Nazlı Eray’ın Dünyasında Büyülü Gerçekçilik ve Fantastik Anlayış

19.02.2019
Nazlı Eray’ın Dünyasında Büyülü Gerçekçilik ve Fantastik Anlayış

Öz

Fantastik edebiyatı, düşsel ve büyüsel gerçekçiliği ve de Nazlı Eray’ın ütopyasını inceleyeceğimiz bu makalede öncelikle gerçek ve hakikatin manasını daha sonra fantastik türünü ve edebiyat çerçevesindeki tarihçesini daha sonraysa bu türü kaynak alarak farklı bir tür olan düşsel gerçekçiliği açıklamaya ve okuru bilgilendirmeye çalışılacaktır. Daha sonraysa Nazlı Eray’ın büyülü gerçekçilik ve fantastik anlayışını edebi çerçevede sunmaya çalışacağız.

Hakikat Nedir?

Sözlüklerde kullanılan genel anlamı; bir şeyin aslı, esası ve mâhiyeti olarak gösterilir. Bu gerçeklik kavramı felsefede en eski tarihlerden beri tartışmalara sebep olur. Hakikat nedir? Gerçeklik var mıdır? Bu sorular filozofların arayış içerisindeyken en temel sorduğu sorulardandır. Günümüzde bile bu kavramın tartışmaları süregelmektedir.
Hakikat kelimesi halk arasında doğruluk, gerçeklik gibi kelimelerle eş anlamlı şekilde düşünülmektedir. Fakat felsefi bir boyutta düşünüldüğünde bu kelimelerin anlamları birbirinden ayrılır. Gerçek dediğimiz şey; insan bilincinden bağımsız var olmuş, somut sayılan her şeydir. Hakikat; nesnel olan gerçeğin insan zihninde ve bilincinde insanın kendine uygun gördüğü şekilleriyle yansımasıdır. Doğru ise; gerçeğe ve akıl yasalarına uygun oluşudur. Sadık Tural’ın sözcükleri ise hakikati şu şekilde tanımlar: “İnsanın öncelikle beş duyusu, sonra da hissetme, hayal etme, sezme melekeleri ile zenginleştirdiği muhakemesi yardımıyla tanıdığı, bildiği, adlandırıldığı, hükme bağladığı durumlardır.”
Birçok unsurlara yön veren gerçek ve hakikat kavramları, edebiyatın da bir çeşit yön vericisidir. Edebiyat, gerçeklikten beslenir. Gerçeklik ise hakikat çerçevesinde insan zihninde ilhama dönüşür, ilham ise bir sanata. Yani gerçeği sanatlı bir şekilde anlatan birey, kurgulayan ve yaratıdan yaratılar ortaya koyan insandır. Bu insanda sanatçının ta kendisidir. Sanatçıyı yaratıcı olarak ele aldığımızda onun toplumdaki konumunu diğer insanlardan ayırmamız gerekir. Maddesel dünyaya bakış açıları diğer insanlardan farklıdır, onlar için maddeler birer malzemedir. Bir çamura şekil verip heykel yapan sanatçıdır, bir manzarayı fırçasıyla farklı anlamlar katan da yine sanatçıdır. Evren, dünya hatta toplum sanatçı için kendi düşünde kullandığı yapı parçalarıdır.
Yaratıdan yaratı kavramı bizi Platon’un “İdealar Kuramı’na” götürmektedir. Platona göre her şeyin aslı idealar dünyasında bulunur, bu dünyada var olan her şey ideaların bir taklididir. Sadece zihnimizle algılayabileceğimiz bir idealar dünyası vardır. Gerçek ve asıl olan bu idealar dünyasıdır. Her şey zihnimizdeki idealar dünyasının bir yansımasıdır yani taklittir. Sanatçı ise taklitten taklit yaratandır. Bir ressamın veya bir şairin, yani sanatçının yaptığı iş dünyaya bir ayna tutmaktır. “İstersen bir ayna aletini, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gittin güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları.” (Platon)
Gerçeklik kavramı hakkında hem felsefenin hem de edebiyatın içinden birçok tartışmalar çıkar. Birçok düşünceler ifade edilir. Ancak şimdilik kesin bir sonuca varılamaz. Edebiyatın gerçeklikten etkilendiği aşikârdır, gerçekliği ele alarak onun üzerine söylemler yapılır. Sanatçı bunun için çaba harcayıp, edebi yetisini ortaya koyduğunda ise sanat eseri meydana çıkar. Her insan gerçekliklerden birer pay alıp hayal eder fakat her insan sanatçı olamaz. Sanatçı gerçekliği kaynak aldığında duyulmayanı söyleyebilir, güzel ve çirkin olan her şeyi ele alır. Bir edebiyatçı kalemiyle çirkin olanı güzel gösterebilir, belki de işte o zaman sanatçıdır.
Sonuca odaklanacak olursak gerçeklik ve hakikat sanatçının zihnindeki uç noktaları sardığında alışılagelmemiş ürünler ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu ürünler daha öncede belirttiğimiz gibi belki de Platon’un dediği şekilde doğada var olan gerçeklerin taklididir. Ya da sanatçının kendi doğasında, kendi bilincinde saklı kalmış ve açığa çıkmayı bekleyen büyüsel düşlerdir.

Hayal, Düş Nedir?

