Kitap, Gazete, Dergi Alıntılarıyla Atatürk

19.05.2019
Kitap, Gazete, Dergi Alıntılarıyla Atatürk

Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, edebiyata yansıması hep merak konusu olmuştur. Kurtuluş Savaşı döneminin en önemli simgesi haline gelen Mustafa Kemal Atatürk, Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay Ruşen Eşref Ünaydın gibi Edebiyatımızın mihenk taşı isimleri kitaplarında, gazetelerdeki yazılarında tarihimizin önemli şahsiyetlerinden biri olan Atatürkten bahsetmiştir.

Atatürk’ün Genel Görünüşü

Mustafa Kemal Paşa giyinmiş, orta boylu, zayıf ve sarışın bir zattır. Gazetelerde gördügünüz resimlerinden hiçbirine benzemiyor. Kendisi bu resimlerin hepsinden daha sevimli, daha canlı, daha müstesna bir simadır. Yüzü renk ve hutut itibariyle bir tunç parçası üzerine oyulmuş bir eski madalyonu andırır. Elmacık kemikleri çıkık, ağız kemikleri kuvvetli ve alnı serttir. Ve bu yüzün hey’et-i umumiyesinde, genel görünüşünde çok zahmet görmüş, çok uğraşmış, çok düşünmüş kimselerin çehresindeki ifade var; fakat hiçbir yorgunluk emaresi (izi) gözükmemek şartiyle… Kısık ve sıcak bir sesle konuşuyor, mavi gözleri muammalı nazarlarla bakıyor, vücudunun kımıldanışları genç bir parsın kımıldanışları gibi sevimli, munis bir tarzda haşin ve çâlâktır (çeviktir). (1921 (Ergenekon, c.1, 1929) Y. KADRİ KARAOSMANOĞLU

Mustafa Kemal’in ilk sofrasında bulunacaktık. Holde toplandıktan biraz sonra, arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli gömlek, pek ahenkli bir endam ister. Mustafa Kemal, ince, zarif ve güzel bir erkekti. Kahramanlık şanının, o günlerde, bu güzelliği nasıl cazibelendirmiş olduğu da kolay anlaşılabilir. (Çankaya, c.1, s. 214) FALİH RIFKI ATAY)

Yeni harflere dair ilk defa görüşmek için Dolmabahçe Sarayına davet edilenler içinde Gazi’yi kendi gözüyle görenlerden biri de bendim.

…Gördüğüm fotoğraflara nazaran biraz şişman, biraz yorgun, biraz çizgileri kalınlaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ziya dalgası halinde giren yoğunlaşmış bir kuvvet ve hayat görünüşü ile birden gözlerim kamaştı: Gözbebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılma bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabi bir yüz.. Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve ve bahar rengi… Muntazam taranmış, noksansız, sarı genç saçlar… Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş, taptaze bir uzviyet.

Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın yüzü, eski tanrılarınki gibi, iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün yıkıntılarını süpüren ve yeni bir âlemin yaradılışına yol açan fikirler kaynağı, baş, bir yanardağ zirvesi gibi taşıdığı ateşe lâkayt, mavi sema altında sessiz ve gülümseyerek duruyor. (Bize Göre, 1928) AHMET HAŞİM

Atatürk’ün Belleği

Kendisini İzmir’de yakından tanıdığım zaman:

– Paşam, bilir misiniz sizi ilk defa nerede görmüştüm? diye sormuştum.

– Evet, dedi, Edirne Valisi Hacı Adil Bey’le beraber Dimetoka’ya gelmiştiniz. Biz de Fethi Bey’le gelenleri karşılamaya çıkmıştık. Hacı Adil arabada yanına Fethi Bey’i almalı idi. Enver’le Fethi Bey’in arası açık olduğu için, ne olur ne olmaz, yine sizi aldı.

Dona kalmıştım. Tanin muhabiri olarak Edirne’ye gidişim 1913’te idi. İsmi yeni yeni duyulan bir gazeteci idim. Mustafa Kemal Bey’i görmüş, fakat kendisi ile fırsat bulup görüşememiştim. 1922’de, bunca hâdiselerden sonra bana, kendimin bile unutmuş olduğumu hatırlatmakta idi.

