“KARŞIT” DÜŞÜNCE VE “FARKLI” DÜŞÜNMEK: “O DA BİR ANA!” İLE KUZEY İRLANDA SORUNU

15.08.2018
“KARŞIT” DÜŞÜNCE VE “FARKLI” DÜŞÜNMEK: “O DA BİR ANA!” İLE KUZEY İRLANDA SORUNU

Filmlerin bir konuyu anlamadaki en büyük yardımcılardan biri olduğunu düşünürüm. Herhangi bir film sizin tarafınızdan ‘iyi’ veya ‘kötü’ olarak nitelendiriliyorsa mutlaka hayatınızda bir yere dokunmuş, size bilmediğiniz, merak etmediğiniz bir konu hakkında perspektif kazandırmış olmalı. Tarafsızlığı açısından eleştirilse[1] de ben ‘O da Bir Ana’nın (orijinal adıyla Some Mother’s Son) Kuzey İrlanda ve IRA (Irish Republican Army– İrlanda Cumhuriyet Ordusu) meseleleri üzerinden ‘karşıt olma’ ile ‘farklı düşünme’ hallerini iyi irdelediğini düşünüyorum.

Yönetmenliğini Terry George’un yaptığı 1996 yapımı bu film, IRA’lı mahkûmların kaldığı Belfast’taki Maze Hapishanesi’nde, 1981 yılında başlayan açlık grevindeki iki kurmaca IRA militanının hapishane içindeki ve onların annelerinin dışarıdaki hayatlarını konu alıyor. Helen Mirren’in hayat verdiği Kathleen Quigley karakteri, kendini hem İngilizler ve İrlandalılar arasındaki hem de İrlandalıların kendi içindeki “milliyetçiler ve birlikçiler” arasındaki savaştan soyutlamış ve oğlu Gerald’ın IRA mensubu olduğundan bile haberi olmayan bir öğretmendir. Tam tersi bir karaktere sahip olan Annie Higgins (Fionnula Flanagan) ise bir oğlu İngiliz askerleri tarafında öldürülmüş, diğer oğlu (Frank) da IRA’ya katılmış koyu bir milliyetçidir.

Gerald ve Frank’in beraber yaptıkları silahlı bir eylemden dolayı tutuklanmalarıyla Annie ve Kathleen arasında daha sonra yakın arkadaşlığa dönüşecek bir ilişki, siyasi görüş farklılıklarının gölgesinde başlamış olur. Hatta film ismini Gerald ve Kathleen arasında geçen bir diyalogdan alır. Tutuklandıktan sonraki ilk görüşte oğlunun birini vurduğuna inanmadığını söyleyen Kathleen oğlundan “Ama o bir askerdi.” cevabını aldıktan sonra şöyle der: “He was some mother’s son just like you are mine.” (O da başka bir annenin oğluydu. Tıpkı senin benim oğlum olduğun gibi.)

İngiltere uçsuz bucaksız bir sömürge haritasına sahip olmuşsa bile en büyük sorunu en yakınındakilerle yani İrlandalılarla yaşar. 16. yüzyılda İngiliz kontrolü altına giren İrlanda’nın özellikle kuzey bölgesine 17. yüzyılda Protestan İngiliz ve İskoçların yerleştirilmesi, aradaki etnik çatışmaya mezhepsel bir boyut da kazandırır.[2] 1801 yılında İrlanda Parlamentosu’nun feshedilmesinden sonra tamamen İngiltere’nin bir parçası haline gelen İrlanda’da 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren bağımsız bir devlet olmaya dayanan milliyetçilik boy göstermeye başlar. 1919’da Michael Collins liderliğinde kurulan IRA 1920-22 yılları arasında İngilizlere karşı Bağımsızlık Savaşı verir.[3]

Bu savaşın sonucunda İngiltere Hükümeti’nin önerisiyle İrlanda ikiye ayrılır: Protestanların çoğunlukta olduğu altı bölgeden oluşan Kuzey İrlanda, Birleşik Krallık’a bağlı kalırken, Katoliklerin çoğunlukta olduğu 26 bölgelik Güney İrlanda ise “Özgür İrlanda Devleti” adında İngiliz İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalır. Güney İrlanda Cumhuriyeti’nin 1949’da tam bağımsızlığını elde etmesiyle ada bugünkü şeklini alır. Kuzey İrlanda’da Katolik İrlandalılar sosyal ve politik olarak hep Protestanların altında kalırlar. İşte böyle bir durumda bütün dünyayı etkisi altına alan 68 hareketinin de etkisiyle IRA ruhu küllerinden yeniden doğar fakat bu sefer İngiltere’ye bağlı kalmak isteyen Protestan Birlikçiler de silahlanmıştır. Yani 1960’lı, 1970’li yıllara gelindiğinde Kuzey İrlanda’da biri Katolik milliyetçi diğeri Protestan birlikçi olan iki paramiliter grup bir de İngiliz güvenlik güçleri vardır.