Hayal kelimesinin sözlüklerde kullanılan genel anlamına bakacak olursak; zihinde tasarlanan, kendince canlanan şey, imge ve görüntü olarak tanımlanmaktadır. Bu sözcüğe eş anlamlı olarak düş kelimesi de kullanılır lakin düş, rüya anlamına da gelmektedir. Burada bizi ilgilendiren anlamı hayal ile eş değer olan anlamıdır.
İnsan hayallerinin kaynağını dış dünyadan alabildiği gibi kendi benliğinde de doğrudan var edebilir. Hayallerini önce zihninde canlandırır, şekil verir ve tasarlar. Daha sonra ise onları dış dünya ile buluşturur. Bu hayaller ilk önce bilince birer düşünce olarak nüfuz eder. Düşünceler içinde düşünceler var olur, her düşünce bir kapıdır. Kapılardan geçtikçe zihin başka kapılar çıkarabilir bireyin karşısına. Böylece bilinç içerisinde bir oyun başlar. Kurmacalar zincirinde, çeşitli düşüncelerin arasında uçsuz bucaksız bir dünya. Bu dünya bireyin hayal gücüdür işte. O kadar güçlüdür ki kimse hayal gücünün karşısında duramaz. Birey her şeyi ama her şeyi düşünüp, bu hayal gücünün verdiği kuvvetle dilediği şeyleri zihin içerisinde kurabilir.
Bu oyunu bazen birey yönlendirir bazen de oyun bireyi. Çünkü beyin dediğimiz organ basit bir organ değildir. Onun kendince sınırları ve kuralları olabilir. Bu sınırlar ve kurallar bireyin tecrübeleri, yaşadığı iyi veya kötü anılar tarafından şekillenebilir. Bundan dolayı hayallerde farklılıklar meydana çıkar, her bireyin düşü ve düş gücü farklılık gösterebilir. Örnek verecek olursak sık sık bir erkek veya toplum tarafından baskı gören bir kadının, feminist düşünceler çerçevesinde hayal kurması olağandır. Başka bir örnekle devam edecek olursak yaşadığı dünyadan, çevresinden sıkılan ve kendini soyutlamak isteyen bir birey zihninde kendi haz ve isteklerine göre bambaşka bir ütopya kurabilir. Dış gerçeklerin acı, tatlı getirilerini birey kendince yorumlar, zihin süzgecinden geçirerek kurgular.
Düşler, zihinlerde doğar ve orada yetişir. Tıpkı bir bebeğin doğduktan sonra ailesi ve sosyal çevresi tarafından yetiştirilip bir birey olması gibidir. Hayaller de zihinde doğduktan sonra bireyin yaşadığı sosyal olaylar içerisinde, düşünceler tarafından beslenerek büyür, gelişir. Daha sonra insan zihninde kendince bir birey olur. Yeteri kadar bir olgunluğa eriştikten sonra dış dünyaya çıkmaya hazır olabilir, tabi bireyin kendisi buna izin verdiği takdirde.
Hayaller, estetik ve sanatsal bir çerçeve içinde dış dünyaya bırakıldığı zaman sanata dönüşür. Sanatçı bunu bilerek yapar, hayalinin başka zihinlerde buluşup başka hayalleri var etmesini ister. Çünkü hayalleri artık olgunlaşmıştır, zihinde durmak istemez, birey olduğunu kanıtlamak ister ve yaşadığı yuvasından çıkıp gider. Artık özgürdür, kendisini merak eden her zihne girebilir. Girmeye de çekinmez çünkü hayal eden zihnin kendisi de özgürdür. Hayal eden, düş kuran birey özgürdür. Bireyin bu özgürlüğe ihtiyacı vardır, birey hayalsiz yaşayamaz hayalsiz yaşan birey aslında yaşayan bir ölüdür. Yahya Kemal Beyatlı’nın da dediği gibi “İnsan âlemde, hayal ettiği müddetçe yaşar.”
Her sanatçının hakikatten beslendiğini daha önce vurgulamıştık. Hakikatten beslendiği gibi hayalden de beslenir sanatçı. Hayal ve hakikati zihninde sentezleyerek sanatını inşa eder. Bir yazar da bu yollardan geçerek eser verir. İlk önce doğayı, toplumu hatta bireyi izler. Kendi iç seslerine de kulak vererek durmadan düşünür. Çünkü bir şeyler yaratmak için düşünmek lazım gelir. Düşünceleri, hayal gücüyle buluşur ve yaratılar yavaş yavaş meydana gelmeye başlar. Sonuç olarak hayale giden yol hakikatten geçtiği gibi hakikate giden yol da hayalden geçer. “İnsanoğlunun yapacakları hayal ettikleriyle sınırlıdır.” Der Arthur C. Clarke, bu söz kanımca hayalin tanımına bir tanım daha ekler. Artık hayal için yapılacak olanı niteleyendir diyebiliriz.

Büyülü Gerçekçilik

Türkçeye, “büyülü gerçekçilik”, “düşsel gerçekçilik” ve “büyüleyici gerçekçilik” adlarıyla geçen bu akımın kökeninin, Latin Amerika’da meydana geldiği düşünülmektedir. Türün adını ilk kez Kübalı romancı Alejo Carpentier koyar. Bu makalede ise tür için en çok tabir edilen “büyülü gerçekçilik” kavramı kullanılacaktır. İngilizcede ise genellikle “magic realism”, “marvellous realism” terimleri kullanılır. Büyülü gerçekçilik için tam anlamıyla bir tanım sunmamız gerekirse; gerçek hayatta yaşanabilecek olayları gerçekçi bir üslup ile anlatırken, normal şartlarda yaşanması mümkün olmayan doğaüstü olayları bu gerçek anlatıya dâhil eden bir edebi akımdır diyerek tanımlayabiliriz.