Hâfızası, hâyühüy içinde geçen karmakarışık ve kalabalık bir gecenin en küçük vakalarını ve konuşmalarını ertesi akşam teferruatı ile anlatabilecek kadar kuvvetli idi. (Çankaya, c. II, 5. 461) FALİH RIFKI ATAY

Atatürk’ün Dikkati

Mustafa Kemal Paşa, topçu kuvvetini, muhimmatı ve asker azlığını düşünüyordu. Biz Yunanlılara karşı ancak üçte bir kuvvetteydik. Bu Sakarya Vâdisinde, Türk’ler tarafından alınıp verilen yediden fazla küçük mevki vardı. Mustafa Kemal Paşa Çanakkale’de on bir bin kişiyi bir hücumda nasıl yok etmiş olduğunu düşünerek o günlere hasret çekiyor. Her akşam, binbaşı Kemal yahut ben, kuvvetlerimizin listesini ona götürüyorduk. Mustafa Kemal Paşa’nın teferruat hakkındaki bilgisi beni hayrete sokmuştu. Bir gün, bir rakamın yanlış olduğunu derhal farketti. (Türkün Ateşle İmtihanı, 1962, s. 221) HALİDE EDİP ADIVAR

Atatürk’ün Tutulacak Yolu Bulma Gücü

1920 yılı, ilkbaharın sonlarına doğru bir gün; Mustafa Kemal beni Ankara istasyonunun bitişiğinde oturduğu evciğe çağırdı. Bir yâverinin kendisine haber verilmeksizin Yeşil Ordu teşkilâtına; alındığından şikâyet etti.

Birinci Büyük Millet Meclisi kurulalı sekiz on hafta olmuştu. Memleketimizin kurtarılması için başvurulan, yer yer ve türlü tedbirler arasında bir de Yeşil Ordu adı verilen gizli teşkilât yapılmıştı. Fakat Birinci Büyük Millet Meclisi her mânası ile ve bütün kuvvetiyle işlemeye başladığı için artık her türlü dağınık tedbirlerin kaldırılması ve her faaliyetin Büyük Millet Meclisi yetkisi içine alınması zamanı da gelmişti. Yeşil Ordu teşkilâtına da lüzum kalmamıştı.

Mustafa Kemal o gece bazı arkadaşların dâvet edilerek yanında toplanmaklığımızı istedi. Öylece de yapıldı. Hatırımda kaldığına göre o gece dokuz, on kişi kadar vardık. Bulunanlar arasında merhum Muhtar Bey’i, merhum Yunus Nadi Bey’i ve Kılıç Ali Bey’i iyi hatırlıyorum. Ciddi işler konuşulduğu zaman Atatürk’ün yanında kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı. O geceki müzakere uzunca sürdü. Bittiği zaman gece yarısını geçeli iki saat olmuştu. Toplantıya her zamanki gibi, kendisi başkanlık ediyor ve görüşmeyi o idare ediyordu. Memleketimizin içinden ve dışından çeşitli yerlerden ve zatlardan gelen raporlar okunmuş, kurtuluş etrafında çeşitli konular konuşulmuş ve aramızda çetin tartışmalardan sonra üzerinde anlaştığımız görüşler, hattâ kararlar sırası ile yazılmıştı. Sonra, o gece için son kahve içilirken Mustafa Kemal bana hitap ederek: – Bugün öğleden sonra bu konular etrafında bir arkadaşla görüşmüş, bazı notlar almıştım. Tevfik Rüştü, lütfen köşedeki saksının içinde duran o notları alıp okur musunuz? dedi.

Tabiatiyle istediği kâğıdı bulup okumaya koyuldum.

Hepimiz hayret içinde kalmıştık. Saatlerle üzerinde konuşularak vardığımız ve kendimizin zannettiğimiz kararların hepsinin tamamıyla aynı olmak üzere o not kâğıdında yazılmış olduğunu gördük. (Yakınlarından Hâtıralar, 1955) DR. TEVFİK RÜŞTÜ ARAS

Ama işler kötü gitmekte idi. Herhangi bir birlikte bir subay veya er suç işlerse hemen Ethem kuvvetlerine katılıyordu. Onlar da hiçbir suçluyu birliğine geri göndermiyorlardı. Ethem kuvvetleri herhangi bir depoya veya cephaneliğe istedikleri zaman gidip istedilderini alıyorlardı. Anadolu içinde suçlu saydıkları vatandaşları kendi adamları ile kovuşturuyorlardı. Ordu karargâhı ile Ethem kuvvetleri karargâhı aynı kasabada bulundukları vakit birbirlerine karşı güvenlik tedbirleri alıyorlardı. Bir defa Eskişehir’de uzun bir konuşmadan sonra Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Bey aynı vagonda kalmışlar, İsmet Bey üniforması ile asker karyolasına uzanmış ve uyandığı vakit Mustafa Kemal Paşa’nın sabaha kadar uyanık beklediğini görmüştü. Mustafa Kemal Paşa:
– Şimdi sen çalışmaya başla, ben ankara’ya döneceğim, demişti.
Çankaya, Falih Rıfkı Atay

