MELİH EKENER: Hayat bir oyun, herkes bir karakteri oynuyor  

28.03.2018
MELİH EKENER: Hayat bir oyun, herkes bir karakteri oynuyor  

 

 

MELİH EKENER: Hayat bir oyun, herkes bir karakteri oynuyor .

melih ekener tiyatro ile ilgili görsel sonucu

 

Melih Ekener’i uzun yıllardır gerek sinema filmlerinde gerek tiyatro sahnelerinde gerekse radyo programlarında gördük. Kimimiz onu Abuzer karakteriyle kimimiz Bebe Ruhi ile kimimiz Zeki ile hatırlıyoruz. Sevilen usta oyuncu  Melih Ekener aynı zamanda Marmara Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak eğitim veriyor. Böylece biz de kendisiyle Atatürk Eğitim Fakültesi’nin kedileriyle meşhur kantininde kısa bir röportaj yaptık:

 

Sizi abuzer karakteriyle biliyoruz, 80’lerde Kenter Tiyatrosu sonra Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda yer aldınız. Daha sonra dizi ve sinema filmlerde oynadınız, aynı zamanda yapımcılık da yaptınız. 14-15 yıl boyunca radyo programcısı da oldunuz, hatta şuan öğretmenlik de yapıyorsunuz. Tüm bunları aynı anda yürütmek zor olmuyor mu?

-Hayır, zaman yönetimi denilen bir şey var. Zamanı iyi idare ederseniz her şeyi yapmabilirsiniz.

Bir çok şeyi aynı anda hayata sığdırmak… Yani ben öğrenciliği zor sığdırıyorum bazen…

Yok, her şey sığıyor…

Hayat sizin için bir sahne mi yoksa oyunculuk mu?

Oyunculuk, kesinlikle oyunculuk… Zaten drama dersi veriyorum, dramada da öyle oyunlar üstünde çalışıyoruz. Hayat bir oyun, herkes bir karakteri oynuyor ve çoğu benimsiyor o karakteri. Mesela sen öğrenci karakterini çok iyi benimsemişsin, öğrenci gibi oyun oynuyorsun.

Abuzer peki nasıl bir karakter?

Çok oldu, 7-8 yıldır yapmıyorum radyoda. Abuzer çok eski bir karakter, zeka özürlü ama bunu bir kaza sonucunda geçirmiş aslında entelektüel ve çok okumuş biri fakat kaza geçirdikten sonra saçmalıyor ve o bilgiler geri geliyor bazen ama o bilgileri yaşamış gibi aktarıyor insanlara ve komikliği de oradan çıkıyor zaten. Bir de konuşması.

Abuzer’in özelliği dünyanın ilk ve tek doğaçlama tiyatrosu, bunu yapmanın zorlukları neler?

Her gün bir şey yaratmak zorundasın. Gerçi o karaktere bürününce her şey kolay oluyor, çünkü o karaktere geçince onun hayal dünyasına girmiş oluyorsun ve onun hayal dünyası çok geniş, yani eğer canlandırdığın karakter iyiyse, hayal gücü iyiyse, o zaman sonsuz açılıyor, derya hiç sıkıntı çekmiyorsun. Ama yine de en büyük korkum tekrara düşmekti çünkü 15 yıl yaptım ama 15 yılda düşmedim tekrara. Sonuçta iyi bir şey oldu.

Karikatürden çıkmış bir karakter sanırım?

Yok karikatürden değil yani, 87 yılında Hasan Kaçan’ın Cork diye bir tiplemesi vardı saçma sapan, amorf bir karakterdi. Tiyatroda herkes ona uygun karakter yapıyordu. İşte Peker’in karakteri vardı, Cem Özer’in bir karakteri vardı, Levent Kazak’ın bir karakteri vardı, benim yoktu.

Kendinize uyan bir karakter bulamayınca bu sefer siz mi yarattınız?

Aynen, çok araştırdım. İlk önce hiç konuşmuyordu, dili dışarıda duruyordu, her şeye mimikleriyle tepki veriyordu. Sonra yavaş yavaş ameliyat yaptırdık,  yavaş yavaş konuştu ama bu kadar konuştu.

15 senede bu kadar…

15 senede düzelmedi ama o kadar.

Eskisi gibi radyo programcılığının kalmamasının nedeni nedir?

Radyolar özelleşti biliyorsun, yani özel radyolar çıktı ve özel radyolar daha çok reklama,i kolay yoldan para kazanmaya yöneldiler. İyi DJ’ler iyi para alıyorlardı. Onlardan sıyrılıp genç DJ’lere yöneldiler, müzik yayınına karar verdiler ve eski iyi programcıları küstürdüler. Çoğu artık program yapmıyor.