Büyülü gerçekçilik, gerçekçilikle paralel çizgide anılan bir türdür. Çünkü gerçeküstücülük ile aynı dönemde ortaya çıkması bu tür için bir karmaşaya sebep olur. Gerçeküstücülüğün bir dalı olduğuna dair düşünceler ileri sürülmektedir. Ancak daha sonra Avrupa’da ilk kez Franz Roh, gerçeküstücülük ile büyülü gerçekçilik arasında tarihsel bir bağlantı kurarak Latin Amerika büyülü gerçekçiliğini öne sürer. Onun, büyülü gerçekçilik hakkında düşüncelerine ekspresyonist ressamları eleştiren yazılarında rastlanır. Bu yeni akım -edebiyat ve sanat çerçevesindeki diğer akımlara olan tutumundan dolayı- radikal olarak kabul edilir. Aslında büyülü gerçekçilik, dışavurumculuk ve kübizm gibi akımlara tepki olarak ortaya çıkar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise 1925 yılında Avrupalı sanatçılar arasında büyük bir yankı uyandırır. Bu akım Türkiye’ye ise ancak 1980’lı yıllarda ulaşır.
“Dünyaya farkında olmadan arasından baktığım bir kristal prizma. Yeni bir dünya yaratmak, sonsuz özgürlük, okurla karşı karşıya bir oyuna girmek…” Büyülü gerçekçilik için öznel olarak böyle bir tanım yapar Nazlı Eray. Biz de bu tür için yaptığımız tanımı daha da detaylandırarak; mucizeleri, doğaüstü olayları, gerçeklikle bağdaştırarak ve dünyanın gerçeklik yasalarının ötesinde olan, gizem ve merak uyandırıcı bir dünyayı ifade eden bir kavram olarak tabir edebiliriz. Hayatta gerçekleşmeyeceği bilinen ve inanılmaz olan olayları, durumları gerçek yaşam içerisinde normalmiş gibi gösterir. Hayal ve hakikati, gerçek ve fantastiği birleştirir ve her şeyi doğal bir zeminde sunar. Sıradan olanı gerçekdışı bir kurgu içerisinde anlatır.
Yaşanılan olaylar ne kadar olağanüstü olsa da alışılagelmiş bir şekilde gösterilir. Halk kültüründe var olan ve bir yerde, zaman zaman etkisine inanılan batıl inançlar bu kurmaca içerisinde kullanılır. Cinler, periler, devler, hayaletler, doğaüstü kahramanlar sanki doğada varlığı kabul edilen unsurlarmış ve gerçekliğin içindenmiş gibi gösterilir. Kurmaca, bu şekilde inşa edilir.
Doğaüstü varlıkların, kurgularda yer alması ve kahramanın bir hayal içinde yaşaması, büyülü gerçekçilik akımını fantastik ile birleştirir. Ancak fantastik kurgularda hikâye kahramanı ve okur, olayların düş veya rüya olduğunu, gerçek dünyanın kurallarına aykırı durumlar yaşadığının farkındadır. Büyülü gerçeklik ise düşsü gerçekliğe dayandırılmakla birlikte fizikî dünyanın yasalarını göz ardı eder. David Punter, büyülü gerçekçilik ile fantastiği şu sözleriyle ayırır: “Eğer bir hayalet kahvaltı masanıza oturur ve siz de dehşete kapılıp, korkarsanız bu korku fantastik olur. Ancak, “Ah bir hayalet, şu reçeli uzatabilir misin?” derseniz büyülü gerçekçilik olur. Siz böyle dedikten sonra hayalet, “Benim büyükannem çok güzel soğan reçeli yapardı” der; siz de buna karşılık “Saçmalama soğanın reçeli yapılmaz” derseniz büyülü gerçekçi olur.”
Çünkü büyülü gerçekçilik, gerçeğin hayal dünyasına taşınmış öğeleri ile kullanılır. Gerçekdışı olaylar, gerçek dışılıklarına vurgu yapılmadan, kayıtsız bir tavırla anlatılır. Tuhaf olanlar sıradan bir hal alır. Olağanüstü ve gerçek aynı çizgi üzerinde, eşit derecede ilerler. Gerçekle büyü, uyumlu bir bütün olur.
Büyülü gerçekçilik ve postmodernizm son dönemlerde dünya edebiyatını fazlasıyla etkileyen bir konumdadır. Kurmacalar bu eserler için uç noktalardadır. Kurgu dünyası geniş olduğundan dolayı, diğer türlere nazaran yazar kalemini sınırların ötesinde ve çok özgürce kullanır. Eser içerisindeki kahramanlarda bu özgürlükten payına düşeni alır. İnsanı, gerçekleri büyüleyen yazar, geleneksel anlatım biçimlerinin dışına çıkar. Kendi özgü farklı teknikleri esere uygular.
İnsan psikolojisini, iç dünyasını ve hayal gücünü sezgili bir biçimde sentezleyen bu anlayış, insanın, hayatın, maddenin ve eşyanın bilinmeyen, duyulmayan, görülmeyen yönlerini ortaya çıkarır. İçsel gerçekleri, büyüsel anlayışla dış dünyaya aktarır. Amaç tamamen hayali bir dünya yaratmak değil, hayalle gerçeği bir bütün yapmak ve okuru kendi gerçeğiyle yüzleştirmektir.
Büyülü gerçekçi yazar, hayata yeni bir bakış açısı getirir. Gerçek dünyada, gerçeklikler, olağan olgular fizik yasalarıyla açıklanır. Büyüsel nitelikleri kullanan yazar, fizik yasalarını ortadan kaldırır ve yerine kendi yasaları olan hayal gücünü getirir. Fizik yasalarının kalkmasıyla, sınırlandırıcı unsurlarda ortadan kalkar.
Sınırların kalkmasıyla geleneksel bakış açısından sıyrılan yazar, okura çeşitlilik sunma konusunda kendini daha rahat hisseder. Bu yol aslında postmodern edebiyatın sanatçılara sunduğu nadide bir anlayıştır. Saf gerçekliğe bir isyandır ve ona karşı yapılan bir girişimdir. Yazarın anlayışı değiştikçe okurunda anlayışı değişir. Okur da bu yoldan etkilenerek zihninin sınırlarından kurtulur. Düşünceler, zihnin en uç noktalarına doğru harekete geçer. Okur rüya ile gerçek arasında kalır. Eser bir tuhaflık sezdirir. Rüyadan gerçeğe dönüş de an meselesidir. Kurgu hızlıca ilerler ve okuru kendine çeker.
Büyülü gerçekçi anlayışta olan bir yazar denildiğinde Türk edebiyatında akla ilk gelen ismin Nazlı Eray olduğu gibi Dünya edebiyatında da akla ilk gelen sanatçılardan biri şüphesiz Gabriel Garcia Marquez’dir. Fantastik edebiyatta geniş yer tutan büyülü gerçeklik, Marquez’in hemen hemen her eserinde kendini gösterir. Özellikle “Yüzyıllık Yalnızlık” eseriyle bu anlayışta önde gelenlerdendir. Marquez, büyülü gerçekçiliğin mitlerden, büyüden, doğanın yarattığı sıra dışı olaylardan, Latin Amerika’nın biricik yaşam biçiminden ve Avrupa gerçekçiliğinin gereksiz görüp dışladığı deneyimlerden oluştuğunu söyler.
Yüzyıllık Yalnızlık, fantastik ve gerçeğin büyüsünde uyumlu bir şekilde kurgulanan bir eserdir. Eserde terk edilmiş bir kasabaya sahip çıkmaya çalışan bir aile, modern dünyadan kendini soyutlar. Jose Arcadio Buendia ve Ursula Iguaran çifti, öldürdükleri adamın ruhunun verdiği sıkıntılarla lanetlenirler ve yapılan akraba evliliği sonucunda domuz kuyruklu bir çocuk dünyaya getirirler. Aile ne kadar büyürse ve gelişirse gelişsin, adamın laneti onların peşini bırakmaz, en amansız zamanlarda karşılarına çıkar. Marquez, büyülü metnin çelişkili bir şekilde gerçek metinlerden daha gerçek olduğunu savunmaktadır. Gerçekçi metinler, bize sadece gözümüzün gördüğünü anlatırken, büyülü gerçekçi metinlerde gerçeklerin ardında gözün görmediği gerçeklik ve bunun nedenleri de anlatılmaktadır.
Fantastik unsurların getiriline sahip büyülü gerçekçilik, insanın iç gerçeklerini sunmakta oldukça becerilidir. Okuyucunun da bu türü benimsemesi, iç gerçeklerin farklı bir anlayışta sunulmasından dolayı kaynaklanabilir. Gelişen ve yenilenmeye devam eden edebiyat çevresinde var olan bu türün, gün geçtikçe gözdeki yerinin daha da artabileceğini söyleyebiliriz.

