Hasta Toplumlar

16.08.2019
Hasta Toplumlar

 

HASTA TOPLUMLAR “Tüm toplumlar hastadır ancak bazıları daha hastadır.”

(George Orwell)
Toplum yaşantısını güçleştiren inanç ve uygulamalar genellikle sosyokültürel sistemin bekasını tehdit ettiği ve insanları fiziksel ve duygusal olarak yıprattığı için patolojiktir.
Max Weber sosyolojinin temel konusunu insan eylemliliği olarak tanımlar ve bu eylemleri anlamanın tek yolunun eylemi gerçekleştiren kişinin içsel olarak ne amaçla bu eylemi gerçekleştirdiğinin bilinmesi gerektiğini aksi halde birey eylemliliğinin dışarıdan bakılarak anlaşılamayacağını ifade eder.
Weber’e göre insan eylemliliği düzenli bir seyir izler. Bu eylemler; alışkanlıklar, gelenekler ve görenekler ile belli bir düzene oturur. Geleneksel inanç ve uygulamalar insanların yaşamlarını düzene sokmak ve onların sosyal sistemini korumak için vardır ve bir toplumun sahip olduğu alışkanlıklar, inanç sistemleri, gelenek ve görenekleri eğer süreklilik gösteriyorsa ve yok olup gitmemişse bu uygulamalar sağlıklıdır. Weber gibi birçok sosyal bilimci geleneksel inanç ve uygulamaların adaptifliği konusunda hemfikirdir.
Ancak birçok toplum, geleneksel inanç ve uygulamalarını, kendi bekalarını tehdit ettiğinde dahi varlığını sürdürmüştür. Sosyolog William Graham Sumner: ‘Örf ve âdet her şeyi doğru yapılabilir ve her şeyin kabahatli bulunmasını önler’ der. En sancılı ve akıl dışı uygulamalar bile sırf gelenekleri öyle diye insanlar tarafından sürdürülmüştür. Ayrıca gelenek ve görenekler bir toplumda baskın olan kişilerin veya iktidar sahiplerinin halkın geri kalanına kendi istediklerini yaptırmalarının meşruiyetini sağlar. Etkisiz veya zararlı inançlar, insanlar değişime kapalı olduğu için kalıcı hale gelir.
Kadınların yaşamlarını kısıtlayan ve onların hayatlarını tehdit eden ama inançları gereğince sürdürdükleri geleneksel uygulamaların birkaçından bahsedelim.
Çinli genç kadınlar, ayak parmaklarını ayaklarının altına gelecek şekilde öyle sıkı bağlarlardı ki ayaklarının normal gelişimi mümkün olmazdı. Kan ve irinle dolan bu bandajların değişiminde büyük acılar çekilirdi. Kadınlar hayatlarının geri kalanında ya aksayarak yürürlerdi ya da hiç yürüyemezlerdi. Çinli erkekler bu uygulamayı artan biçimde cüretkâr olan kadınların yasak aşklarını kontrol altına almanın etkili bir yolu olduğunu ifade etmişlerdir. Ayakları bağlanan kadınlar yardım almadan çalışamayacak hatta evden bile çıkamayacaktı ve böylelikle kocasına muhtaç bir yaşam sürecekti. Çinli kadınlar ise bu uygulamanın kendilerine şehvet ve güzellik kazandırdığını düşünüyorlardı böylelikle iyi bir evlilikleri ve rahat bir yaşantıları olabilecekti.
Erkeklerin sahip oldukları iktidarı koruma çabaları ve kadınların kurtuluşlarını; güzellikleri, doğurganlıkları ve eşlerine itaatleri ile erkek boyunduruğu kıskacında aramaları erkek hegemonyasını güçlendirmiş ve ataerki geleneğin yeniden üretilmesine neden olmuştur. Ataerki geleneğe sahip toplumlar, çeşitli uygulamalarla mevcut kadın potansiyelinin önünü kapatarak onların insani yetileri üzerinde hâakimiyet kurmaya çalışmış, acı dolu uygulamalarını sonraki nesillere bırakmaları dışında dünya nüfusunun yarısına sahip iş gücünün üretkenliğinden de mahrum kalmıştır.
İktidarlarını karılarının ve çocuklarının tüm yaşam koşullarını tek başına sırtlanarak korumaya çalışan erkekler, ataerki geleneğinin mağdurlarının yalnızca kadınlar olmadığının kanıtıdır.
Kadın psikolojisi ve fizyolojisi açısından oldukça hasar verici bir diğer uygulama olan kadın sünneti, bu geleneğin maladaptifliğini kanıtlayan bir uygulamadır. Uygulandığı toplumlarda kadın sünnetinin amacı aile onuru ve kadın iffetini korumaktır. Kadın sünneti klitorisin kesilmesi ve kesilen iki tarafın vajinal dudaklarla birleştirilmesi ya da kadınların genital bölgesindeki büyük dudakların dikilmesidir. Sadece üren ve adet dönemi kan akıntısı geçebilecek şekilde kibrit çöpü kadar bir boşluk bırakılır, kadınlar evlendiğinde bu küçük boşluk cerrahi olarak cinsel birleşmeye imkân verecek şekilde genişletilir. Bu uygulama büyük oranda enfeksiyon, kısırlık veya ölüm ile sonuçlanır. Kadın sünneti günümüzde halen Orta Doğu, Uzak Doğu ve bazı Afrika ülkelerinde gerçekleştirilen bir uygulamadır.