Abuzer karakteri ilk önce radyoculukla mı başladı, tiyatroya aktarmaya nasıl karar verdiniz?

Önce tiyatrodaydı. Şöyle ki; minik minik skeçler, barda komedi yapıyorduk. Abuzer oradaydı ilk önce. Çünkü konuşması bozuk olduğu için mizansenle, mimikle daha iyi derdini anlatabiliyordu fakat radyocu geldi beraber program yapalım dedi bir gün. Öyle başladı radyoculuk.

Abuzer karakteri radyoda mı daha çok ulaşmıştır dinleyiciye yoksa tiyatro ile mi seyirciye daha çok ulaşmıştır?

Radyoda daha çok ulaştı. Maalesef yaptığımız tiyatrolarda duyuramadık, Abuzer’in  oyununun reklamını yapamadık. O yüzden çok insana ulaşmadı, zaten tiyatro sahnesinde iki sezon kadar oynadık.

Müzikli-komedi tarzında oynanan bu  tiyatro oyununda seyirciyi güldürmenin yanı sıra Abuzer karakterinin entelektüel ve bilgili hali ile seyirciye vermek istediğiniz bir mesaj oldu mu ?

Tabii ki. Radyoda da öyleydi. Radyo okulu Arog’u kurmuştu ve eğitim veriyordu. Verdiği eğitim doğruydu, yani doğru bilgiler veriyordu. Hatta bir matematik profesörü aradı üniversiteden, “Siz,” dedi “muhteşem bir şey yapıyorsunuz çünkü komedi ile veriyorsunuz, bizim senelerce öğretemediğimiz formülü iki dakikada öğrettiniz ve akılda kalıcı bir şekilde öğrettiniz. İnsanlar bir şeye gülerse hafızada yer ediyor ve kalıyor” dedi. Böyle tepkiler güzel tabii.

Sizce tiyatronun amacı güldürmek, eğlendirmek, bize bir şeyler katmak dışında nedir?

Tiyatroda diğer sanat dalları gibi bir iletişim aracı, iletişmek için. Tiyatro özellikle insanlara insanları göstermek için var. Kendilerinden bir parça bulsunlar ve bulurken de  hatalarını, yanlışlarını doğrularını anlasınlar diye.

Kendimizle iletişim aslında…

Evet, amaç kendinizle iletişim kurun diye sahnede olmak, göstermek.

Sinema ve televizyonun tiyatroyu bölmesinin sebebi nedir sizce?

Sinema ve televizyon böldü mü tiyatroyu?

Sonuçta oraya rağbet arttıkça tiyatroya azalıyor.

Yok, yanlış bir paradigma var, tiyatrodan para kazanılmıyor diye. Yanlış bir düşünce  ve çoğu onun için televizyona, sinemaya yöneliyor. Ama aslında tiyatroda para var, eğer bu işi meslek olarak, kararlılıkla yaparsan parası var, iyi de parası var. Kaldı ki televizyon dizileri çok iyi para veriyor falan diye duyuruluyor ama çoğu ya vermiyor ya paraları yutuyorlar ya televizyon vermedi diye yapımcılar oyunculara vermiyor. Çok sorun var o işte.

1991’de Çılgınlar Kulübü ile tiyatro oyunculuğuna 7-8 sene boyunca veda ettiniz, neden?

Küstüm tiyatroya, Ali Poyrazoğlu ile kavga ettim o dönem.

Siyaha boyadı diye mi…  

Yok, o keyifli oyundu, keyifli roldü.  Ama sıkıldım ve bir sürü şahsi problemler oldu. Bıraktım tiyatroyu, yapmayacağım dedim. Ama tiyatro yapmayacağım demekle de olmuyor. 77-78 senesinden beri tiyatro yapıyordum, artık ne yapacaktım peki? Tiyatroya uygun meslekler seçmeye çalıştım, yazarlıkla başladım. Fremental diye bir şirket vardı, bütün yarışmaları yurt dışından Türkiye’ye kakalayan bir şirket ve orada yazar olarak girdim. Hepsi yabancıydı ve Türkiye’yi tanımıyorlardı. Kısa sürede orada yapımcı oldum. Sonra yürütücü yapımcı oldum. Ne işe yaradığını bilmiyorum ama önemli bir şeymiş.

Şaşalı geliyor kulağa.

Şaaşalı en azından janjanlı ismi var. Sanırım, Türkiye’de tek senior unvanı almış yürütücü yapımcı bendim.