Fantastik Kurgu ve Fantastik Edebiyat

Fantastik kelimesinin sözlüklerdeki genel anlamlarını şöyle sıralayabiliriz; gerçekte var olmayan, düş ürünü, hayali unsurlar. “Fantastik (Yunanca), Phantastikos, hayal tarafından yaratılan. Hayalin ürünü olan olaylar, konular, kişiler, buluşlar. Olağanüstü görünüm ve davranış.” 

Dünya edebiyatında oldukça popüler olan fantastik anlayış, edebiyat dışında birçok çevrede de ilgiyle karşılanır. Sinema, tiyatro, resim bunlardan sadece bir kaçıdır. Özellikle günümüz dünyasında beyaz perde için vazgeçilmez bir türdür.
Fantastiğin tarihçesine bakacak olursak, insanlığın doğuşunun ilk zamanlarına kadar gitmemiz gerekir. Toplumda belirli sosyal ve etik kurallar çerçevesinde yaşayan insanoğlunun bilinmeyene, adlandırılmayana karşı oluşan düşünceleri, iç sıkıntısında ve korkuda kaynağını bulur. Bu anlamda örneğin, söylenceler doğaüstü olaylara açıklama getirmek amacıyla yaratılmışlardır. İçgüdüsel olarak bilinmeyene ve korkulara duyulan merak ve bunu çözümleme arzusu Prometeus’u tanrılardan ateşi çalmaya iter. Gerek söylencesel gerekse dinsel dizgeler içerisinde bu örnekler çokça görülür.
İlkel çağlarda tanrıyı arayan ve kendilerine uygun gördüğü bir biçimde tanrıyı tasvir eden insanoğlunun zihninde fantastik unsurların temeli atılır. Bu unsurlar mitleri, mitlerde dinleri meydana getirir. Mitler ve dinlerin bir araya gelmesi varlığı kabul edilen çeşitli varlıkların zihin içerisinde yaratılmasına sebep olur. Hayal gücü ne kadar geniş ise mitsel unsurlar ve zihinde yaratılan varlıklar o kadar geniş olur. Fantastiği besleyen unsurlar tarihsel süreçte mitler ve dinsel yazınsal yapıtlarda bulunsa bile, fantastiğin tarihçesiyle ilgili çalışmalar ilk kez 19.yüzyılda başlar. Bu tarihten önce fantastik sözlü ve yazılı metinlerde ne kadar yer alsa da henüz bir kavram olarak kullanılmamaktadır.
Fantastik edebiyata gelecek olursak ilk örneklerini Antik Yunan edebiyatında görebiliriz. Tehopompus’un Meropoliler Ülkesi, Anatonius Diyogenes’in “Tülenin Ötesinde Görülen Olaganüstü Şeyler” adlı kitapları bu türün ilk örnekleridir. Endülüs Emevileri devrinde yaşayan İbn Tufeyl’in yazmış olduğu ve dünya edebiyatının ilk modern romanı dahi sayılabilecek olan Hay Bin Yakzan adlı romanı ilk örnekler arasındadır.
İran ve Arap Edebiyatına ait manzum olarak yazılan Vamuk u Azra, Genceli Nizami’nin yazmış olduğu İskendername ve Heft Peyker romanları ile içerisinde manzum fantastik hikâyeler bulunan Mahzen’ül Esrar adlı eserleri, daha sonraki dönemlerde çeşitli zamanlarda çeşitli yazarlar tarafından defalarca kaleme alınan mesnevi tarzındaki Cemşid ü Hurşid, Ferruh ile Hümâ, Varka-ı Gülşah, Camasbaname gibi mesneviler, konuları itibarı ile Fantastik edebiyattan izler taşır. F. Attar’ın Mantık’ut Tayr adlı eseri doğu edebiyatının en önemli eserlerinden de biridir. Ortaçağda Kepler’in“Somnium” rüya adlı eseri, Cyrano de Bergerac’ın “Öteki Dünya” adlı eserlerinden sonra Geothe’nin Faust’u, Frankenstein Mary Godwin Shelley, Gulliver’in Gezileri Jonathan Swift, Doktor Jivago, Boris Pasternak adlı eserler bu türün yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır.
Fantastiğin kelime anlamı ve tarihçesinden biraz bahsettik. Peki, fantastik kurguyu nasıl tarif edebiliriz? Net bir tanım yapacak olursak şöyle diyebiliriz; fantastik sanatçının hayal gücünü yeteneğiyle birleştirdiği edebi bir türdür. Çok geniş bir hayal gücü ile kaleme alınarak, okuyucu olağanüstülüklerle dolu bir dünyaya götürür. Bu yüzden dış dünyanın fiziksel kuralları çerçevesinde, akıl ve mantıkla birlikte düşünülecek bir tür değildir. Kısacası kurgusuyla, kahramanlarıyla, çevresiyle, konusu ve zamanıyla, bir eseri var eden bütün yapı taşlarıyla olağanüstülük gösteren eserdir diyebiliriz.
Diğer türlerden farklı olarak kendine özel biçim unsurlarıyla donatılır. Bu unsurlar merak, korku, heyecan gibi duygusal durumlardan meydana gelir. Büyülü gerçekçilikten farklı olarak kurmaca dünyanın sınırları aşılır. Hatta eser başlı başına gerçekliğin her noktasından sıyrılabilir. Yazar yaşadığımız dünyayla hiçbir bağı olmayan kendi hayal gücünün yetisine dayanan, duyulmamış ve görülmemiş unsurları bir araya getirerek bambaşka bir ütopyayı kaleme alabilir.
Fantastik edebiyatı daha da kapsamlı tanımlamaya çalışırsak pek çok farklı tanım arayışlarıyla karşılaşırız. Bunlardan biri de Tzvetan Todorov’un fantastik tanımıdır. Öncelikle Todorov’un tekinsiz ve olağanüstü diye iki ayrı ana tür tanımladığını bilmemiz gerekiyor. Ona göre fantastik bu iki komşu türün arasında yer alıyor. Bunu şöyle açabiliriz: Sözgelimi bir öykü okuduğunuzu varsayın ve bu öyküde geçen olaylara dair, bunların doğal mı yoksa doğaüstü olaylar mı oldukları konusunda bir kararsızlık çekiliyor olsun. Todorov’a göre, bu kararsızlık hâli sürdüğü müddet fantastik denilen tür ortaya çıkar. Yani okuyucu ve çoğunlukla onunla aynı anda öykü kahramanın içine düştüğü karar verememe hâli fantastiğin temel koşuludur ona göre. Bir noktada artık olayların doğal açıklamaları olduğu kanaatine varılırsa o zaman fantastik biter ve tekinsiz denilen türe geçilir, ya da aksine olayların doğal olmayan türden olaylar oldukları kanaatine erişilirse, yine fantastik biter ve olağanüstü denilen türün sınırlarına adım atılır.
