Romantizmi Piyanoyla Buluşturan Kadın: CLARA SCHUMANN/Bölüm I

Romantizmi Piyanoyla Buluşturan Kadın: CLARA SCHUMANN/Bölüm I

”Clara’nın çalışı insana yapıtları unutturuyor.”

Johann Wolfgang von Goethe

 

Friedrich Wieck’in kızı olarak dünyaya gelip herkesin gıpta ettiği bir piyanist olarak yetiştirilen, Robert Schumann’ın karısı olabilmek için her zorluğa göğüs geren, Johannes Brahms’ın tutkuyla bağlandığı Clara Josephine Wieck, 13 Eylül 1819 tarihinde Leipzig’de doğdu.

Friedrich Wieck kendini  bildiğinden beri müziğe ilgi duymuştu fakat ticaretle geçimini sağlayan ailesi maddi durumlarından dolayı ona bu eğitimi sağlayamazken Wieck, on üç yaşında kiliseye bağlı okula kabul edilmişti. O dönemde okul korosu civarın en yetenekli erkek çocuklarından oluşuyordu, aynı zamanda okul; müzik ve diğer konularda eksiksiz bir eğitim veriyordu. O tarihlerde birçok insan için bir anlam ifade etmese de Bach bu kilisede (Thomas Kilisesi) kantor (müzik yöneticisi) olarak çalışmıştı. Fakat Wieck; sağlık sorunları nedeniyle eğitimine devam edememiş, üniversitede Teoloji okumayı seçmişti. Fakat Teoloji’yi meslek olarak seçmemiş, içindeki öğretme isteğine kulak verip bu isteği bir malikânede çocukların eğitimi için kullanmış ve şatodaki müzik öğretmeni A. Bargiel yakın arkadaşı olmuştu. Daha sonra sağlığı kötüye gitmiş o da müziğe yönelip kendince eksiklerini kapatmıştı. Şarkı derlemelerini dönemin tanınmış bestecisi Carl Maria von Weber’e ve nota yayımcılarına yollamış, yayımcıdan şarkıları basacağına dair olumlu yanıt almış, Weber de bunları beğenmiş fakat derlemelerde teknik hatalar bulmuştu. Wieck ise bir arkadaşından borç para alarak Leipzig’de piyano satışına başlamıştı. Bir süredir Alman devletlerinin pek çoğunda uygulanmaya başlanan Fransız Medeni Kanunu; ticaret özgürlüğünü garanti altına almış, yepyeni bir sosyal sınıf şekillenmeye başlamıştı. İnsanlar meslek seçimlerinde daha özgür olabiliyorlardı, aile mesleklerini devam ettirmek gençlerin kaderi olmaktan çıkmaya başlamıştı.

 

XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA YENİ BİR AVRUPA’YA DOĞRU

İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi ve Fransa’daki siyasi devrim, XIX.yüzyılda Avrupa’yı şekillendiren en önemli iki olaydı. Savaşlar, siyasi değişim ve yeni toplum düzeni Avrupa genelinde etkili olsa da ülke ve bölgeler açısından bazı farklılıklar göze çarpıyordu. Bin yıla yakın bir süre Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu bünyesinde küçük prenslikler ve krallıklar olarak bir arada yaşayan Almanlar, İngiltere ve Fransa’daki gibi kuvvetli bir merkezi idare yapısından uzaktılar. Fransız Devrimi sonrasında Fransa’da yaşanan gelişmeler, Ren Nehri’nin doğu yakasındaki Alman devletleri tarafından ilgiyle izleniyordu. Özellikle bu ülkelerdeki aydın kesim sosyal alanlarda yapılan ilerici uygulamaları kendi topraklarında da yaşama geçirmek istiyordu. Napoléon’un idarede tek başına söz sahibi olması, önce konsül, ardından imparator seçilerek papanın elinden taç giymesi onun tehlikesini azaltmıyordu. O her zaman için devrimin ortaya çıkardığı biriydi ve kurulu düzen için büyük bir tehlike yaratıyordu.Fransız Devrimi’nin üzerinden henüz yirmi yıl geçmeden 1806’da bin yıllık Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu yıkılmış; yerine Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Prusya Krallığı ve kırk kadar küçük Alman prensliğinden oluşan Ren Konfederasyonu kurulmuştu.Savaş çığlıkları ve devrim ayaklanmaları bir süreliğine durulmuş gibi görünse de yüzyılın ortasında yeniden alevlenecekti.

