!” diye söyledi. Bunun üzerine, Kabil, bir ateş evi yapıp içinde ateş yakarak ona tapmaya başladı.[17] Put, ağaçtan veya altın veya gümüşten insan şeklinde yapılırsa ona: Sanem, taştan yapılırsa, ona da, Vesen denir.[18] Kabil b. Âdemoğullarından bir adam: “Ey Kabil oğulları! Şis oğulları, Âdemin cesedinin çevresinde dönüp dolaşarak ona tazimde bulunuyorlar. Sizin ise, böyle bir şeyiniz yok!” dedi, ve onlar için bir put yonttu.] Tarihte ilk put yapan adam, Kabil oğulları olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr diye adları anılan putlar, Âdem Aleyhisselâmın oğulları veya oğullarının oğullarıdır.[19] başlarını, elbiselerinin içine sokar, kulaklarını da parmakları ile tıkardı.

Hz. Nuh, onları, Yüce Allah’a ibadete, uzun zaman sabırla davet etti. Fakat halk, Hz. Nuh’a karşı koydular, Kral Mahvil ve diğerleri kendisini, yalanladılar. Nuh (a.s), onlarla başa çıkamayınca, kendisini ve yanındaki Müminleri, onlardan kurtarması için, Allah’a dua etti.[20] Yüce Allah, Hz. Nuh’a, ağaç dikmesini emretti. O da dikti. Hz. Nuh’un diktiği, Sac ağacı, kırk yılda büyüyüp yetişti ve boyu, üç yüz zira’ı buldu. [21] Nuh (a.s) gemiye, oğulları: Sam, Ham, Yâfes ve onların eşleri, kendisine iman etmiş bulunan altı kişi ile Âdem Aleyhisselâm’ın tabutunu da aldı ve erkekler ile kadınlar arasına konuldu.[22] Oğlu Yam (Ken’an) ise, geri kaldı. Çünkü, o kâfirdi.[23] Ayrıca, karısı Vaile de gemiye binenlerden olamadı.  Kavmi gibi küfür üzerinde direnerek onlarla birlikte suda boğularak gitmiştir.[24] Yüce Allah, onları, Tûfan suyunda boğdu.[25] Tûfan suları, Nevz veya Bevz dağından beş putu sürükleyip yere indirdi. Suların, şiddetli akışları, onları, ülkeden ülkeye sürükledi. Nihayet, Cüdde toprağına attı. Sonra sular, çekildi. Esen rüzgârlar, putların üzerine toprak yığdı.

Hz. Nuh (a.s)’ın gemisi, bütün dünyayı dolaştı.[26]  Önce sağ tarafa doğru yol aldı ve Habeş’e ulaştı. Sonra da, Cidde tarafına yöneldi. Rum ülkesinden geçince, geri dönüp Mukaddes Arz’a yöneldi.[27] Mekke Haremine kadar gitti. Harem-i Şerif’in çevresinde yedi kere dolaştı. Sonra da, Yemen’e doğru gitti. Oradan dönüp Cûdi dağına ulaştı. Yüce Allah, sema’ya: “Suyunu tut!”, yere de “Suyunu tut!” emrini verip yağışlar, durduğu ve dağların üzerlerinden aşan suların seviyeleri düşmeye başladığı zaman gemi Cûdi dağının zirvesine oturdu.[28]

Rivayet edilir ki, gemi hiç durmadan altı ay su üzerinde[29] dağlar gibi dalgalar arasından akarak dünyanın etrafında dolaşmıştır. Bir diğer rivayete göre ise, yüz elli gün dolaştığı vardır. Cûdi dağında[30] bir ay kalıp sular çekildiği ve yerler kuruduğu zaman, yanındakilerle birlikte dağdan indi. Yanındakilerden her birisi için birer ev yaptı.[31] Ekin ekti, dikti ve bulunduğu yeri düzledi, onardı.

