Mevlânâ’nın Adaletinden Mekânın Zulmüne

27.01.2020
Mevlânâ’nın Adaletinden Mekânın Zulmüne

Bizlerin Mevlânâ olarak bildiği, Batı dünyası tarafından ise Rumi lakabıyla bilinen evrensel değerlerden biri olan Mevlânâ Celaleddin Rumî,  birçok eserinde olduğu gibi, başyapıtı olan Mesnevi eserinde, çok sayıda bilim alanı konusunun yanı sıra, “adalet” kavramı hakkında da oldukça etkileyici değerlendirmeler ve düşünceler ortaya koymaktadır.  Bu bağlamda, Mevlâna’nın “adalet” mefhumunu çok çeşitli boyutları ile ele alan yaklaşımı, mimarlık bilgisi ve pratiği kapsamında da düşünmeye yol açmaktadır. Bu düşünce açılımları üzerinden adalet kavramının karşıt ikiliği olan adaletsizliği dolayısıyla zulmü, mekân oluşturma süreçleri boyunca okumak mümkün görünmektedir. Bu ikili kavramı, insani ilişkilerden ve toplumsal yaşamdan, mimarlık alanına taşıyan bu çalışma, bu kavramların yoksunluğunda (adalet-siz-lik vuku bulduğunda) ortaya çıkan sonuçları saptayarak kavramların değerini anlama gayreti taşımaktadır.

Doç. Dr. Ergül’ün (2017) adalet felsefesini derinlemesine anlattığı yazısında yer verdiği, Mevlânâ’nın bu konuyla ilgili geniş izahları, bu yazının en temel dayanağını oluşturmaktadır (Url-1). Mesnevi’den aktarılan bu evrensel tanımlara göre; “Adalet demek, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Ayakkabı ayağındır. Külâh da başa aittir.” “Her şey yerinde güzel, ormanda fakat zincire vurulmuş bir aslan, kum üstünde çırpınan bir balık, mahmur bir halde ötemeyen bülbül, doğal özelliklerini kaybetmiştir.”  Başka bir vesileyle ise adalet ve bunun tanımlanabilmesi için ihtiyaç duyduğu zıt kavram olan zulüm terimlerini şöyle açıklar: “Adalet nedir? Bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi layık olmadığı, kötü bir yere koymaktır.”

Adaletin ne olduğuna dair yukarıdaki düşüncelerden hareketle, adaletsizliğin ya da zulmün ne olduğuna dair fikir yürütülebilir. Bu noktada, bir şeyi konması gereken yere koymak adalet, konmaması gereken yere koymak ise adaletsizlik ya da zulüm olarak tanımlanabilir. Bu mantıksal çıkarım, mimarlık penceresinden bakabilmeyi sağlayan bir aracı olmaktadır.

Nitekim insanoğlunun, kendi dışında doğada yer alan canlılara benzer bir güdümle kendine ait bir habitat kurması, ihtiyaçlar hiyerarşisinde temel düzeyde yer alan güvenlik ihtiyacını karşılayarak ve buna benzer temel yaşamsal koşullarını gidererek türünün varoluşunu sürdürmesi amaçlarıyla mekânlar oluşturması yaşamsal bir önkoşuldur. Bu döngüsel varoluşta birey, sürekli biçimde gerçek doğadan, doğal olandan aslında kendi dışındaki her şeyden yararlanmakta ve beslenmektedir. Ancak bu öykünme, gerçek doğada ve yaşamda olduğu gibi, bizlere her zaman doğrudan bir şey anlatmamakta ve daha çok görsel referans olarak, taklit düzeyinde kalmaktadır. Bu durumda, taklit edilen “şey” kendine tahsis edilen yerin ve olması gereken biçimin dışında varlık kazanmaktadır. Böylelikle aynı özelliklere sahip olan şey, onun istediği gibi davranıldığında farklılaşmaktadır.

Dolayısıyla herhangi bir şey, örneğin kitap, Mevlânâ’nın adalet kavramı tanımına yeniden dönerek değerlendirilirse, kitabı olması gerektiği varoluşsal sistem dâhilinde kullanmak adaletli, aksi olarak onu metalaştırarak kullanmak ise zulüm olarak görülebilir. O kitabı bir öğrenme aracı olarak kullanmak yerine, dışarıdan görünümü üst üste istiflenmiş dört kitabı andıracak şekilde bir kütüphane olarak tasarlamak, adaletli bir yaklaşım olmamaktadır. Çünkü ne kitabın yeri orasıdır, ne de kitabın imgesi görsel bir biçime indirgenebilir (Görsel 1).