Atatürk’ün Çankaya Köşkü

Paşa’nın şehir gürültülerinden uzak, büyük ve düz mesafeler ortasında kurulmuş evi sade, sakin… İsmini ve yaptıklarını bütün dünyanın merak, tecessüs, muhabbet, hırs, menfaat, dostluk gibi zıt fakat alâkadar hislerle takip ettiği zatla yazı odasında buluştum. Basit bir yazı masasının önünde, başyaverinin bir mesele hakkındaki açıklamasını dinliyordu. (Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 6.2.1921) RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN

Mustafa Kemal Paşa, Çankaya denilen bir tepenin yamacında rüstâi bir evde (bir kır evinde) oturuyor. Burası şehre bir saat mesafededir. Oldukça bakımsız ve intizamsız bir kır yolundan lâlettayin (gelişigüzel) herhangi bir araba epeyce büyük zahmetle sizi bu köşkün bir kenarına kadar getirebiliyor. Fakat geçtiğiniz yerler o kadar bağlık ve bahçelik ki yolun fenalığından çekilen rahatsızlığı hiç hissetmiyorsunuz. Hususiyle zihniniz biraz sonra gireceğiniz ev ve göreceğiniz ev sahibi ile o derece meşguldür ki ne sizi her dakika yerinizden hoplatan çukurlara, ne ikide bir yolunuzu kesen kağnılara bakmaya vakit bulamıyorsunuz, mütemadiyen helecanlı bir dalgınlık içinde gidiyorsunuz.

Araba büyükçe bir köşkün önünde biraz tevakkuf eder (durur) gibi olunca, acaba geldik mi? diye yüreğiniz çarpmaya, benziniz sararmaya başlıyor.

…Bulunduğu çerçevede harikulâde hiçbir şey yok; bir yazı masasının yanında bir güvez renkli koltukta oturuyor; arkasında büyük bir pencerenin tül perdeleri var, bu tül perde arkasında Molteke’nin alçıdan bir büstü duruyor. Masanın öbür tarafındaki diğer pencerenin içine de Bonapart’ın aynı büyüklükte bir yarım heykeli konulmuş.

Bulunduğumuz oda her türlü âlâyişten beri (gösterişten uzak) fakat muntazam döşemeli, rahat ve temizdir. Duvarlar aşağı yukarı çıplaktır.

…Yemeğimizi zemini mermer döşeli bir sofrada, bir havuz kenarında, küçücük bir masanın etrafında yedik. Sağında sabık Maliye Vekili Ferit Bey ve onun yanında Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey var. Ben sol tarafta Ruşen Eşref’le beraberim. O kadar yanyanayız ki ikide bir dirseğim dirseğine, dizim dizine dokunuyor ve sevinçten ürperiyorum. Bu, hayatımın en şerefli bir günüdür. Horatius’un bir mısraını hatırlıyorum (Sansür edilmiştir), bu sözü, bu fırsat dolayısıyla kendim için söylemek belki mübalâğalı olur. Fakat günün birinde bana hayatımın en şanlı hâdisesini soracak olan torunuma göğsüm kabararak diyemez miyim ki, gençliğimin yüksek bir dönümünde bir yaz günü Mustafa Kemal Paşa ile yanyana yemek yedim. (1921) (Ergenekon, c. I, 1929) Y. KADRİ KARAOSMANOĞLU

Köşk büyüktür ve iyi yapılmıştır. Hem sofa, hem bekleme odası olan yerde beyaz bir mermer fıskiye durmadan su fışkırtır. Ankara’daki iki piyanodan biri köşede durur; piyanoların ikisi de yazık ki işe yaramaktan çok süs içindirler, herhalde aşağı yukarı İsa’dan önce 55 yılında yapıldıkları tahmin edilebilir. Büyük bir yazı masası, bazı güzel bitkiler ve kullanılagelen Türk ve Acem halıları, döşemeyi tamamlar. Bir kapı, Paşa’nın annesinin dairesine açılır, öbür kapı kendi oturma odasına.