Rivayet edilir ki, Hz. Nuh, Tûfan’dan sonra, üç yüz elli yıl daha yaşamıştır. (Taberî-Tarih, s.97) Nuh’un oğulları hakkında şöyle bir izah bulunmaktadır: Müfessirler, “Nuh’un soyunu yeryüzünde kalıcı yaptık.” ayetindeki (37 es-Sâffât 77) Nuh’un soyunun Hâm, Sâm, Yâfes ile onların soyundan gelenler olduğunu söylemektedir. Sâm, Arapların babasıdır. Yâfes, Rumların ve Hâm, Hâbeşlerin babasıdır. Buna göre: Yeryüzündeki insanların tümü, Nuh Aleyhisselâm’ın zürriyetidirler.[32] Bu sebepten, Hz. Nuh, Âdem Aleyhisselâm’dan sonra, Ebülbeşer yani İnsanların Atasıdır. İnsanlar, Âdem ve Nuh Aleyhisselâm’dan meydana gelmişlerdir.[33]

Taberî bir tarihçi olarak bahsetmektedir ki, Hz. Nuh (a.s), yeryüzünü, üç oğlu arasında bölmüştür: Oğlu Sâm’a, yeryüzünün orta, üstün kısmını tahsis etmiştir ki, Beytülmakdis’i, Nil, Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan ve Feysun ırmaklarını bu beş ırmağın suladığı yerleri içine alır, Feysun ile Nil’in doğusuna ve arka tarafından güney rüzgârlarının estiği buruna kadar olan yerlere uzanır.[34] Sâm, Asur ve Aramî halklarının yani Arap halkların atasıdır.  Sâm’ın oğulları: Elam, Asshur, Arpachshad, Lud ve Aram’dır.[35]

Oğlu Hâm’a ise, Nil’in batısına ve arka tarafına düşen yerleri tahsis etmişti ki buraları, poyraz rüzgârlarının estiği buruna kadar uzanan yerlerdi. Hâm, deniz sahiline gidip yerleşti. Hâm soyu Hint-Avrupaîlerin ve Afrikalıların da atası olmuştur. Hâm’ın oğulları: Cush, Mizraim, Put.

Yâfes’de Feysun ile onun arka tarafına düşen ve lodos rüzgârlarının estiği buruna kadar uzanan yerleri tahsis etmişti. Türklerden, Hazerlerden ve Arap olmayan bütün krallar, Yâfes’in çocuklarındandır.[36]  Yâfes’in oğulları: Gomer (Sümer), Magog, Madai (Medler), Tiras, Yavan, Tubal (Tuval), Meşeç.

Türk kelimesi ise, MÖ 1328 Çin tarihinde, “Tu-Kiu” şeklinde görülmüştür. MS 6. yy’da kurulan Göktürk İmparatorluğu ile ortaya çıkmıştır. Orhun kitabelerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklinde bahsedilmektedir.  Gomar’ın Togarmi, Rıfat (Dicle ve Fırat) ve Aşkenazoğulları. Aşkenaz, Hazar soyundan olan Doğu Avrupa Musevîlerine verilen addır. Togarmi’nin (Hz. Nuh’un Yâfes’ten torunu) on oğlu vardır ki bunlar Uygur, Tiros, Avar, Hun, Barsil, Zarna, Kozar, Sanar ve Sâbir’dir.[37]

Tekvin, Bap 6’ya göre ise, Tûfan hikâyesi Sümerlilerden kaynaklanıyor. Sümer anlatışına göre, Tanrılar insanlara kızarak bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Bunu Bilgelik Tanrısı Enki, Ziusudra’ya bildiriyor. O da gemi yaparak gerekli olanları içine alıyor. Tûfan yedi gün yedi gece sürüyor. Tûfan’dan sonra Ziusudra’ya ölümsüzlüğü verip Dilmun ülkesine yerleştiriyorlar.[38]  Akadlar, Gilgameş hikâyelerine bir destan şeklinde tufan hikâyesini de eklemişlerdir. Tanrılar insanlara kızarak tufana karar verirler ve Utnapiştim’e bu Bilgelik Tanrısı Ea tarafından bildirilir. Gemi yapılır ve tüm insanlar, hayvanlar içeri alınır. Tûfan yedi gün yedi gece sonra biterek, gemi Nizir Dağı’na oturur. Tanrılar Utnapiştim’e ölümsüzlük verirler.[39] Dahası, tek dil konusu da Sümerlilerden gelir. Tekvin, Bap 11:1-9’a göre, insanlar tek dilde konuşmaktadır. Rivayete göre, Yâfes’ten “beyaz ırk”, Sâm’dan Arap ve İbraniler olmak üzere Sâmi ırkı, Hâm’dan Kuzey Afrikalılar türemiştir.