Todorov’un bu düşüncesi görüldüğü üzere fantastiği, okuyucunun ve kurgu kişisinin kararsızlık sürecine sıkı sıkıya bağlayarak, türün sınırlarını daraltıyor. Bu açıdan bakıldığında pek çok eser kendini fantastik edebiyatın dışında bulacaktır.
Fantastiğin getirileri arasında olan farklı bir ütopya denildiğinde J.R.R Tolkien’in ünlü eseri The Lord of the Rings ile birlikte J.K. Rowling’in ünlü eseri Harry Potter’a değinmeden edemeyeceğiz. Çünkü bu iki fantastik yazar, bu türü Dünya edebiyatına duyuran önemli sanatçılardır. Bu sanatçıların dışında adını dünyaya duyurmuş birkaç yazar ve eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz: Ursula K. Le Guin – Yerdeniz, George R.R. Martin – Buz ve Ateşin Şarkısı, Stephen King – Kara Kule, C.S. Lewis – Narnia Günlükleri.
Türk edebiyatına gelecek olursak tarihsel süreçte, sözlü ve yazılı gelenek çerçevesinde fantastik unsurların her zaman var olduğunu söyleyebiliriz. Destanlarda, Dede Korkut Hikâyeleri’nde, halk masallarında fantastik unsurlara rastlanır. Divan edebiyatında fabl türünün örneklerini içerisinde barından birçok mesnevide de fantastik unsurlara rastlarız. Ancak tüm bu fantezi zenginliğin arasından fantastik, bir tür olarak karşımıza çıkmaz. Bu türün Türkiye’deki yerini oldukça geç bulması, geç modernleşmekten kaynaklanmaktadır.
Bir dönem devletin tüm çabalarına rağmen modern anlayışın toplum içinde yayılamaması ve dinin sert kuralları arasında sıkışan toplumun bireylikten yoksun olması edebiyatın modernleşmesini bütünüyle sekteye uğratır. Dolayısıyla Türk toplumu, yaşamında edindiği bilinmeyene dair düşüncelerini, sorularının cevaplarını dinde ve diğer geleneksel inançlarda bulur. 1980’lı yıllarda toplumda kültürel anlamda bir değişim yaşanır. Batı edebiyatından yapılan çeviriler ve yine Batı’dan gelen fantastik çizgi romanlar, Türk okurunun fantastiğe olan ilgisini arttırmaya başlar. Fantastik, toplum içinde bu şekilde yavaş yavaş benimsenmeye başlanır. Fantastik anlayışının birikimi, elektronik eşyalarında ülkedeki yeriyle birlikte daha da genişler. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Türk edebiyatı tecrübesiz fantastik ürünler üretmeye girişir.
Aslında daha öncesinde fantastik anlayışa yakın ilk örnekleri Tanzimat Edebiyatı döneminde görebiliriz. Eserleri şu şekilde sıralayabiliriz: Muhayyelât-ı Aziz Efendi, Ahmet Mithat Efendi “Çengi”, Emin Nihat “Müsameretnâme.” Eserlerde fantastik unsurlar olsa da gerçeği arama çabasından dolayı fantastik anlayış içerisini tam olarak alamayız. Kurgularda toplumu realist bir biçimde betimleye çalışmaları da fantastik türün özellikleri dışında kalır.
İkinci Tanzimat Dönemi’ne gelecek olursak karşımıza metafizik, ölüm ve yaşam gibi konular karşımıza çıkar. Bu konulara eserlerinde en çok yer veren şüphesiz Abdülhak Hamid Tarhan’dır. “Garam”, “Tayflar Geçidi” eserin devamı olan “Ruhlar ve Araziler” adlı eserlerinde fantastik unsurlardan söz edebiliriz. Handan İnci’ye göre Abdülhak Hamid Tarhan’ı fantastik edebiyatımız içinde önemli kılan bir özellik de, Bakhtin’ in fantastiği de içeren “menippos yergisi”nin bir anlatım tarzı olarak işaret ettiği “ölüler diyalogu” nun bizdeki ilk örneklerini vermesidir.
Daha sonraki dönemlerde ise fantastik unsurların varlığından söz edecek olursak Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Gulyabani” adlı eserini, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendinin Rüyaları” adlı eserini, Peyami Safa’nın “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” eserini dile getirebiliriz.
1980’lı yıllarda geldiğimizde ise Nazlı Eray’a rastlarız. Nazlı Eray, makalemizin devamında detaylı olarak işlenilecektir. Eray’ın dışında, Saygın Ersin’in yazdığı “Zülfikar’ın Hükmü” ve “Erbain Fırtınası” adlı eserler fantastik türün alt kolu olan karanlık fanteziden beslenir. Sadık Yemni “Muska”, “Yatır”, “ Öte Yer ve Çözücü” isimli eserlerini fantastik unsurlarla kaleme alır. Zafer Sönmez’in “Saklı Ülke Gerdekkaya” ve “Genç Tanrılar: Gerdekkaya” adlı eserlerini de fantastik tür içerisine alabiliriz. Barış Müstecaplıoğlu’nun “Perg Efsaneleri” ve Orkun Uçar’ın “Asi” adlı çok ciltli romanları yine fantastik adı altında toplayabiliriz. İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası” da Türk edebiyatı için fantastik anlamda önemli bir eserdir.
Günümüze doğru gelindiğinde ise daha birçok fantastik eserden söz edebiliriz. Üstelik çokça tecrübesiz eserin yazılıp yayınlanması, türe olan merakın gittikçe ilerlediğine kanıt gösterir. Bu eserlerin sayısının artması, Türk edebiyatında fantastiğin değerinin de artmasını sağlayacaktır.