Görsel 1: Artvin Çoruh Üniversitesi Kütüphanesi

Bu yazının dert edindiği konu kapsamında zulüm olarak görüldüğü ve var olandan öykünerek yapılan tasarımın alabildiği farklı hâllere, Amerika’daki iki benzer yaklaşımlı başka örnekler de verilebilir. Biri, ördek yetiştiriciliği yapan kişinin çiftliğinde yetiştirdiği ürünlerin satışını yapabilmek amacıyla inşa ettiği, kocaman bir ördek biçimindeki “Big Duck” (Büyük Ördek) adlı bir yapı; diğeri sepet üreticisi şirketin merkez binasını, şirketin en çok satan ürününün tam 160 kat büyütülmüş hali olarak, yani kocaman bir sepet şeklinde tasarladığı projedir. (Url 2) (Görsel 2)

Yukarıdaki örnekler, herhangi bir kullanımı öngörülmeyen ve genellikle reklam ve pazarlama sektörü alanına dâhil edilen mimari (!) tercihlerin tersine, mimarlar ve tarihçiler tarafından hiç sevilmeyen “ıvır zıvır” mimarlığı olarak çevrilebilecek novelty architecture’a dâhil edilebilecek projelerdir (Url 3). “Ivız zıvır mimarlığı” ile eşleşebilecek bir terim olan Kitsch (Kiç) kavramı için, Türk Dil Kurumu’nun Güzel Sanatlar Sözlüğünde “özentiürünü” karşılığı verilmiştir. Günümüzde genel olarak ise onu tüketen (seyreden, izleyen, dinleyen, okuyan, bakan) kişilerde estetik etki yapan ancak mimarlık ve sanat kapsamında değerlendirilmesi olanaksız ürünleri ifade etmektedir (Yardımcı, 2001).

Bir ağacı ve ağaç grubunu strüktür için ilham alınan bir kaynak olarak görmek mümkünken, onu, ona görsel açıdan çok benzeyecek şekilde kopyalamak çok doğru bir yaklaşım oluşturmamaktadır. Halbuki doğal ya da var olan formlardan referans aktarımı, onları sorgulayarak ve doğru şekilde değerlendirerek, ilişkiler ağı elde etmek olarak görülürse, doğadan ayrışan yerine onunla birlikte var olan tasarımlar elde edilir. Ayrıca, bir nesneye, malzemeye ya da yapıya olması gerektiği gibi adaletli yaklaşıldığında, özgün tasarımlar ortaya çıkabilir. Benzer vasıf ve özelliklere sahip olan bir şeye, olması gerektiği biçimde yaklaşmamak kadar, onlara benzer muamele göstermek de zulüm kapsamına girmektedir. Bu noktada Mimar Louis Kahn’ın malzemeyi neredeyse insanileştirdiği mistisizmi uygun bir örnek teşkil etmektedir. “Tuğlayı düşündüğünüzde, tuğlaya ‘Ne istiyorsun, Tuğla?’ dersiniz. Tuğla da size ‘Ben kemer severim.’ diyecektir. ‘Bana bak, kemer yapmak pahalıya gelir, ben de senin üstünü betonla kaplayabilirim. Bu konuda ne düşünüyorsun Tuğla?’ diye seslenirsiniz. Tuğla der ki: ‘Ben kemer severim.’ Görüyorsunuz, kullandığınız malzemeyi onurlandırmanız önemlidir. […] Bunu da tuğlayı onurlandırarak, yani istediği şeyden mahrum ederek değil, yücelterek yapabilirsiniz.”

 Doğadan (ördek) ya da mevcut nesneden (kitap, sepet vs.), onların zihinde yaptığı çağrışımlar ve anlamlar açısından esinlenmek yerine, onları “motamot” biçime dönüştürmüş görünen böylesi tasarımları “mimarlıkta adaletsiz/zulüm” olarak addetmemek işten değil.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.