Sonra zirvede bırakıp tiyatroya geri dönüş…

Tabii Kanal 6’ya girdim ondan sonra. Kanal 6’nın neredeyse kurucu kadrosundaydım. Ahmet Özal döneminde. Sonra Kanal 6’nın durumu kötüleşince kapatılıp satıldı. O zaman eski mesleğe dönüş yaptım. Tiyatro ile sahnelere geri döndüm. Oradan da radyoya geçtim zaten hemen ardından.

Bunu sormasam olmaz… Hababam sınıfında rol alma süreciniz nasıl oldu?

Ferdi Eğilmez onun yapımcısı idi. Ferdi eğilmez beni radyodan buldu bir gün, telefon açtı. “Seninle görüşmem lazım” dedi, gittik konuştuk. “Radyodan mı tanıyorsun” dedim. “Yok” dedi “O tipi çok tutmuyorum.  Ben senin oyunculuğunu beğeniyorum.” Tam yapımcı, izliyor oyuncuları kim ne yapıyor ne ediyor diye. Dedi ki sonra “Bir film yapacağız, onun için hazırlan.” Hazırlanmaya başladım, çok uzun zaman geçti hiçbir şey olmadı. Sonra Vaka-i Zaptiye diye bir dizisi için çağırdı, orada beş bölüm oynadık. Fakat star kapandı, el değiştirdi derken dizi güme gitti. “Tamam, merak etme film yapacağız” dedi. Hababam idi proje. Ve eski kadroyu göz önünde bulundurunca, cesaret işi Hababam’ı tekrar yapmak. Ama Kartal Tibet, üstat bir yönetmen. Zaten eski Hababam filmlerinin çoğunu da yönetmiş veya yönetmen yardımcılığı yapmış. Onunla birlikte çalıştık ve başarılı oldu. Onlar da ikinci klasik Hababam filmleri arasına girdi.

Hababam Sınıfı üçlemesi arasından en sevdiğiniz hangisi?

Üçünü de seviyorum. Hababam Sınıfı Merhaba’yı yönetmeninden dolayı seviyorum,. Kartal Tibet’ten dolayı. Çok enteresan bir çalışmaydı ve usta isimlerle çalışıyorduk.  Zeki abi vardı, rahmetli. Ondan sonra bir sürü üstatla vardı, onlardan çok şey öğrendim. Benim ilk büyük filmimdi. Arkasından Hababam Sınıfı Askerde ayrı bir proje oldu. Çünkü Ferdi Elmas çekti onu ve özgür bıraktı oyuncuları. Kartal Tibet çok motamot çalışıyordu. Ferdi Elmas ile daha çok doğaçlama yaptık, bu da yansıdı zaten. 2.5-3 milyona yakın seyirci yaptı. Ama benim gönlüm yine Hababam Sınıfı 3 Buçuk’ta.. O da sinematografik olarak çok iyiydi. Ferdi üstünde çok durdu, o yönetti yine. Sinematografik olarak çok iyiydi ama Ferdi’ye sorsan en kötü filmim diyor. Ki bence en iyisi oydu.

Neden acaba?

Bilmem, sevmedi o…

Sizi en son Tamamla Bizi Ey Aşk’ta izledim, bir psikoterapisti canlandırıyordunuz. Verdiğiniz bir röportajda da dipsomani olduğunuzu söylemişsiniz.  Bu rolünüzde bunun etkisi olduğunu, ilginiz ve birikiminiz olduğunu söylemişsiniz, peki gerçek hayatta da psikoterapist olmak ister miydiniz?

Gerçek hayatta zaten herkes birbirinin psikoterapisti, Ali Poyrazoğlu’nun da dediği gibi.

Asıl kendi kendimizin psikoterapisti olmak zor sanırım…

Mecburen yapıyorsun ama bilmeden oluyor. Bilinçli olarak yapmaya başlayınca şimdi çok daha farklı olmaya başladı. İnsanlar gelip sana sorunlarını anlatmaya başladığında, çözümleyebiliyorsun, yol gösterebiliyorsun. Keyifli oluyor tabii ki… Bunun için ciddi bir külliyat bitirdik…

Peki bu rolü öğrenmenin, tiyatro oyununun sizin ilişkinize de faydası oldu mu?

Çok faydası oldu gerçekten. Daha önce evlilik danışmanı arkadaşlarım vardı, onlarla çok sohbetimiz oluyordu arkadaşça. Onlardan da bir çok şey öğreniyordum ama bu sefer hani işin içine girip bir de o olunca, psikoterapist olunca çok yararı dokundu.

Kitaplarını da okuyunca..

Tabii… Kitaplarını okuyunca, uygulayınca farklı oldu tabii ki. Kendi hayatımda da çok etkisi oluyor. Oyundaki gibi, sevgi dilini öğrenmeyi çalıştık. Sevgi dilini kullanınca daha güzel oluyor her şey.