Nazlı Eray

Fantastik ve büyülü gerçekçiliğin ülkemizde kraliçesi olarak adlandırılan Nazlı Eray, 28 Haziran 1945’te Ankara’da doğdu. Anayasa Mahkemesi Üyesi ve Türkiye İş Bankası Dışişleri Müdürü Lütfullah Bütün’ün kızıdır. İkdam gazetesi başyazarı Tahir Lütfü Tokay büyükbabası, Sabahattin Kudret Aksal ise eniştesidir.
İstanbul İngiliz Kız Orta Okulu (1958) Arnavutköy Kız Koleji mezunu (1962). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmeden ayrıldı. 1965-1968 arasında Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nda çevirmen olarak çalıştı. Evlendikten sonra görevden ayrılıp sadece yazılarıyla ilgilendi. 1977’de Amerika’da Iowa Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak bulundu ve bir sömestr yaratıcı edebiyat dersi verdi.
Yazmaya lise öğrenciliği yıllarında hikâye çalışmalarıyla başladı. İlk öyküsü “Monte Hristo” Varlık dergisinde yayınlandı. 1975’te ilk kitabı “Ah Bayım Ah” basıldı. Öyküleri İngilizce Fransızca Almanca İtalyanca Japonca Çekçe Urduca ve Hintçe’ye çevrildi. 1986’da öykülerinden bir demet Almanca olarak Almanya’da yayınlandı. Güneş ve Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1978’ten beri Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi. Aynı zamanda uluslararası PEN üyesi.
Büyülü gerçekçilik türünün Türk edebiyatında ki en güçlü temsilcisi. Postmodern bir yazar. Dünya edebiyatında Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı eseri, J.Saramago’nun “Körlük” adlı eseri ile birlikte Pessoa’nın “Huzursuzluğun Kitabı” adlı eseri, Nazlı Eray için oldukça önemli kabul edilen eserlerdendir. Eray, “Aydaki Adam Tanpınar” adlı kitabının, kendi yapıtları arasında bulanan en önemli eseri olduğunu söyler.
Hikâye türündeki eserleri: Ah Bayım Ah, Geceyi Tanıdım, Kız Öpme Kuyruğu, Hazır Dünya, Eski Gece Parçaları, Yoldan Geçen Öyküler, Aşk Artık Burada Oturmuyor, Kuş Kafesindeki Tenor, On Büyülü Öykü-13 Yazar, Yalancı Öyküler 9 Öykü.
Roman türündeki eserleri: Pasifik Günleri, Orphee, Deniz Kenarında Pazartesi, Arzu Sapağında İnecek Var, Ay Falcısı, Yıldızlar Mektuplar Yazar, Uyku İstasyonu, Bir Yaz Gecesi, Âşık Papağan Barı, İmparator Çay Bahçesi, Örümceğim Kitabı, Elyazması Rüyalar, Ayışığı Sofrası, Aşkı Giyinen Adam, Sis Kelebekleri, Beyoğlu’nda Gezersin.
Deneme türündeki eserleri: Düş İşleri Bülteni, Kapıyı Vurmadan Gir.

Nazlı Eray’ın Fantastik Anlayışı

Nazlı Eray, eserleri içerisinde fantastiğin ve düşün yanı sıra gerçeklikleri ve güncel olayları barındırır. Dolayısıyla saf bir fantastik çizgiden ayrılır. O, bu gerçekliklerle büyülü gerçekçilik türünün kapısını aralar. Onun dünyası gerçeklik ile olağanüstülük arasında var olandır. Fantastiğin temellerinden sadece biri olarak gösterilen okurun hikâyeye dâhili, Nazlı Eray ile yıkılır. Çünkü okur, Nazlı Eray’ın zihninin içerisine girer ve onun hikâyelerini yaşar. 