Kadın sünneti, kadınının doğurganlığının kontrolünün babası veya eşinde olması kadın bedenine yapılan bir istismardır. Kişiler kendi bedenleri üzerinde tasarrufa sahiptir.
Patolojik olarak değerlendirilebilecek bir diğer uygulama; tüm insan toplumlarından izole yaşayan Tazmanyalıların en etkili tedavi yöntemlerinin hastanın vücudu kanla kaplanana ve zayıf düşene kadar kırbaçlanmasıdır. Bu uygulamadan sağ çıkan kimse zaten bir daha hastalanmayı göze almayacaktır.
Papua Yeni Gine’nin dağlık bölgelerinde ise genç erkeklerin erkekliğe giriş törenlerinde sönmüş kireci içmeye zorlandıkları, ısırgan otu ile dövüldüğü, kanaması için sidik yoluna dikenli ot sokulduğu ve yaşlı erkeklerle oral seks yapmaya ve ters ilişkiye girmeye zorlandıkları geleneksel davranışlara sahiplerdi.
Bu gibi geleneksel uygulamalar süreğenliğinden dolayı sağlıklı olmasının aksine birçok toplumun bekasını tehlikeye atmıştır. Büyücülük, insanların kurban edilmesi ve kan davalarından tutun cin çıkarmaya, çocukların diri diri toprağa gömülmesine kadar birçok uygulama toplum yaşantısını zedelemiş bu yüzden de patoloji halini almıştır.
Uygulamaların maladaptifliği durumu tüm toplumların geleneksel inanç ve uygulamaları için geçerli olabilir.
Emile Durkheim toplumları tanımlarken onları bir arada tutan iki dayanışma modeli açıklar;, bunlardan birincisi daha ilkel toplumların birbirlerine sadakat yolu ile bağlandıkları mekanik dayanışma modeli, ikincisi ise bireylerin birbirlerine yasalar ile bağlı olduğu ve kişilerin kendi çıkarlarını gözettikleri organik dayanışma modelidir.
Durkheim mekanik dayanışmaya sahip toplumların az nüfuslarından ve sınırlı iletişim ağlarından dolayı onları bir arada tutacak gelişkin sistemlerin olmadığını, daha geleneksel bir yapıyı oluşturduklarını bu nedenle dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlike anında birbirlerini canları pahasına koruyacakları düşüncesindedir. Fakat yapılan antropolojik ve sosyolojik çalışmalar bunun tersini kanıtlamıştır.
Küçük ölçekli toplumlar çevreleriyle ve doğa şartlarında mücadele konusunda başarısızdır bu nedenle korku, ümitsizlik, açlık içinde yaşamışlardır. Tüm bu kötü koşullara sahip küçük ölçekli toplumlar birbirlerinin refahını çok az önemser. Bolivya’nın doğusunda yer alan tropik ormanlarda avcılık, balıkçılık ve bahçecilik yaparak yaşamış Siriono yerlileri ile 1941- 1942 yıllarında yaşamış Allan R. Holmberg bir bireyin diğerine karşı aile içinde bile hissiz olmasını kendisini şoka çevirdiğini asla durduramayacağını yazmıştı. “Ay ışığının olmadığı bir gecede kaybolmuş bir adam defalarca yardım istemiş, Siriono yakınlarında bir kampta yaşayan akrabaları ise adamın çığlıklarını duymalarına rağmen önemsememişlerdi. Yarım saat sonra bağırma sesleri kesildiğinde, adamın kız kardeşi neşeli bir şekilde; ‘Bir jaguar onu kapmış olmalı’ demişti. Aslında bu avcı geceyi tırmandığı bir ağacın tepesinde geçirmişti. O karanlık gecenin sonunda kampa döndüğünde kimse onu karşılamamıştı. Bunun yerine kız kardeşi yakaladığı avların küçük bir kısmını verdi diye serzenişte bulunmuştu.”
Holmberg, Siriono halkının yemeklerini paylaşmayı reddettiğini gözlemlemiştir. Halk yemeklerini tek başlarına ormanda yemeyi, hatta kadınlar yemeklerini vajinalarına gizleyip herkesten uzakta yemeyi tercih edermiş.
Mekanik dayanışmalı toplum yaşantısından çok uzakta olan Siriono yerlilerinin açlık, korku, hastalık ve birbirlerini umursamama sebeplerinden dolayı uzun ve rahat bir yaşantıları olmadı.
Geleneksel inanç ve uygulamalar ve yaşam tarzları toplumların bekaları için kritik öneme sahiptir ve çoğu uygulama faydalı olduğundan dolayı değil, insanların geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmalarından ve yeniliklere kapalı olmalarından kaynaklanır. Geleneksel inanç ve uygulamalar günümüz dünyasında küreselleşme ile esneklik kazanmasına rağmen birçok toplum halen hastalıklı uygulamalarını devam ettirmektedir. Geleneksel inanç ve uygulamalar insan eylemliliklerini anlamamızın önüne perde çekmektedir. Çoğu insan neden böyle bir uygulamayı sürdürüyorsunuz diye sorulduğunda “Çünkü geleneklerimiz öyle” diye cevap vermektedir.

KAYNAKÇA
Edgerton, Robert B. (2017). Hasta Toplumlar, Ankara: Buzdağı Yayınevi
Ritzer, George (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları, Ankara: De Ki Yayınevi

ELMAS AYÇA KILINÇ

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.