 

YENİ TOPLUM DÜZENİ İÇİN YENİ BİR ENSTRÜMAN:PİYANO

Wieck, Leipzig’de piyano mağazasını açtığında Avrupa karmaşık bir dönemdeydi. O dönem orta sınıf ailelerin hemen hepsinin evinde mutlaka bir piyano bulunuyor, bu enstrüman yeni yüzyıla damgasını vuracağa benziyordu. Gündüzleri evin hanımının ve kızlarının en büyük eğlencesi oluyordu. Genellikle küçümseyici bir ifadeyle ”Biedermeier Dönemi” olarak tanımlanan bu yıllarda basit orta sınıfın yalın zevkleri açığa çıkmaya başlamıştı. Akşamları ev toplantılarına eşlik eden müzikle birlikte, soylu ailelerin salonlarında düzenlenen ve dönemin önemli müzisyenlerinin katıldığı dinletiler oluyordu. İşin temelinde rahatlık ve yalınlık vardı, sanasal kaygı ön planda değildi. Her geçen gün piyanoya olan talep artıyor, imalathaneler sürekli çalışıyor ve çalgının daha mükemmel bir yapıya ulaşması için çabalıyorlardı.  Wieck’in iş hayatına atıldığı Leipzig’de, günlük yaşamda sarayın ve hükümdarın isteklerinden çok, büyük çoğunluğunu tüccarların oluşturduğu kent meclisinin kararları belirleyici oluyordu. 1700’lerde üniversite öğrencilerinin oluşturduğu müzik topluluğu kentte düzenli konserler vermeye başlamış hatta topluluğun ilk yöneticileri  G.P.Telemann ve sonrasında J.S.Bach olmuştu. Leipzig’in Avrupa çapında ünlü olmasının diğer bir nedeni ise kitap basımında ilerlemesiydi ve buna bağlı nota basımı da önem kazanmıştı. 1409 yılından beri bünyesinde bir üniversite barındıran bu kentte ticaret, sanat ve kültür hep birbirini desteklemişti. Gençlik yıllarında kentte hukuk eğitimi gören Goethe, ünlü eseri Faust’ta Leipzig’i ”Küçük Paris” ve ”içinde yaşayanları adam eden kent” olarak tanımlamıştı. Leipzig’de gazete ve kitap okuma alışkanlığı öylesine yaygınlaşmıştı ki aynı zamanda iyi bir eczacı olan tanınmış yazar Theodor Fontane, eczanelerin birer okuma salonlarına döndüğünü söylemişti. Wieck’in piyano mağazası kentin önemli bir parçası olmuş ve Wieck, müzisyenlerce tanınmaya başlamıştı. Wieck, 1816’da ailesi nesillerdir müzikle uğraşan ve kendi öğrencisi olan Marianne ile evlenmişti. Marianne, hem iyi piyano çalıyor hem de güzel soprano sesiyle iyi şakılar söylüyordu. Kısa bir süre sonra ‘Adelheid’ adında bir bebekleri olmuştu. Wieck adeta hep bu anı beklemiş, yıllaca kendi yöntemleriyle yetiştirip tüm dünyanın gıpta ile bakacağı bir kız çocuğu hayalleri kurmuştur fakat bu bebek kısa süre sonra vefat etmiştir ki o dönemde çocuk ölümleri oldukça yaygındı.

 