“Sıkıntı Yılları (The Troubles)” diye anılan bu dönemde, herhalde, meselenin en çözülmez göründüğü zamanlar “Demir Lady (Iron Lady)” olarak bilinen Margaret Thatcher’ın başbakanlık koltuğunda oturduğu dönemdi. IRA’nın en çok ses getiren protestolarından biri olan, adlî suçlularla aynı üniformayı giymeme taleplerinin yerine getirilmesi için yapılan “Battaniye Protestosu”, Thatcher’ın acımasız politikalarıyla gittikçe dayanılmaz hale gelen hapishanelerde dört yıl boyunca devam ettirildi. Film de tam burada başlıyor. Taleplerini bu protestoyla kabul ettiremeyen IRA’lılar 1981’de açlık grevine gidiyorlar.

İrlanda’da “Hayırlı Cuma Antlaşması (Good Friday/ Belfast Agreement)” olarak bilinen barış antlaşması 1998’de imzalandığından beri Kuzey İrlanda, dış işlerinde Birleşik Krallık’a bağlı, iç işlerinde ise Kuzey İrlanda Yönetimi olarak adlandırılan kurum tarafından yönetilen özerk bir bölgedir.[4] Bu sene, 20. senesi “kutlanan” barış antlaşması üzerinde İrlanda’da hemen herkesin hemfikir olduğu bir mesele var: “Barış antlaşması bir sonuç değil, başlangıçmış.” Her ne kadar politik zeminde anlaşılmış olsa da yüzyıllardır gelen toplumsal ayrılık İrlanda’da hala etkisini gösteriyor. Bunun en büyük örneği olarak Belfast’ta Katolik/ Milliyetçilerin evlerinin bulunduğu alan ile Protestan/ Birlikçilerin ikamet ettikleri alanı ayıran “Barış Duvarları (Peace Walls)” verilebilir. Bu iki farklı grup şehrin merkezinde beraber olsalar bile mahallelerini hala birbirleriyle paylaşmıyorlar, gençlerin yüzde 94’ü ise hala mensubu oldukları mezhebin -dolayısıyla politik görüşün- okullarında eğitim alıyorlar. Bu da şunu ifade ediyor olabilir: İki tarafın da çokça acı çektiği bu tür durumlarda belki de barış “duvarlara rağmen” birlikte yaşamaktır, birbirinin varlığına tahammül etmeyi öğrenmektir. Tıpkı filmde Annie’nin, İngiliz askerlerinin kendilerine yardım ettikten sonra Kathleen’e dediği gibi: “Hepsinden nefret etmiyorum aslında, biliyorsun değil mi?” 

Bana göre, “farklı düşünmek” ile bir düşünceye “karşıt olmak” aynı değil. Karşıt düşünce, içinde nefret barındırır, farklı düşünmek ise hep bir açık kapı bırakır. Kathleen’in, şiddete karşı olan tutumunu koruyarak Annie’nin ve oğlunun düşüncelerinden etkilenmesi ve onlarla ortak bir dil kurabilmiş olması bu açık kapının kerametiydi.

Belfast’ta katıldığım bir toplantıda, açlık grevi zamanında hapishanede olan eski bir IRA militanını, ona silah doğrultmuş eski bir Birlikçi’yi ve eski bir Britanya askerini aynı masaya oturtabilen güç de aynı güçtür. Aynı olayları birbirlerinin perspektifinden, farklı bir şekilde dinlerken bir şey konusunda anlaşmışlardı: Zor geçen yıllarda “Ben neden buradayım?” ve “Değdi mi?” soruları, onları artık karşıt olmadıklarına sadece farklı düşündüklerine ikna edecek olan bir sürecin başlangıcıydı.

Yazının başında da belirttiğim gibi filmler zor konuların anlaşılmasını kolaylaştırdığı ve olayları somutlaştırdığı için, bu yazıda olduğu gibi, “barış” gibi zor toplumsal konuları filmlerle birleştirip anlatmayı bundan sonraki birkaç yazımda da sürdüreceğim. Takipte kalmanız dileğiyle.

Kuzey İrlanda, IRA ve barış süreciyle ilgili daha fazla film için;

  • HUNGER (Açlık), Steve McQueen, 2008
  • BLOODY SUNDAY (Kanlı Pazar), Paul Greengrass, 2002
  • MICHAEL COLLINS (Özgürlüğün Bedeli), Neil Jordan, 1996
  • IN THE NAME OF THE FATHER (Babam İçin), Jim Sheridan, 1993

Berfin COŞKUN

KAYNAKÇA

  1. LINEHAN, Hugh, “Mixed Reviews for Soma Mother’s Son”, The Irish Times, 1996

https://www.irishtimes.com/news/mixed-reviews-for-some-mother-s-son-1.20835

 

2- 3. STAMP, Gavin, “Neighbours Across the Sea: A Brief History of Anglo- Irish Relations”, BBC, 2014

https://www.bbc.co.uk/news/uk-politics-26883211

  1. “What was the Good Friday Agreement?”, BBC, 2018 https://www.bbc.co.uk/newsround/14118775

 

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.