Nihayet Arslan, “Bir Okuma Denemesi” adlı kitabında Nazlı Eray’ın fantastik anlayışının farklı olduğunu “Fantastik ve Nazlı Eray” başlığında dile getirir. Arslan, “Kuşkusuz, gerçekle gerçek dışı iç içedir bu anlatılarda ama anlatıdaki gerçek dışı öğeler ve olağanüstü durumlar anlatıcı kişi ya da anlatı kişilerinin ve de örtülü okurun(narrataire) sorguladığı, üzerinde durduğu bir durum değildir. Eray’ın kurmaca-anlatılarında doğal olmayan hadiseler doğal kabul edilir. Onun anlatısı bu noktada masalların uyandırdığı izlenimi yaratır.” Demektedir.
Nazlı Eray’ın eserleri, okurlarına tatlı bir rüya gibi gelir. Okur, Nazlı Eray’ın anlattıklarını dinler. Rüyalarda olağanüstü fantastik unsurlar belirir ancak tamamen hayale bağlanmaz. Gerçeklikten ve insan mantığından uzaklaşılmaz. Bilinç her daim devrededir. Eray’ın eserleri, gece görülen rüyalar gibidir. Rüya dışında bilinç etkindir fakat insan bir rüya anındayken bilinç geride kalır. Rüyada korktuğumuzda veya heyecanlandığımızda bizi uyarmak ve bu durumdan kurtarmak adına bilinç devreye girer. Nazlı Eray’ın eserleri de bu rüya gibidir yeri geldiğinde ise bilinç devreye girmektedir. Dolaysıyla incelediğimiz “İmparator Çay Bahçesi”, “Ayışığı Sofrası”, “Ölüm Limuzini” eserlerinde bu rüya ve gerçeklik durumunu görmekteyiz.
Bu üç eserde zaman belirsizdir ve mekânlar her an değişir. Hikâye, farklı farklı durumlar ve akıl almaz kurgularla ilerler. İnsanın rüyası da böyledir. Eray, eserleriyle okuru büyüleyip bir rüya âleminin içerisine çeker. Ancak eser bittiğinde okur rüyadan uyanır. Rüya bittiği vakit değişik duygu durumları ve düşünceler içerisinde buluverir okur kendini.
Eray, eserlerinde fantastik unsurları barındırdığından dolayı fantastik türünün de yazarı olarak kabul edilir. Ancak onu asıl yaptığı şey büyüdür, büyülü gerçek. Fantastik unsurlar daha önce de bahsettiğimiz gibi Türk toplumunun kendi yaşamında da vardı. Fakat bunu bir tür olarak kavrayamadılar. Al karısı, gulyabani, cin, karanlık ruhlar gibi fantastik motifler her daim Türk toplumunun benliğinde yer alıyordu. Ancak bu motifler İslam öncesi dinlerin ve İslam’ın getirileri arasına sıkışıp kaldı.
Dolayısıyla Türk okuru, Nazlı Eray’ın “İmparator Çay Bahçesi” eserinde Adviye karakterinin aşığı olan Celal’in, cennet bekçisi bir melek olan İrfan’ın sayesinde mezarından canlanıp kalkması gibi hayal ürünü kurguları heyecanla okur. Aslında bu tür hayal ürünlerine yabancı değildir Türk okuru. Bir arkadaş grubu içerisinde ya da akraba sohbetlerinde anlatılan korku hikâyelerinin çağrışımı gibi gelir onlara. Başka bir örnek verecek olursak, yine Nazlı Eray’ın “Ayışığı Sofrası” adlı romanında yedi uyurlardan Yemliha bağırsak falı baktırır. Ardından ayışığı sofrasındaki tüm tabaklara konuşmaya başlar. Tabaklarda kendini tanıyan kişilerle tanışır ve onlarla konuştukça Yemliha’da kendini tanır. Fal bakmak, nesnelerin içerisinde bulunan maddelerle konuşarak geleceği öğrenmek gibi unsurlar Türk toplumunun kültürüne yerleşmiş batıl inançlardandır.
Bu tür motifleri Batı edebiyatı sanatçıları çok daha önceden kullanarak, kendi dinlerinin mitsel ve batılsal unsurlarını eserlerine yansıttılar. Örnek verecek olursak Franz Kafka, bu tür dinsel unsurların getirdiği batıl inançlardan beslenerek eserlerini kurgular. Ancak şimdi, dünya edebiyatı büyülü gerçekçilik ve fantastik türünü başka bir boyuta taşımış durumdadır.
Nazlı Eray da yeni romanlarında dini ve batılsal unsurların varlığını azaltarak başka bir boyuta taşır. Örneğin “Ölüm Limuzini” adlı eserinde, tüm fantastik kurguyu Kennedy suikastı ile eleştirir. Polisiye türünün getirilerini de kullanarak fantastik ile birleştirir. Dolayısıyla bu kurgusu yazarı, gerçekliğe bir adım daha yaklaştırır. Tarihsel olaylardan beslenerek büyüsel gerçekçiliği kaleme alır.
Nazlı Eray, bulunduğu coğrafyadan ve içerisinde olduğu toplumdan, toplumun benimsediği dinden ve kültüründen oldukça etkilendiğindi söyleyebiliriz. Bu tür batıl inançlar Anadolu coğrafyasında daima varlığını sürdürerek günümüze kadar gelir. Bu yüzden Türk okuru kendinden olan unsurları görünce eserin kurgusunu zihninde daha akıcı ve daha net bir şekilde canlandırır. Nazlı Eray bunu bilerek ve isteyerek yapar. Hayal olan batılı ve mitleri daha ileriye taşıyarak onları birer sanatsal imge olarak kullanır. Bu da Türk okurunun hoşuna gider ve Eray’ın eserlerini okumaktan haz duyar.
Eray kültürel getirileri, rüyaları, hayalleri ve düşleri gerçeğe ulaşmakta bir araç olarak kullanır. Bu yüzdendir ki Eray’ı tam anlamıyla fantastik bir yazar olarak kabul edemeyiz. Gerçek olanla düşsel olanı iç içe geçirerek olağan ile olağan dışını ve olağanüstünü sentezleyen yazar, zaman, mekân, kişiler konusunda kendini sınırlamaz. Kurguladığı olayların düş mü yoksa gerçek mi olduğunu sorgularken bir taraftan da anlatıların kurmaca bir dünyada şekillendiğini her fırsatta vurgular. “Günlük olayları (dıştakileri), içsel malzemeyle (rüya, düşsellik) harçlarken zıtlaşıp, aynı anda birçok yerde olmak gibi bilime ters düşen yerlere, şeylere de uğrar.”
Gerçekliği farklı katmanlarıyla işleyerek hem bilinci hem de bilinçaltını aynı oranda maceraya katan yazar, kimi zaman bilinçaltına girer ve oralarda dolaşır; kimi zaman da bilinçaltının ona oynadığı oyunları düşselleştirir. Bilinci ve bilinçaltını aynı doğrultuda işlerken olay örgülerinde herhangi bir boşluk bırakmamaya özen gösterir. Bilinçaltı ile bilinci, düşler ile gerçekleri zıt kutuplarda göstermez. Anlatıcının veya diğer karakterlerin düşselliği ya da gerçekliği kurgularında hissedilir.
Nazlı Eray’ın kurmaca dünyasında düşsü ve büyülü gerçeklik ve fantastik unsurlar, gerçek ile kurmaca, gerçek ile rüya, düş ile gerçek ve hayal arasındaki geçişlerle ve bu geçişlerin ani değişiklikleriyle sağlanır. Eray da anlatılarında kendi yaşamından kesitler kullanarak bunları düşsel unsurlarla birleştirir. Böylece okuru kendi içerisine çeken kurgularla, eserlerini inşa eder.