YENİ UMUTLARLA DÜNYAYA GELEN CLARA BEBEK

Wieck, 13 Eylül 1819 tarihinde dünyaya gelen kızının adını ‘Clara’ koymaya niyetliydi. Yaşamına ışık vermesi ve dünyasını aydınlatması için. Clara’nın annesi ise müzik yaşamına devam ediyor, bu nedenle doğumun ilk aylarından itibaren evde her zamankinden daha fazla piyano sesi oluyordu.  Ve Clara henüz iki yaşındayken annesi Marianne, Gewandhaus Orkestrası’nın solisti olarak sahneye çıkmıştı. Wieck ise dönemin ünlü piyano yapımcıları ve müzisyenleriyle tanışma şansını yakalamış hatta anlattıklarına göre Beethoven’la bile tanışmıştı. Piyano yapımı ve eğitimi konusundaki her gelişmeyi yakından izlemişti. Clara bedenen sağlıklı gelişiyordu fakat etraftaki olaylara kayıtsız kalmasından ötürü uzun süre bay ve bayan Wieck’e korku salmıştı. Babasının parıldayan bir müzisyen olarak düşündüğü Clara, elbette işitme engelli olamazdı. Kısa bir süre sonra bu yargı kırılmış, Clara’nın piyano sesine tepkiler verdiği görülmüştü. Küçük yaşta annesi evi terk ederek Clara’yla birlikte baba evine gitmişti. Clara; dedesinin evinde olmaktan mutluluk duymuş, annesiyle daha fazla vakit geçirmişti. Annesiyle babası ayrılmış ve küçük Clara kanunen babasına verilmişti. Tam bu nokta ise Clara için esasında her şeyin başlangıcıydı. Leipzig’de her gün babasıyla piyano çalışıyor, küçük parmakları klavyenin üzerinde büyük bir beceriyle dolaşıyodu. Wieck ise kızının yeteneği karşısında sevincini gizleyemiyordu ve onun tüm gelişimini not etme amacıyla kızının ağzından günlük tutmaya başlamıştı. Wieck, Clara’nın eğitiminde temel olarak diğer öğrencilerine de uyguladığı Johann Bernhard Logier’in yönteminden faydalanıyordu ve toplu olarak ders vermeye başlamıştı. Bir süre sonra Wieck, babasından temel müzik eğitimi aldı. Bu süreçte en sevdiği aktivite her gün en az bir saat doğayla başbaşa kalmasıydı. Babası temiz havada yapılan bu yürüyüşlerin beden sağlığı kadar akıl sağlığı için de önemli olduğunu düşünüyordu. Küçük kızın kısa süreliğine annesinde kaldığı zamanlarda Wieck, Clara’nın sıkı takibini yapıyor hatta ne yiyip yememesi gerektiğini dahi yazıyordu mektuplarında. Wieck, kızının parçaları ilk ne zaman çaldığını, teknik becerilerinin ne hızla ilerlediğini, ilk beste denemelerinin tarihine kadar yazıyordu ortak günlüklerine. Clara; Carl Czerny, Johann Baptist  Cramer, John Field gibi isimlerin etütlerini  ve küçük parçalarını bir çırpıda kusursuz çalabiliyor; babası ve onun öğrencileriyle de dört el çalıyordu. Babasıyla kentteki konser yaşamını yakından izliyor ve küçük yaşta sanat olaylarını takip ediyordu. 7 yaşında ise Johann Nepomuk  Hummel’in Op.73, Sol Majör Konçertosu’nu iki ay gibi kısa zamanda öğrenmiş ve okulda temel eğitime başlamıştı. Clara; babasının çizdiği program çerçevesinde günün her saatini akıllıca kullanıyor, boşa zaman harcamıyordu. O sıralarda ise daha sonra iyice şiddelenecek olan, Wieck’in kızını öldüresiye çalıştırdığı dedikoduları yayılacaktı. Sekizinci yaş gününden dört gün önce Clara, evinde davetliler önünde ilk konçertosunu seslendirdi. Konser çok başarılı geçmiş, babasının umutlarını boşa çıkarmamıştı. Kentin tanınmış ailelerinde müzikli toplantılar oluyor ve evlerin salonları müzik ve sanat üzerine hararetli sohbetlere tanık oluyordu. Konuklar arasında henüz on sekiz yaşında olan, edebiyat ve müzikle uğraşmak isteyen Robert Schumann da vardı. Fakat bu gence yaşamını rahatça kazanabileceği bir meslek edinmesi söylenmiş