İslam Sanatları; “Hat Sanatı Üzerine”

İslam Sanatları; “Hat Sanatı Üzerine”

İslam sanatlarından hat (yazı) sanatı incelendiğinde, öncelikle yazı mefhumunun ehemmiyetini irdelemek gerekmektedir. İnsanlığın, hakiki manada hüviyetini bulduğu, kendisini ve dilini var ettiği ve nesilden nesile aktardığı yegâne medeniyet aracı yazıdır. Seslerin birer sembolik ifade ile kesişmesinin temel noktaları insanlık tarihinin neredeyse başlangıcına dayanmaktadır.[1]Yazı tarihte insanlık için bir kırılma noktası olmuş ve insanlığın kendisini ifade etme hususunda mühim bir vazife teşkil etmiştir. Her semavi dinde yazı, aktarılan vahyin ihtiva ettiği mana bakımından, üstün tutulmuş ve insanoğlu yazıyı her daim estetize etmeye yönelmiştir.[2] İnsanoğlu, düşüncesini ifade etmek ve onu fanilikten kurtarıp bir silsile vasıtasıyla geleceğe aktarmak için yazıyı kullanmıştır. Tarihsel süreçte medeniyetlerin mihenk taşları yazı ile yerli yerine oturmuş ve yazısız bir medeniyet tahayyül edilemez hale gelmiştir.

İslam dininde, özellikle tasvir yasağının beslediği yazıya yönelim, fıtraten süslemeye ve girift kompozisyonlara uygun Arap alfabesinin bir sanat olarak işlenmesine sebep olmuştur.[3] Ferit Edgü, “Hüsn-ü Hat Sanatı” adlı eserinde hat sanatının yapısı için şunları söylemektedir;

Yazı (harf), kuşkusuz soyut bir biçimdir. Ama, herhangi bir varlığın ya da doğa parçasının soyutlanması değildir bu. Dolayısıyle, Hat Sanatı, doğaya öykünmediği, doğa ile karşı karşıya gelmediği için, bir izlenim, betimleme; bir yorumlama, bir dış dünyadan yola çıkarak yaratma sanatı değildir. Hat sanatının figürü, harftir. Kimi yazarlar, harflerin anatomisinden sözetmişlerdir. Kanımca yanlış bir niteleme; harflerin anatomisi değil, olsa olsa yapısı vardır ve bu da hat türlerine (kûfi, tâlik, nesih, sülüs…) göre değişir. Bu yapının oranları insan figürünün anatomik ölçülerinden esinlenmediği gibi nesneler dünyasını da ansıtmaz. Hattat, zaten soyut birer biçim olan harfleri kullanırken, ikinci bir soyutlama yapmaz. (Edgü,1998)[4]

İlk merhalede İslam medeniyetlerinde Kûfi türde (köşeli bir kompozisyona ait olan yazı çeşidi) görülen yazı sanatı, tarihsel süreçte “Hüsn-ü Hat” olarak adlandırılan,Aklam-ı Sitte” (Altı Kalem) diye altı çeşidi olan ve estetik manada daha fazla çeşit ve incelik arz eden bir şekle bürünmüştür. Aklam-ı Sitte olarak adlandırılan bu altı çeşit; Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhani, Rikaa’dır. Ölçü birimi “nokta” olan Hüsn-ü Hat sanatının talimine meşk adı verilmekte ve meşk etmeye niyetlenen öğrenci geleneksel bir süreğin getirisi olarak ilk merhalede, ”Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l-hayr[5] duasını kâğıda aktararak bu sanata talip olduğunu göstermektedir.

Bir nefis terbiyesinin ve uhrevi bir eğitiminde beşiği olan bu sanat, özellikle İslam medeniyetlerinde birçok deyimin de dile kazandırılmasına sebep olmuştur. “Mürekkep yalamak” deyimi, hattatlık sanatından gelmekte olup, hat sanatına talip olan talebelerin, kâğıt üzerinde yaptıkları hata sonucu, mürekkep kurumadan baş parmaklarını tükürükleyip kağıt üzerinde yaptıkları yanlışı düzeltmelerini anlatmaktadır.

Medeniyetimizde “hilye-i şerif” geleneği ise yazıyla betimlemenin ve yazıya mana yüklemenin doruk noktasıdır. Sözlükte, ziynet, suret ve ruh güzelliği gibi manalara gelen hilye, Hz. Muhammed’in sahip olduğu özellikleri, kelimelerin yettiği ifade ve mana kudretiyle betimleyerek yazıya dökme sanatıdır. Osmanlı’da ise hattatlara ehemmiyet gösterilmiş özellikle padişah tuğraları Hüsn-ü Hat estetiğiyle işlenmiştir. Yine Osmanlı’da Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin’nin “Tuhfe-i Hattatin” adlı hat sanatına ait olan bir eseri vardır. Bununla birlikte hat sanatı İslam medeniyetlerinde birçok yerde kendisini göstermiş, özellikle eskiler “Hat mimarinin mütemmim bir cüz’üdür”[6] demişlerdir.

DİPNOTLAR

[1] Bu hususta Gordon Childe’nin; “Tarihte neler oldu?” ve  Steven Mithen’in; “Aklın Tarih Öncesi” adlı eserlerine bakılabilir.

[2] Rembrandt’ın 1659 tarihli, “Hz Musa ve On Emir Tableti” adlı tablosu, yazı ve vahiy arasındaki bağı açıklayan en mühim vesikalardan biridir.

[3]Hatta harflere verilen değer o seviyeye ulaşmıştır ki,  Hurufilik (harfler-harfçilik) denen, harflerin kendilerine münhasır mana ve şifreleri olduğunu ileri süren Yahudi kabalası ve çeşitli ezoterik akımlardan mülhem bir ekol oluşmuştur. 16. yüzyıl Hurûfî şairlerinden olan Muhîtî’nin Kısmet-nâme adını taşıyan manzum bir eseri vardır.

[4] Edgü, Ferit, “Türk Hat Sanatı (Karamalar, Meşkler), 1988,  Ada yayınevi.

[5] Rabbim! Kolaylaştır zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır

[6] Hat, mimarinin tamamlayıcı, bütünleyici, ayrılmaz bir parçasıdır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.