Takıntıların Beyaz Perdeye Yolculuğu : Stanley Kubrick

26.05.2018
Takıntıların Beyaz Perdeye Yolculuğu : Stanley Kubrick

“Yaratıcı bir zekaya sahip gerçekten özgün bir kişi eski üslupla çalışamaz, değişik bir şey yapar. Diğerleri üslubu daha ziyade yerleşmiş adetler olarak düşünür ve bu adetler dahilinde çalışmaya uğraşırlar.” -Stanley Kubrick

Herkesin takıntıları yok mudur? Kesinlikle vardır. Ancak bu takıntıları hayatımızı zorlaştıracak hale getirmek yerine potansiyelimize katkı sağlayacak şekilde kullanmak da her zaman bizlerin elindedir. Peki bunu başarabilen birisi daha önce oldu mu diye soracak olursanız sizlere verebileceğim cevap Stanley Kubrick olacaktır.

Adsız1.png

Full Metal Jacket filminin setinde Stanley Kubrick ile Matthew Modine

Stanley Kubrick beyaz perde macerasına fotoğraf çekerek başlıyor. Gençliğinde Look Dergisi için New York sokaklarında çekimler yapıyordu. Look Dergisinde yayınlanan fotoğrafları aslında onun tekniğinin temellerini atmıştı, o zamanlar henüz 17 yaşında olduğu için belki de kendisi bile bunun farkında değildi. Sadece çok fazla kurcalıyordu ve detaycıydı. Her zaman mükemmeli arıyor, mükemmeli bulmak istiyordu. Yıllar sonra bu özelliği ona hiç kimsenin sahip olamayacağı şöhretinin kapılarını açacaktı. Meraklıları Museum of the City of New York’un internet sitesinde Kubrick imzalı 7,000’den fazla fotoğrafı görebilir. Fotoğraflara ulaşabileceğiniz bağlantı:

http://collections.mcny.org/C.aspx?VP3=SearchResult_VPage&VBID=24UP1GYLAQP3&SMLS=1&SrvRsp=1&PN=1

Adsız3.png

Stanley Kubrick Look Magazin çekimlerinde

Kubrick’in eğitim hayatının çok başarılı geçtiği söylenemez. Orta sınıf bir ailenin çocuğuydu ve doktor bir babası vardı. Okulu sevmediğini her daim dile getirirdi. Hatta yıllar sonra okulla ilgili düşüncelerini şu şekilde belirtmişti : “Bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek bir şeyler öğretmeye çalışmaktır. Not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. Bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile korku duyarak öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır. Okulda bulunduğum sürece hiçbir şey öğrenmedim ve 19 yaşıma kadar kendi isteğimle hiçbir kitap okumadım”. Fotoğraf üzerine akademik kariyer görmek istedi fakat lise notları buna engel oldu. Kubrick bu durumda kenara çekilmek yerine kendisine bir çözüm yolu buldu ve Columbia Üniversitesi’nde derslere gönüllü olarak katıldı.

Adsız4.png

Stanley Kubrick ve Malcolm McDowell Otomatik Portakal setinde

Kubrick her zaman kendi tarzını bulmanın peşindeydi. Kafasındaki dünyasını yansıtmak, insanlara anlatmak istiyordu. Bu durum onun hikâye bulmasını zorlaştırıyor ve filmlerinin arasındaki zaman dilimini de çok uzatıyordu. Bunun üzerine o da çareyi edebiyatı sinemaya uyarlamakta buldu. İmza attığı 13 filmin 11’ini kitaplardan sinemaya aktardı. Üstelik uyarlamasını yapacağı kitapların senaryolaştırılmasında da ciddi rol üstleniyordu. Adeta hikâyenin üzerine ayrı bir hikâye yazıyor gibiydi. Hatta buna kitapların yazarları da şaşırıyordu. Büyük ses getiren The Shining filmini, kitabın yazarı Stephen King hiç beğenmemişti ve bunun üzerine televizyon için kendi versiyonunu çekmişti. Yine de bu film ile ilgili ilginç bir detay vermek gerekirse otelin dışındaki labirenti Stanley Kubrick’in kızı tasarlamıştı. Aslında ailecek bu senaryo işine el attıklarını söylemek mümkündür.