ve genç annesi tarafından hukuk eğitimine yönlendirilmişti. Schumann ise hukuk eğitimiyle birlikte kendini müzikte de geliştirmenin yollarını aramıştı. Çocukluğundan beri piyano çalan bu genç hala istediği seviyede değildi. Wieck’in piyano eğitimi konusundaki başarılarını duymuş, ondan ders almaya başlamıştı. Schumann, öğretmeninin evine her gittiğinde Clara ile karşılaşıyor ve olağanüstü çalışına hayranlıkla bakıyordu. Kısa süre sonra Schumann yaşamlarının vazgeçilmezi haline gelmişti çünkü zamanının büyük bir kısmı birlikte geçiyor, beraber akşam yürüyüşlerine çıkıyorlardı. Yani artık ailedendi. Clara ondan dokuz yaş büyük olan bu gence bir abi edasıyla bakıyor, o da akşamları Clara ve kardeşlerine kendi uydurduğu etkileyici masallar anlatıyordu. Wieck ise kendisinden yirmi yaş küçük bir hanımla evlenmişti. Wieck, kendi balayında bile kızını yanına alarak Dresden’de onu sahneye çıkarmayı ve halk önünde ne kadar çalarsa o kadar iyi olacağını düşünmüştü. Bu; Clara evlenene kadar böyle gitmiş, Wieck iş disiplinini hiç aksatmamıştı. Birkaç yıl sonra ise Clara’nın üvey kız kardeşi olacak ve babası onu da piyanist olarak yetiştirecekti. 20 Ekim 1828 gecesi Clara solist olma yolunda çok önemli bir eşiği daha başarıyla geçmiş ve Leipzig’in ünlü konser salonu Gewandhaus’da sahneye çıkmıştı. O dönemde tek bir sanatçının baştan sona çaldığı resitallere henüz rastlanmıyordu. Wieck de o zamanlarda fırsatı değerlendirerek ünlü sanatçıların konser programının arasına kızını ve diğer öğrencilerini koyuyor, bu şekilde onları konsere dahil ediyordu. Wieck, konserin tüm organizasyonel işlerini kendisi yapıyordu ve bu özellikle ulaşımın pek hızlı olmadığı o dönemlerde oldukça meşakkatli işlerdi. Önüne çıkan tüm engel ve olumsuz koşullara karşın Clara soğukkanlılıkla konserlere çıkıyor ve kendisinden bekleneni fazlasıyla yerine getiriyor, salonu dolduranların büyük beğenisini kazanıyordu. Dönemin müzik gazeteleri ise onun bu başarısını yazıyordu. Bu sıralarda (19 Kasım 1828) ise Franz Schubert yaşama veda etmişti, henüz otuz bir yaşındaydı. Bu Robert Schumann’ı derinden yaralasa da Schubert henüz geniş kitleler için pek bir anlam ifade etmiyordu. Robert ise Clara’nın yaşamının ayrılmaz bir parçası olmuştu, birbirlerini görmedikleri gün yoktu. Bu gencin edebiyata olan ilgisi de göz ardı edilemezdi. 1800’lü yıllada doğan Alman edebiyatındaki romantizm, onun da bağlı olduğu bir ekoldü. Novalis’ten çok etkilenmiş, onun fikirleri yapıtlarında yer bulmuştu. Bütün romantiklerde olduğu gibi Robert için de aşk, bir din gibiydi. Sekiz yaşında sınıftan bir arkadaşına aşık olmuş ona gizlice aşk mektubu vermişti. Küçükken annesiyle yaptığı Karlsbad gezisinde piyanist Ignaz Moscheles’i dinlemiş, ondan çok etkilenmesiyle içindeki müzik tutkusu iyice alevlenmişti. Yıllar sonra Ignaz Moscheles’in Op.121 piyano ve viyolonsel için sonatını ona ithaf edeceğini bilmeden… Özellikle Jean Paul’a büyük hayranlık duyan Robert, kendisini sanatçının romanındaki ikizler (Walt ve Vult) gibi hissediyordu. Walt tüm benliğini edebiyata adayıp şiirler yazarken ikizi Vult flüt çalarak geçimini sağlıyordu. Hukukçu olmak ile sanatçı olmak arasındaki düşünceleri kendisini yiyip bitiriyordu. Neyse ki imdadına Wieck yetişmiş, onu destekleyip genç oğlanın annesini ikna etmişti. Wieck, her şeyi bir anda mahvetmeme adına sakin ve kararlı adım atıyor, saray çevresi ve soylu kişilerle arkadaşlık kurarak kızının huzurlarında çalmasını sağlıyordu. Dinleyenlerin asıl ilgisini çeken küçük kızın bestelerinin de bulunmasıydı. Bir süre  sonra Robert daha iyi çalışabilmek adına Wiecklerin evine pansiyoner olarak taşındı. O sıralarda Clara, Robert’le aynı yıl dünyaya gelmiş üstün yeteneğiyle Varşova’nın en iyi piyanisti sayılan Frédérik Chopin’in iki numaralı çeşitlemesini sekiz günde öğrenmiş ve çalıştığı yapıtlar içinde en zoru olduğunu dile getirmişti. 