Öğrenmek kolay da, aslında uygulamak daha zor.

Ama, yani uygulamak için öğreniyorsun. Sadece öğrenmek, uygulamazsan hiçbir işe yaramaz.

Ama pratikte kalınca…

Ansiklopedi gibi dolaşırsın…

İşte o zaman hep başkasının psikoterapisti oluyoruz.

Tabii ki. Bilgiyi kullandıkça bilgeliğe doğru yol almış olursun ama bilge tek başına hiçbir şey ifade etmez.

Marmara Üniversitesi’nde 5 senedir öğretim görevlisisiniz.

Galiba, 4-5 sene olmuştur.

Bu hikayeye de yer verelim röportajda…

Nasıl oldu anlatayım. Hababam  Sınıfı’ndan dolayı sürekli seminerlere gidiyorduk okullara. Buraya geldik mi hatırlamıyorum da Nimet Hoca adında bir diksiyon hocası var. Kendisi eski ve iyi bir arkadaşım. Çağırdı bir gün derse, ben de  geldim. Çok keyifli bir ders yaptık orada. Uygulamalar yaptık, bir sürü geyikler çevrildi. Sonra Mesut Hoca çağırtmış, ders verip vermeyeceğimi sormuş. “Veririm ama bana izin ver biraz” dedim. Ne dersi vereceğimi sorunca drama ve diksiyon karşılığını aldım. “Drama için çalışmam lazım bana bir sömestir izin verin” dedim. Sonra epeyce dramaya yoğunlaştım. Dramanın ne olduğunu, nasıl uygulanacağına, nasıl öğretileceğine öğrenmeye çalıştım. Çünkü drama dersi deyince tiyatrocular yapar gibi geliyor ama drama ile tiyatro çok farklı iki olgu. Drama tiyatronun tamamlayıcı unsuru, drama tekniklerini kullanarak tiyatro uygulanıyor. Acayip bir derya gördüm dramada. Hala çalışıyorum dramaya, hala kitapları okuyorum ki bu son rolümde etkisi oldu, psikodramanın da etkisi oldu. Güzel, keyifli gidiyor.

O zaman devam edeceksiniz?

Edeceğim büyük ihtimalle. Çünkü geri dönüşler çok güzel oldu. Aslında ben umutsuzdum. Edebiyat Fakültesi, edebiyat öğrencileri, son sınıflara ders veriyordum ki bu drama dersinin ilk okullardan beri verilmesi lazım. Çok geç kalınmış bir dersti. İlgi olmayacağını, çok şey paylaşamayacağımı düşündüm ama mezun olmuş öğrencilerden mesajlar alıyorum hala. “Hocam, şu dediğinizi burada kullandık yüzde yüz başarılı” dediklerini duydukça doğru yolda olduğumu anladım. Bir kişi bile öğrense bu kar kardır.

Sat 7 Türk’ün kuruluşu nasıl oldu?

Sat 7 Türk çok enteresan bir kanaldı. Sat 7 çok büyük bir kanal aslında Ortadoğu ve yurt dışında televizyonlar kuruyor. Hristiyan kültürünü anlatmaya çalışıyor kanal. Yapmak istediği şey unutulmuş, neticede Ortadoğu’dan çıkmış bir inanç Hristiyanlık. Kökleri zamanla unutuluyor, kültür de unutuluyor. Bu kültürü tekrar canlandırma ve  anlatmak amacıyla bu kanal kuruluyor. Sat 7 Arabic var Arap dünyasında. Sat 7 Akademi var bir eğitim kanalı olarak. Sat 7 Kids var çocuklar için. Sat 7 Türk de 6-7 yıl önce geldiler kurulur mu burada diye. Burada tutmayacağını söyledim, sonuçta Hristiyan kanalı imkanı yok. Denemek istediler ve onlarla birlikte başladık. 3-4 yıl önce Türksat’tan yayına çıkmak için Rtük’ten izin almak gerekti. Bunun için bir yıl uğraştık. Zamanın başbakanından bilmem kimine kadar gittik, kapı kapı dolaştık abi abi diye…. Onlar da dediler bu hukuksal hakkınız alırsınız. Uğraştık, açtık kanalı. Şu an devam ediyor kanal, gayet de iyi gidiyor. 7/24 yayında.

Demek  ki olmaz deyip bırakmamak lazımmış bir şeyi…

Tabii ki uğraşmak lazım. Dipsomanım ya sonuna kadar gidiyorum…  Şu an Türksat’ta, D-Smart’ta, internette izlenilen bir kanal oldu. Hala büyüyor bakalım…

 

Bu güzel röportaj için Melih Ekener’e çok teşekkür ederiz.

ECE ÖZCAN

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.