Sapkınlığın Sıfır Derecesi

02.05.2018
Sapkınlığın Sıfır Derecesi

Aynı yüze uyabilecek yüz maske hazırlama yeteneğine sahip olmak Albertine, bana dışarda değil, kendi içimizde temsilin gerekliliğini anlatmaya yetiyordu. Ona, yalnızca gözlerin sözcüsü olmayan, sıkıntılı ve donakalmış tüm duyumların asılı olduğu bir bakışla, sıra dışı sözcükler söylemek isteyen gözlerle bakıyordum.” Marcel Proust

Sapkınlık, zihinsel uyumsuzluğun bir maskesidir. Sade; olayları betimlerken kullanılan her yasak sözcükten zevkin yanı sıra duygu uyandırıcı bir tat alan, her görgü tanığının zihniyle kendininkini karşılaştırmaya çalışan bir yazardı. Aynı zamanda karanlık bir tarafı vardı; kızgın, karşı konmaz, öfke dolu, yalnızca duvarların arasında kendi düşlerine hükmedebilen bir hayalet. Kağıt üzerinde veya düşünürler arasında büyük bir adam sayılmadı. Bak Juliette, her tutkunun iki anlamı var: Biri kurban açısındandır, ki çok haksız, öbürü de işlemi uygulayan bakımındandır, o da haklı.”

Öyleyse soruyorum: Sade yakılmalı mı?Bilinmeyen, büyük bir hayal kırıklığına sebep olan -böylelikle bunu yazmak, korkuyla karışık saygı uyandıran bu kavramı renklendirir; tıpkı çocukların çizilmiş siyah çizgilerin içini boyaması, sonra bir adım öteye geçip o çizgilerden bağımsız şekilde boyayı taşırması ya da camlarına demirler taktıran bir adamın, kimse içeri girmesin diye çırpınırken kendisini de oraya hapsettiğini anlaması gibi- bu eserler yakılmalı, gizlenmeli ve konuşulmamalıdır. Öyleyse evet, Sade o gün geldiğinde muhakkak yakılmalıdır. Ancak unutma, bir taraftan da kimsenin söylemeye cesaret edemediği noktalar vardı. Belki de toplumsal düzenin eleştirisini yapmanın en kısa yolu, onu; sınırları zorlayandüşüncelerle bağdaştırmaktı.

…zira insan kalbi, zihnin yanlış hesaplamalarının dışavurumundan başka bir şey değildir; zihni olgunlaştırın, kısa zamanda kalp de bunu kabullenecektir; akıl yürütmek istediğimizde bizi yanıltan şey hep yanlış tanımlamalardır, ben kalp nedir bilmem, bana göre o, zihnin zayıf tarafıdır” Marquis de Sade, Juliette

Sade, edebi yönüne bakılmaksızın felsefi açıdan tutarsız, aşırı, şeffaf, yolundan sapmış bir yazar olarak değerlendirildi. Tanrıları kendi elleriyle ateşe vermiş bir sapkın, korkusuz.Onu anlamaya çalışanlar, ona tapmakla suçlandı. Onu bir yazar olarak ele alan eleştirmenler ise çoğu zaman -bir yargı sisteminin gözüne girmeyi arzu edenler tarafından- en zayıf değerlerini ya da çoğunluğun hoşuna gitmeyecek düşünceleri okuyucuya sunmakla sınandılar. Ne iyi bir yazar ne de iyi bir filozof olarak değerlendirilemeyen Sade; evinin dışında hiçbir güç gösterisinde bulunamamakta, hiçbir tutkuya kapılıp kendini kaybedememektedir. Hatta o duvarların dışında, içiyle karşılaştırıncagörünmez biri bile olabilir. Belki de içindeki çocuk korkutmuştur bu adamı; çekingen, korkak hale getirmiştir. Savaşmak düşüncesinden daha korkunç bir yenilgi düşünülebilir mi? Savaş da nitekim, insanların anlaşma çabalarından birisidir.Oysa ölüm dışında kalan zevklerin binlercesi, acıyı telafi edemez. Zevk anlık bir rüya iken, acı süreklilik gösteren ve derinlerimize tesir eden gerçek bir olgudur.

Kızgın, karşı konmaz, öfke dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir sapkınlık yaşayan, bağnazlığa dek tanrısız… bir iki lafla böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim”Çünkü bütün kötümserliği içinde onun şiddetle yadsıdığı bir fikir var: Uğrama, başına gelme eylemi. Erdem; adına allanıp pullanan kavramlar arasında çiğnenmektedir; insan onunla tekrardan yarattığı kötülük bozgununa boyun eğmekte, özgürlüğü de gerçekliğini yitirmektedir.

Ötekiler, kendi isteklerine isyan etti diye birey başkaldırıyı sınamamalı mı? Bireyin özgürlüğü zaten böyle bir çabaya girmeyecek midir? Sade, ara sıra kuşkusuz bir çözüm yolu buldu. Kendini toplumdan koparan süreç boyunca acı çekmiş olabilir miydi? Bu soruları kendilerine yöneltemedikçe insanlar erdem üzerine demeçler, sahte altın işlemeli sözler, ince dokunmuş yüzeysel kalıplar ürettiler. Belki de yalnızca kendi yargıları aracılığıyla kendi korkularını meşru kıldılar. Yazarken tutulan o nefesi gönül rahatlığıyla geri veremediler. Aslında belki de her putlaşmış düşüncede, her ‘tehlikeli’ düşüncede olduğu gibi bir yazarı tüm maskelerini hesaba katarak onu yorumlama yetisi, bu yargıların ikinci sebebi oldu.

Ona göre iyilik, barışmaz ögeleri özlerinde uyumlu gösteren bir oyundu; bolluğun bitmez tükenmez iştahı ile yokluğun bencil hırsı uzlaşabilir miydi? Sade; insanlık ve iyilik kavramlarının, çıkar kavramının kılık değiştirmiş örnekleri olduğunu savundu. Bireysel zevkleriyle çatışmayacak bir toplumun özlemini çekiyordu. Gerçek şu ki zevk düşkünün edinimleri dünyaya bir tehlike getirmiyor; bir çeşit oyun denebilir bu edinimlere.” Belki dekinsiz bir dünyada, başka bir dünyada, hıncın güvensizliğin yarattığı bu edinimler de silinip gidecekti. Suçu çekici kılan yasaklar yok edilebilse, şehvetin kendisi bile ortadan kalkabilirdi. Bu kavramlar ortadan kaldırılamıyorsa, yasakların tedavisi nasıl bulunacaktı? Temelde tek tek ayrılan öznelere kitle halinde uygun geldiğiiddiasıyla konulmuş soyut yasaklar bütününün varlığını sorguluyor ancak bunu isyan eden bir deneme şeklinde değil, zevki ve zevkteki en uç yönelimleri natüralist bir anlatımla okuyucuya sunuyordu. Kısacası, söylemek istediği şeyi doğrudan değil de yasakların sınırını zorlayan bir abartıyla öne sürüyordu.

Belki de günün sonunda, bireyden bireye değer ayrımları olduğu sonucuna da vararak herkesin ayrı olduğu noktaya saygı göstermek yetecekti. Suçun veya yasakların betimlenmesindeki çekici nokta; bu tür yasak ve hoş görülmeyen anlatıları -edebi açıdan- güzel sanatların bir dalı olarak ele alabilmekti.

Kaynakça:

Sade’ı Yakmalı Mı? Simone de Beauvoir

Juliette, Marquisde Sade

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.