İsveç’in Dünya Sinemasına kazandırdığı yönetmen: Ingmar Bergman
İsveç’in dünya sinemasına kazandırdığı bir usta olan Ingmar Bergman, 14 Temmuz 1918 yılın-da Uppsala’da doğar. Stockholm’e 60 kilometre uzaklıkta bir kent olan Uppsala, geçmişte İsveç’in başkentlerinden biridir. Sert bir Lut-her yan papazın oğlu olarak sıkı disiplin altında yetiştirilir. Çocukluğunun sarsıcı deneyimleri tiyatro ve film yönetmeni olarak gerçekleştirdiği yapıtlarında belirgin bir rol oynar. Bergman daha sonraları ailesinin bu baskıcı tavrının nedenini anladığını yazmıştır:
“Herkesin gözü papaz ailesinin üzerindedir. Onlar adeta bir tepsinin üzerindeymiş gibi yaşarlar. Papaz evinin kapısı cemaatine hep açık olmalıdır. Cemaatin eleştirisi ve yorumları bitmek bilmez.Annem ve babam, bu mantıksız baskının altında ezilen mükemmeliyetçi kişilerdi. Kendi içlerinde bastırmaya çalıştıkları özelliklerini iki oğulları da sürekli olarak yansıtıyordu” (Berg-man 1990: 14)
Bergman, annesi Karin’e karşı duyduğu aşırı sevginin karşılığını bulamamış ve karşılıklı bir sevgi içinde sarmalanmak fırsatı ona hiçbir zaman verilmemiştir. Bergman, sık sık annesininin ilgisini çekmek için hasta numarası yapar,fakat annesinin hemşirelik eğitimi görmesi nedeniyle sahte hastalıklar çok çabuk anlaşılır ve herkesin önünde cezalandırılır. (Bergman1990: 7-8). Bergman’ın annesinin de kendi annesinden yeterli sevgi göremediğini Büyülü Fener adlı kitabında kendi sözlerinden anlarız:“Annem, bir kez anneannemin en küçük oğlu Ernst’ten başka kimseyi sevmediğini söylemişti. Annem olası her biçimde ona benzemeye uğraşarak anneannemin sevgisini kazanmaya çalışmış, ama daha yumuşak bir insan olduğu için bunu başaramamıştı” (Bergman 1990: 28).Bergman için tiyatro ve sinema, kurduğu düş dünyasını canlı kılabilecek bir araçtır. Kendi-sinden dört yaş küçük kız kardeşi Margareta’yla kukla gösterileri düzenlemek, projeksiyon makinesinden kısacık filmleri izlemek onun en büyük zevkidir(…) Psikolojik sorunları nedeniyle okula yaşıtlarından oldukça geç başlayan Bergman; çelimsiz, içe dönük, çekingen bir çocuktur. Arkadaşlarından farklı konularla ilgilenir. Nietzche, Strindberg, İbsen veMoliere’e hayranlık duyar. Bergman’ın o yıllardaki tek dostu, yaz tatillerini birlikte geçir-diği ve genellikle ölüm konusunda uzun sohbetler yaptığı anneannesi ve ağabeyi Dag’danyüz kurşun asker karşılığında almayı başardığı küçük sinema makinesidir (Gürmen 2003: 31).Bergman, on altı yaşına bastığı yaz, öğrenci değiş-tokuş programıyla Almanya’ya gönderi-lir ve bir “Hitler taraftarı” olarak ülkesine dö-ner. Toplama kamplarının tüm kanıtları bir tokat gibi şakladığı zaman başlangıçta, gözlerinin algıladığı şeyi, kafası kabul edememiştir.Gerçeğin bu acı yüzünü gördüğünde, tek suçunun yalnızca kendisini onlara yakın hissetmek olduğunu anlayabilmesi için aradan uzun zaman geçmesi gerekecektir (Bergman 1990:134-139). Yönetmenin ailesiyle birlikte geçirdiği zor yıllar, yirmili yaşlarına yaklaşmışken babasının ona attığı bir tokatla sona erer. Bergman o günlere dair anılarından şöyle bahseder: “Ağabeyim intihar girişiminde bulun-muştu. Kız kardeşime ailenin itibarını kurtarmak adına zorla bir kürtaj yaptırıldı. Ben evdenkaçtım. Annemle babam başı sonu olmayan yıpratıcı kriz içinde yaşadılar. Dramımız herke-sin gözünün önünde, papaz evinin pırıl pırıl aydınlatılmış sahnesi üzerinde oynandı”