Adsız6.png

The Shining filminde labirent

Adsız5.png

The Shining film setinde Stanley Kubrick ile Jack Nicholson

Kubrick’in bu takıntıları çoğu zaman oyuncuları ve film şirketlerini zorluyordu. O derece zorluyordu ki The Shining filminde Jack Nicholson’ın banyoya baltayla girme sahnesini 127 kez tekrar çekmiş, bu sahne için tam tamına 40 kapı kırılmıştır. Eyes Wide Shut filminde ise Tom Cruise’a kapıdan içeri girme sahnesini 90 kez tekrarlatmıştır. Otomatik Portakal filminde ise bir sahneyi 74 kez çekmiştir. Kubrick’in takıntıları sadece bunlarla sınırlı değildi, filmlerinin her aşamasında tanık olunabilecek cinstendi. Mesela Barry Lyndon filmindeki bir sahnede set ışıklandırması olmadan doğal ışığı kullanarak söz konusu sahneyi çekmek istemiştir. Ancak bunu başarabilmek için uygun bir lens bulunmamaktaydı, tabii ki Kubrick için bu bir sorun değildi. Apollon’un aya iniş programında kullanılmak için tasarlanmış, ancak boşa çıkmış üç adet kamera lensi keşfetmiş ve bu lensleri kendi kamerasına uyarlamak için 3 ayını harcamıştır. Mükemmele ulaşmak için Ay’ın karanlık yüzeyini çekmek üzere tasarlanmış lensleri bile kendi kamerasına uygun hale getirecek kadar ileri gidebiliyordu.

adsız7.png

Barry Lyndon 1975 filminden bir kare

Peki, Kubrick’in tekniği neydi? ‘Tek nokta perspektifi’ olarak adlandırılan bu tekniğin kökenleri Rönesans tablolarına kadar uzanıyor. Zaten Kubrick’in film sahnelerinde bir tablo edası olduğunun farkına varabilirsiniz. Tek nokta perspektifinin kolay bir tanımını yapmak gerekirse; uzayıp giden bir yolun ortasından bakıldığında bir yol ve o yolun üzerinde yer alan cisimler ileride birleşiyormuş gibi görünür. Bu görüntü de kişilerde derinlik duygusu ve daha gerçekçi bir algı yaratır. Bu tekniği başka alanlarda kullanmak teorik olarak daha kolay olsa da sinemada kullanmak isterseniz sonucunda Kubrick gibi bir sahneyi 127 kez çekmek zorunda kalabilirsiniz.

aaaa.png

2001 A Space Odyssey filminden Kubrick’in tek nokta perspektifi çekimi

Kubrick’in sinemasını özel yapan sadece bu teknik değildi. Onun için estetik o kadar önemliydi ki filmlerini kusursuz hale getirebilmek için altın orandan yararlanıyordu. Özellikle Barry Lyndon filminin açılış sahnesinde, seyircilerini bir film mi izledikleri yoksa bir tabloya mı baktıkları konusunda şüpheye düşürecek kadar mükemmel bir şekilde bunu başarmıştır.

bbll1.png

Barry Lyndon açılış sahnesi

bb2.png

Barry Lyndon açılış sahnesinde altın oran örnekleri

fmjj.png

Full Metal Jacket filminde altın oran

thsinin.png

The Shining filminde altın oran

Kubrick’in filmlerinde bir sahne gördüğünüz zaman ben bu sahneyi daha önceden görmüştüm hissine kapılabilirsiniz. Bunun sebebi ise birçok ünlü ressamın tablolarına filmlerinde göndermeler yapmasıdır. Georg Stubbs, Vincent Van Gogh, Thomas Gainsborough, John Constable ve daha birçok ressamın tabloları Kubrick’in filmlerinin içerisinde hayat bulmuştur. Barry Lyndon filmi bu konuda diğer filmlerinden bir adım daha öndedir. Filmin herhangi bir sahnesinde bir sanatçının eserini anımsayabilirsiniz.