1831 yılında Clara; Goethe’nin kenti olarak ünlenen Weimar’da ünlü yazarın huzuruna kabul edilmiş, Goethe ”Clara’nın çalışı insana yapıtları unutturuyor.” demişti. Ünlü yazarın ilgisi, on iki yaşındaki kıza Weimar’daki tüm kapıların açılmasını sağlamıştı. Wieck, kızının Paris’te konser vermesinin ne denli önemli olduğunu düşünerek harekete geçmişti. Paris’e vardıklarında Fransızca konuşamadıklarından yemek yiyecek kadar bile dertlerini anlatamamışlardı. Clara ise seçkin bir salonda Mendelssohn’un huzurunda çalmıştı. Tüm çabalara rağmen Paris, Clara’ya ilgi göstermiyordu. On iki yaşındaki bu kız ne kadar yeteneki olursa olsun seyirciler ve organizatörler için bu ilginç değildi. Parisliler her konserde Beethoven’in yapıtlarını duymak istiyorlardı. Clara onlara hitap etmiyordu. Clara; Robert’e mektuplarında Wagner’den bahsetmiş, 19.yüzyılın en büyük opera bestecilerinden olacak bu adamın zaman zaman Wieck’in mağazasına uğradığını söylemişti. İkisinin dostluğu her geçen gün artıyor, Clara konserlerinde Robert’in eserlerini de seslendiriyordu. Robert çok çalışıyor; müzikte sıradanlığa, gündelik olana ve tekdüzeliğe savaş açıyordu. O tarihlerde Almanya’daki müzik yaşamının tatminkâr olduğu söylenemezdi. Sahnelerde Rossini hakimiyeti vardı, piyano alanında da neredeyse yalnızca Herz ve Hünten. Üstelik Beethoven’in, Carl Maria von Weber’in ve Schubert’in dünyamızdan ayrılmasının üzerinden yalnızca birkaç yıl geçmişti. Alman olma bilincini Alman sanatı yardımıyla yüceltmenin bir yolunu arıyorlardı. Tüm olayların daha da karmaşık hale gelmeye başlayacağı nokta ise Clara ve Robert’in arasındaki ilişkinin giderek kardeşlikten öteye geçmesi olacaktı. Robert bu arada soylu bir ailenin kızı Ernestine’yle nişanlanmıştı. Clara’nın aklı çoğunlukla Robert ile dolu olduğu zamanla da babası ”Clara bu aralar düşüncesiz, kibirli, hiç düşünmeden her şeye itiraz eder bir halde. Ayrıca dikkatsiz, tembel, kaba saba…” diyerek önlem almış ve onu yoğun bir turneye çıkarmıştı. Babası ona verdiği inanılmaz destekle konser esnasında piyanoda tutukluk yapan tuşları, Clara çalarken de takılan sürdini her defasında düzeltiyor, kan ter içinde kalan adam durumu kurtarıyordu. Clara konser repertuarıyla dinleyicilere ve müzik camiasına yenilikler getiriyor, alışılmışın dışında aksine hiç seslendirilmemiş eserleri çalıyordu. 16 yaşında Mendelssohn’u dinlemiş ve bu genç besteciyi kalpten takdir etmişti. Kısa zamanda Avrupa’nın dört bir yanında ”Bach Rönesansı” yaşanmaya başlamıştı. Mendelssohn hızla yeni yapıtlar üretiyor; senfoniler, oratoryolar, piyano için yapıtlar birbirini izliyor aynı zamanda orkestra yönetmesindeki başarıyla haklı bir ün sağlıyordu ve yıllar sonra bay-bayan Schumannların çok yakın dostu olacaktı. Wieck ailesi onu evinde ağırlamış, Clara ile Mendelssohn birbirlerine çalmışlardı. Yine aynı zaman diliminde Chopin Leipzig’e gelmiş ve onları da ziyaret etmişti. Clara bir dinleti yapmış ve genç besteci duyduklarından çok etkilenmiş, ona övgü dolu sözler söylemişti:

”Fantastik çalışındaki aşırı heyecan orada bulunanlara da geçiyor; onu nefesimi tutarak dinledim. Parmaklarının piyano üzerindeki kaçarcasına kayışı takdir edilmeye değer. Beni çok etkiledi, bu tarzın şimdiye dek bana yabancı olduğunu itiraf etmem gerek.”

Ünlü bestecilerle Felix Mendelssohn yönetiminde çalıyordu. Bu süre zarfında Robert, nişanlısından ayrılmış ve Clara ile ilişkileri başlamıştı. Wieck, olanları sessizce izlemiş ve çok öfkelenmişti. İki gencin görüşmelerini yasaklamış, çeşitli tehditlerde bulunmuştu. Robert ise eserler yazıp Clara’ya ithaf ediyordu. Sonrasında Clara’yı unutmaya çalışmış hatta bir başkasına aşık olmuştu ama kısa süre sonra onsuz yapamamış ve bu iki genç tüm engellere rağmen takma adlarla mektuplaşmıştı. Clara, Dresden’de Robert’in Op.9 Carnaval adlı eserini seslendirmiş ve herkesin ilgisini çekmişti. 17 yaşında Viyana’ya doğru yola çıkmıştı, yıllardır müzik dünyasında farklı ve öncü konumdaki bu kent o tarihlerde daha çok İtalyan operalarının etkisinde olsa da büyük bir başarı yakalamıştı. Clara kentteki en önemli gündem maddesi haline gelmiş, pastanelerde Torte à la Wieck (Wieck Turtası) servis edilmeye başlamıştı. Clara; her konserinde yeni paçalar çalmaya, dinleyenlerin karşısına olabildiğince farklı programlarla çıkmaya özen gösteriyordu ki bu da hemen her gün yeni bir yapıt çalışmasını gerektiriyordu. 1838 yılında Viyana’da genç yeteneğe ”İmparatorluk ve Krallık Müzikçisi” unvanı verilmişti. Aynı yıl Liszt’te Robert’in Carnaval adlı eserini çalmış; ünlü sanatçı duyduklarının, tanıdığı yapıtlar içinde en büyüklerinden olduğunu söylemişti. Bir yıl sonra yıllarca hayalini kurduğu Paris turnesine babası olmadan Fransız refakatçisiyle birlikte çıkmıştı. Babası artık ona cephe almış ve kızına adeta soğuk savaş ilan etmişti. Kendisi olmadan solist hayatının meşakkatli sürecinde başarılı olabilecek miydi? Bu yirmili yaşlardaki genç bir kız için oldukça zordu. Ama Clara dişini sıkmış babasına o olmadan da başarabileceğini göstermiş, ”Artık babam olmadan da dünyaya açılabileceğimi görüyorum.” demişti. Clara, Paris’te piyano çalışını geniş kitlelere dinletmenin yollarını ararken yanında yetişkin biri olmayan genç kızı kimse ciddiye almak istemiyordu. Bir yandan da burada Berlioz, Heinrich Heine ve Friedrich Kalkbrenner gibi ünlülerle tanışmıştı. Sonunda başarmış, Paris konserinde dinleyenler onu ”İkinci Liszt” olarak tanımlamışlardı. Clara bu dönemde babasından sıkça tehdit mektupları almış, Robert’ten ayrılmazsa onu evlatlıktan reddedeceğini söylemişti. Ama genç aşıkların her şeye rağmen ayrılmaya hiç niyetleri yoktu. O sıralar Clara, Robert’e olan aşkını şöyle değerlendirmişti:

”…Ona yalnızca tutkuyla bağlı değilim. Aksine onu dünyadaki en iyi insan olduğu, beni başka hiç kimsenin sevemeyeceği kadar temiz ve soylu bir duyguyla sevdiği, herkesten daha iyi anladığı için seviyorum. Ayrıca onu her konuda mutlu edebileceğimi ve her kadından daha iyi anlayabileceğimi biliyorum…”

Gençler gelecek planları kuruyor, Wieck’in onlara açtığı dava karşısında kararlı duruyorlardı.  Bu yoğun konser tempoları içerisinde her ikisi de mental olarak çok yorulmuştu çünkü Wieck mahkeme sürecinde davayı uzatma niyetindeydi. Kızına bir anda büyük bir kin besleyen baba, asılsız eleştiriler ve dedikodular kaleme alıyor, bunları yayıp gazetede yayımlatıyordu. Dostlarına gönderdiği mektuplarında ona piyanolarını vermemesini tembihliyor, genç kızı çok güç durumlarda bırakıyordu…

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.