Son olarak, Faruk Sümer’in belirttiği gibi eski Türkler şehre “balık” adını veriyorlardı. Daha sonraları bu kelimenin “balığ” tarzında söylenildiği biliniyor. 11. yüzyılda Kara Hanlı Türkleri ile Oğuz Türkleri, balık kelimesi yerine kend (kent) sözcüğünü kullanmışlardır. Kaşgarlı’ya göre kend (kent) Oğuzlar ve onlara uyanlarca “köy” manasında kullanılmaktadır. Faruk Sümer açıkça belirtmiştir ki, “Bugün Âzerbâycan’da “kent” sözünün daha ziyade veya münhasıran köy anlamında kullanıldığını biliyoruz.” [40] Türkler Anadolu’ya “şehir bilgisi” ile geldiler. Bu bilgiye sahip olmaları Hz. Nuh (a.s)’ın torunları olmanın neticesi de olabilir. Hz. Nuh’un oğulları kentli topluluklara Nuh’un dinini anlatmıştı. Gemi yapımında kullandığına göre ahşap işlemeyi de bilmektedir.

 

Merve Alemdaroğlu

 

 

 

[1] TDK, Güncel Türkçe Sözlük,“Nuh”. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b83f96b4633e5.97249651

[2] Ṭaberî Ebû Caʿfer Muḥammed b. Cerîr, Târîḫu’lUmem ve’lMulûk (Beyrût: Dâru’l-Kutubu’l-ʿİlmiyye, 1987), c.1, ss.102-110. (Ebu Cafer Taberî; tefsir, kıraat, hadis, tarih, edebiyat, nahiv, matematik, tıp ve Şafii mezhebi fıkıh alimidir. Küçük yaşlardayken din bilimine olan ilgisi ve yeteneği dikkat çekmiştir. Henüz 7 yaşındayken Kuran-ı Kerim’i ezberlemiş ve hafız olmuştur.)

[3] Sa’lebî, Aḥmed b. Muḥammed b. İbrahîm, el-Keşf ve’l-Beyân, tah. Ebû Muḥammed b. Âşûr, (Beyrût: Dâru İḥyâi’t-Turâs̠i’l-ʿArabî, 1422/ 2002), c.7, s.44. (Nişâbûr’da yetişen tefsîr ve fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin İsmâil es-Salebi’dir. Künyesi Ebû İshâk’dır. “Salebi” lakabı ile meşhûr oldu. Nişâbûr’da doğdu. Tefsîr, kırâat, hadîs, târih, Arab dili ve edebiyatı ilimlerinde büyük bir âlimdir. Vâ’iz idi. “Keşf ve Beyân” adında büyük bir tefsîr kitabının sahibidir. Çok hadîs-i şerîf ezberlemiştir.)

[4] http://www.kuranmeali.org/7/araf_suresi/59.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

[5] S̠a’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, c.4, s.243-244.

[6] Köksal, M. (2014). Peygamberler tarihi (s. 88). Ankara: Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı.

[7] Nuh: 23.

[8] A’râf: 59.

[9] Hûd: 5-6.

[10] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Meali (Tıpkı Basım), (İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015), c.3, s.420.

[11] Seyyid-Târifât s.162. [Nebî: Kendisine Melek tarafından vayh veya kalbine ilham olunan zât demektir. Rasul ise Nübüvvet Vahy’inin özel bir vahy ile Cebrâil Aleyhisselâmın, Allâh tarafından özel olarak indirdiği Kitap ile Vahy etmiş olduğu, Yüce Allâh’ın hükümlerini, halka, tebliğ etmek üzere gönderdiği Kâmil insan, demektir.]