ggstpbb.png

George Stubbs, Eclipse , 1769 – Stanley Kubrick, Barry Lyndon , 1975

cccoor.png

Stanley Kubrick, A Clockwork Orange, 1971 – Vincent Van Gogh, The Prison Courtyard,1890

georbblndn.png

Johann Heinrich Füssli, The Nightmare, 1781- Stanley Kubrick, Barry Lyndon, 1975

Kubrick’in filmlerinde kullandığı müzikler de seyircinin dikkatini çekecek türdendir. Kullandığı parçalar insanda sanki o sahne için bestelenmiş hissi uyandırır. Özellikle The Shining filmindeki sahnelerde kullandığı müzikler ile seyirciyi filmin başından sonuna kadar rahatsız edici bir koltukta oturuyor hissiyatına sürüklemiştir. Alex North, Nelson Riddle, Gerald Fried gibi sanatçılarla çalışmasının yanında, Schubert’e kadar uzanan tanınmış bestecilerin bestelerine de filmlerinde çokça yer vermiştir.

(https://www.youtube.com/watch?v=KkJZOxqB-qk Barry Lyndon filminde kullandığı Schubert bestesini buradan dinleyebilirsiniz.)

drstrange.png

Dr.Strange Love filminin setinden bir kare

Kubrick’in bir başka özelliği ise her zaman birbirinden bağımsız konularda filmler çekmesiydi. Tek bir türü farklı şekillerde işlemek yerine birden çok türü kendi tarzı ile işlemiştir. Filmin konusu veya türü ne kadar değişirse değişsin eğer o film Kubrick tarafından çekilmişse onun izlerini her halükarda görebilirsiniz. Her filminin bir başyapıt olmasını istemiş ve bunun için çabalamıştır. Çektiği filmlerde psikolojik çözümlemelere yer vermiş, insanı düşünmeye, sorgulamaya teşvik etmiştir. Full Metal Jacket’ta askerlik psikolojisini, Otomatik Portakal’da iyiliğin içten gelmesi gerektiğini, 2001 A Space Odyssey’de insanlık tarihinin bir kemik parçasını kullanmaktan başlayarak nerelere kadar ilerleyebileceğini işlemiştir.

aspace.png

2001 A Space Odyssey filminin posteri

Kubrick gerek tekniği gerekse sinema dünyasındaki başarıları ile her zaman beyaz perdenin unutulmaz ve aranan ismi olmaya devam ediyor. Ölümünün üzerinden 19 sene geçmiş olmasına rağmen çektiği filmler onu ölümsüz hale getirmiş durumda. Hatta geçtiğimiz günlerde Kubrick’in klasiklerinden biri olan 2001 A Space Odyssey filmi 50.yılını Cannes Film Festivali’nde kutladı. Christopher Nolan tarafından orijinal kamera negatiflerinden yeniden oluşturularak gösterildi.

cannes.png

2018 Cannes Film Festivali’nde Christopher Nolan, Stanley Kubrick’in kızı Katharina Kubrick ve Keir Dullea ile birlikte

Eğer Kubrick’i tanımak için filmlerinden fazlasını istiyorsanız 2001 yılında Warner Bros. şirketi ve Jan Harlan’ın yönetmenliği ile ortaya çıkarılan A Life In Pictures belgeselini izleyebilirsiniz. Bana öyle geliyor ki Stanley Kubrick, sinema yeryüzünde var olduğu sürece her zaman adından söz ettirmeye devam edecek. Olur da bir gün sinema dünyayı aşarsa, sinemanın takıntılı ve mükemmeliyetçi yönetmeniyle başka bir gezegende tekrar yollarımızın kesişebileceğine inanıyorum. Unutmamak gerekiyor ki Kubrick için imkansız yoktur…

kubrickkk.png

Yararlanılan Kaynaklar:

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.