Ev sahibi batı usulü kımızı maroken kanepesinden beni karşılamak için ayağa kalktığı zaman, büyük kanun yapıcı ile konuşmakta olduğuma inanamıyacağım geldi. Kalpaksız, sarı saçları iyice arkaya taranmış, bıyıkları kısa kesilmiş, biçimli giysileri iyi ütülenmiş; bu kılıkla, o, herhangi bir Londra salonunda İngiliz, hiç olmazsa kuzeyli sayılabilirdi. Aynı zamanda onun keskin mizah duygusu Türkler arasında az bulunur; tatlı hikâyelerinin doğurduğu gülüşlere kendisinin de candan katıldığını görmek çok hoş oluyordu. (1922) (Yücel dergisi, 1940. c. XI, sayı 61) GRACE ELLISON (İngiliz yazarı)

Mustafa Kemal Paşa, bütün eşyası bir kanepe, iki koltuktan ibaret olan bu küçük odada elini masaya dayamış, ayakta duruyordu.

Bana elini uzattı, oturmak için yer gösterdi ve bir sigara verdi; nazik bir tavırla, beni dinlemeye hazır olduğunu sezdirdi. Hemen konuya geçerek, bağımsızlığını kaybetmektense ölüme karar vermiş olan bir ulusun azim ve çabasını Fransa’nın nasıl dostça bir ilgi ile izlediğini hatırlattım. (Akşam gazetesi, 11.2.1924) MAURICE PERNO (Fransız yazarı)

Atatürk’ün Karargâhı

5 Ağustos 1915 tarihinde beni, merkezi Anafartalar köyünün üç kilometre kadar doğusunda bulunan Çamlıbel’deki Anafartalar Grubu Komutanlığı karargâhına kurmay yüzbaşısı olarak tayin etmişlerdi.

O heyecanlı günlerde, Mustafa Kemal Bey’i daha yakından tanımak olanağını elde ettim. Basit şartlar içinde bile elden geldiğince rahat yaşama ve özellikle rahat çalışma olanaklarını yaşama ve özellikle rahat çalışma olanaklarını hazırlamıştı. Tuğla ve kerpiçten orada bulunabilen yapı gereçlerinden kendisine iki odalı bir kulubecik yaptırmıştı. Bunların bir tanesini yatak odası olarak kulanıyordu. Bu çırcıplak bir odaydı. İçinde Mustafa Kemal’in yattıgı bir seyyar karyola, bir portatif masa ve iskemleden başka bir şey yoktu. Çalışma odası daha genişçeydi. Üzerinde cephenin büyük bir haritasının serili olduğu genişçe bir tahta masa, tahtadan birkaç sandalye bu odanın bütün mobilyesini teşkil ediyordu. Orada askerlik isterleri gereğince Mustafa Kemal’in çalışma hayatı gece başlardı. Günün geç saatlerine kadar cephenin her tarafından raporlar gelir, bunlar harekât dairesinde birleştirilir ve grup kumandanının bilgisine sunulurdu. Mustafa Kemal Bey, o tahta masanın başında bu raporları teker teker inceler ve ertesi gün için bütün emirlerini hemen orada hazırlatırdı. Bu hazırlanışta gösterişten uzak kalmasını bilirdi. (Yakınlarından Hâtıralar, 1955) TEVFİK BIYIKOĞLU (Cumhurbaşkanlığı eski genel sekreteri)

Atatürk’ün Ölümü

Atatürk’ün ağır hastalığı 1938 Mart’ından 10 Kasım’a kadar sekiz ay sürdü. Bir müddet Savarona yatında kalmış, daha sonra Dolmabahçe Sarayına kaldırılmıştı. Savarona’da iken kendisini muayene eden Fransız Profesörü, hükûmet adamlarına:

-Tıbbın yardımı ile Atatürk nihayet bir iki yıl daha yaşayabilir. Fakat şimdi yata gittiğinizde bağırsak veya beyin kanamasından onu ölmüş bulabilirsiniz. Tedbirlerinizi buna göre alınız, demişti.
O akşam Atatürk:
-Hekimle her şeyi konuştunuz, değil mi? diye sordu. Sonra:
-Eğer konuştunuzsa anlamışsınızdır. Hemen Ankara’ya işleriniz başına gidiniz, dedi.

Atatürk, kimseye sezdirmemekle beraber, öleceğini anlamışa benziyordu.

Çankaya, Falih Rıfkı Atay

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.