Sonuç

Makalemizde belirttiğimiz ve açıkladığımız tüm bu unsurlar çerçevesinde bir sonuca varacak olursak şunları özetle belirtmek doğru olacaktır:

Hakikat ve hayali inceledik. Büyülü gerçekçilik ile fantastiğin tanımı yaptık ve bu iki türün farkını açıkladık. Nazlı Eray’ın fantastik unsurlardan faydalanıp, hakikat ve hayali zihinsel zeminden geçirerek ikisini bir bütün olarak kullandığını belirttik. Onun anlayışının fantastik anlayıştan ziyade büyülü gerçekçilik olduğunu söyledik. Bu düşüncemizi belirtirken Eray’ın eserlerinden faydalandık.
Nazlı Eray’ın, kendi özgün kaynağından beslenerek oluşturduğu bu dünya eğlence, merak ve heyecandan ziyade okuru gerçekliğin kendisinden bir an olsun ayıran hatta okur için kaçış durağı olan bir dünya olduğunu söyleyebiliriz. Bu kaçış durağı başlı başına bir hayal değil her an ve her daim gerçeğe dönebilecek, bilincin yitirilmediği bir rüyadır. Eray, kalemiyle bir çeşit büyü yaparak okuruna keyifli ve heyecanlı rüyalar göstermektedir.
Eray’ın kendi yaşadığı coğrafyanın getirilerinden etkilenerek yarattığı bu dünyanın değiştiğine de değinebiliriz. Son romanlarında bunu görebiliriz. Bu düşüncemizde “Ölüm Limuzini” adlı eser bize kaynaklık eder. Nazlı Eray’da değişim gösteren bu anlayış, onun kendi hayal gücü sınırlarının genişlediğini bize göstermektedir. Eray’ın büyüsü, Anadolu coğrafyasından çıkarak başka coğrafyadaki okurları da etkileme girişimine başlar.
Tüm bu söylenilenlerin arasında bir ana fikre doğru yol alacaksak Nazlı Eray’ın, bulunduğu coğrafyanın fantastik ve büyülü gerçekçilik anlayışı içerisindeki en güçlü kalemlerden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk edebiyatı ile fantastik anlayış arasında bir köprü olarak nitelendireceğimiz güzide yazarların arasından şimdilik en önde gelen ve köprünün en güçlü temel yapı taşı olan yazar Nazlı Eray’dır diyebiliriz.

Kaynaklar
A.Kitaplar
ARSLAN, Nihayet, Nazlı Eray: Bir Okuma Denemesi, Phoenix Yayınevi, Ankara 2008.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, c. 8, Milliyet Yayınları, İstanbul 1986.
ÇETİN, Nurullah, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Basımevi, Ankara 2003
ERAY, Nazlı, İmparator Çay Bahçesi, Everest Yayınları, İstanbul 2015.
, Ölüm Limuzini, Everest Yayınları, İstanbul 2017.
, Ayışığı Sofrası, Everest Yayınları, İstanbul 2015.
İmlâ Kılavuzu, Türk Dil Kurumu, Ankara 1996.
MORAN, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, İstanbul 1994.
————,Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, c. 3, İletişim Yayınları, İstanbul
1998.
TODOROV, Tzvetan, Fantastik, Edebî Türe Yapısal Bir Yaklaşım, Metis
Yayınları, İstanbul 2004.
VORLANDER, Karl, Felsefe Tarihi, İz Yayıncılık, c.1-2, İstanbul 2008.

  B. Elektronik Ortamdan Elde Edilen Kaynaklar

  Biyografya, Nazlı Eray Biyografisi, http://www.biyografya.com/biyografi/8898 (Biyografya Sitesi, Erişim Tarihi 15 Aralık 2018) 
  SARIASLAN, Naz, Nazlı Eray ve Fantastik Anlayış, https://www.academia.edu (Academia.edu Sitesi, Erişim Tarihi 17 Aralık 2018)
  UĞUR, Veli, Türk Edebiyatında Fantastik Roman,  https://www.academia.edu (Academia.edu Sitesi, Erişim Tarihi 31 Aralık 2018)
  Vikipedi, Fantastik Edebiyat, https://tr.wikipedia.org/wiki/Fantastik_edebiyat (Vikipedi Özgür Ansiklopedi Sitesi, Erişim Tarihi 24 Aralık 2018)

Yazar: Mert KOYUTÜRK
Editör: Servet Sena ÇELİK

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.