[12] Azhab: 40

[13] Ṭaberî, Câmiʻu’lBeyân, c.23, s.291.

[14] Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, c.10, s.44.

[15] İbn .Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz, c.5, s.374.

[16] http://www.kuranmeali.org/71/nuh_suresi/10.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

[17] Taberî-Tarih c.1, s.82, Sâ’lebî-Arais s.47, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1, s.36.

[18] Köksal, M. (2014). Peygamberler tarihi (s. 73). Ankara: Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı.

[19] Nuh: 23.

[20] Nuh: 25.

[21] Taberî-Tarih c.1, s.180-181.

[22] Taberî-Tarih c.1, s.94, Sa’lebî s.57.

[23] Taberî-Tarih c.1, s.93.

[24] Tahrim: 10. Elmalı Hamdi Yazır: Allah küfredenlere Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. O iki kadın kullarımızdan birer salih kulun nikahı altında idiler, onlara hiyanet ettiler; o yüzden o iki salih kul da onları, Allâh’ın azabından zerrece kurtaramadılar ve o iki kadına: “Girin ateşe girenlerle beraber!” denildi.

[25] Nuh: 25.

[26] Taberî-Tarih c.1, s.91, Sâ’lebî-Ârais s.58.

[27] Köksal, M. (2014). Peygamberler tarihi (s. 100). Ankara: Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı.

[28] Hud: 44.

[29] Taberî s.94,96, Sâ’lebî-Ârais s.58.

[30] Bill Crouse’ın “Nuh’un Gemisi: Gemi’nin Son Rıhtımı” adlı kitabına göre; Judi, Cordu, Quarda, Gordyene ve Gordian dağları diye geçer. Asurlular ise Nippu dağı adını vermişlerdir. Bazı kaynaklarda, Ararat dağı olarak isimlendirilir.

Berossus: Rahip ve tarihçi. İÖ.3.yy’da, Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Ona göre, Cûdi dağı hem Gordyaean dağlarında hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.

Targum: Targum metinleri, Yahudiler Babil’deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış olandır. Üç Targum vardır. Bunların üçü de geminin karaya oturma yerini, Quardu (Cûdi) olarak belirtir.

Eusebius: Romalı din adamı ve tarihçi. İS.3.yy’da yaşayan ilk kilise pederlerinden biridir. Aynı zamanda, resmi kilise tarihçiliğinin kurucularındandır. Geminin küçük bir parçasının, kendi zamanında Gardian (Cûdi) dağında olduğunu söyler. Kur’an-ı Kerim: “Ey arz(yeryüzü), suyunu yut! Ey sema (suyunu) tut! denildi. Ve su çekildi ve emir yerine getirildi. Ve gemi Cûdi dağının üzerine yerleşti. Ve zalim kavme: “Uzak olsunlar” denildi. Hud:44.

Gertrude Bell, “Amurath to Amurath” adlı kitabında ise, 1909 yılında bölgeyi araştırmış ve dağın zirvesinde gemi şekline benzer taş bir yapı gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca Bell, her yılın 14 Eylül’ünde Nuh’un gemisi anısına Cûdi dağında bir araya gelen Yahudi, Hıristiyan, Sabi ve Yezidilerden bahsediyor.

[31] Taberî-Tarih c.1, s.96.

[32] İbn.Haldun-Tarihi c.2,ks.1, s.5-6.

[33] İbn.Haldun-Tarihi c.2,ks.1, s.4-5

[34] Tâberî-Tarih c.1, s.98,

[35]Sarı, İbrahim. (2018). KANTURA OĞULLARI. E-Book International Publishing s.9.

[36] Tâberî-Tarih c.1, s.103.

[37] Sarı, İbrahim. (2018). KANTURA OĞULLARI. E-Book International Publishing s.11.

 

[38] Çığ, M. İlmiye. (2000). İbrahim peygember (s. 91). İstanbul: Kaynak Yayınları.

[39] Kramer, S. Noah.(1986). Tarih Sümer’de Başlar (s.128-132). In the World of Sumer an Autobiography, Detroit.

[40] Faruk Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014: 1.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.