THE GODFATHER – SIR ALEX FERGUSON

16.11.2018
THE GODFATHER – SIR ALEX FERGUSON

O, Old Trafford’un 27 yıl kiracısıydı. Ama 8 Mayıs 2013’ten beri artık sahibi. O, bu kulübe verebileceğinden fazlasını vermişti. Taraftarlar da onu büyük baba olarak gördükleri için ona bu ismi takmıştı.
Şampiyon, dahi, savaşçı. Bu tanımlamaları yapabileceğiniz biri varsa, o da İngiltere futbolunu adeta baştan yazan Sir Alex Ferguson için yapabiliriz. 1986 yılında Manchester United’ın menajerlik görevine geldiğinde (Türkiye’de teknik direktörlük unvanının İngiltere topraklarında benzer manaya gelen menajerlik olarak kullanıldığını belirtelim), her şey onun için daha yeni başlıyordu.

Manchester United, Alex Ferguson gelene kadar neredeyse 19 yıldır şampiyonluk yüzü görmemişti. Ne amaçladığını Manchester’a adım attığında kimse bilmiyordu. Zamanla bunu bütün İngiltere sonra da Avrupa futbol kamuoyuna gösterdi. O, takımın bulunduğu dönemde First Division olarak adlandırılan ligde başarıya ulaşmak için önce takım içinde bir şeylerin değişmesi gerektiğini anladı ve hemen işe koyuldu. Ne de olsa futbol bir takım oyunuydu ve Alex Ferguson da disiplin aşığı bir adamdı. Siz, kulüp ve camia olarak bir araya gelemediğiniz sürece başarı bulutların arkasında bir yerlerde kalıyordu.

Ferguson önce, ‘’sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!’’ diyerek, içki yasağı ile takımdaki oyuncuların bir anlamda ‘’ayık’’ kalmasını sağladı. Çünkü o dönem İngiltere’de ki futbolcularla publarda karşılaşmanız çok olasıydı. Belki önemli bir galibiyet belki de önemli bir maçtaki mağlubiyet ya da kazanılan bir kupa da sonrasında değil, herhangi bir günün akşam saatlerinde yan yana bir şeyler içiyor olmanız çok normaldi. Ama bu normal olan durum sadece sizin için geçerli zira bu oyuncuların bir sonraki gün tekrar bir antrenman ya da bir maçlarının olması ve o maç/antrenman esnasında sergileyebilecekleri çok kötü bir performans, sizi 16 sene gibi şampiyonluktan uzak kalmanıza sebep oluyordu. İşte Ferguson bunu görmüş ve ilk neşteri de buraya vurmuştu.

Bir futbol adamının hele ki o kişi takımın menejari ise, alt yapı ve scout çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu adı gibi bilmesi gerekiyor. Ferguson da tabii ki bunların önemini baştan beri çok iyi biliyordu ve gerçek Manchester ruhunu tekrar ortaya çıkarmak için, önce bütün altyapı sistemini tekrar kurdu ve 1988 yılında alt yapı antrenörü olarak Brian Kidd’i getirdi. (Brian Kidd 1993 yılından sonra Ferguson’un yardımcı antrenörü oldu.) Genç oyuncuların sahip oldukları ateşi kullanmak isteyen ‘’Fergie’’ aynı zaman da Manchester’a getirdiği birçok scout sayesinde bulduğu diğer genç oyuncularla başarının kapılarını aralamaya başlamıştı. Sadece 5 sene içerisinde Alex Ferguson’un yönetimi işe yaramış, günün sonunda hem Manchester United’a hem de dünya futboluna önemli isimler kazandırmıştı. İşte Gary Neville, Phil Neville, David Beckham, Paul Scholes, Nicky Butt, Wayne Rooney gibi isimlerin hepsi o büyük alt yapı çalışmasının sonuçlarıydılar.
O, alt yapıya her zaman güveniyordu. Zaten çıkardığı yıldızlar ve onlarla gelen başarı, bunun en büyük göstergesi niteliğindeydi. Alt yapı sistemini tekrar kurduğu günlerde, boş zamanlarında alt yapı maçlarına gidiyor, o maçları ve oyuncuları dikkatlice izliyor ve maçın bitiş düdüğünün ardından onlarla iletişime geçiyordu. Hemen hepsine kendilerini geliştirebileceklerini, ileride ise A takıma bile çıkabileceklerinin sinyalini vermeyi de hiçbir zaman ihmal etmiyordu.
Ferguson’un bir teknik adamda bulunması gereken en büyük özellik olan insan yönetimini de büyük bir ustalıkla gerçekleştiriyordu. Sahada oynanan oyunda eğer hoşuna gitmeyen bir şey varsa hiçbir çekincesi olmadan çoğu zaman da taç çizgisinin yanından ayrılmadan, saha içindeki her bir oyuncuyu çok sert bir dille uyarıyordu. Ancak takdir etmeyi de hiçbir zaman ihmal etmiyordu. Sadece oyunculara değil, statta çalışan bir kişiye, teknik ekipten birine ya da bir çaycıya dahi aynı şekilde davranıyor, ortamı adeta aile bağıyla bağlanmasına yol açıyordu. Yazının başında da belirttiğimiz gibi futbolun bir ‘’takım’’ oyunu olduğunu bilen, her planı bunun üzerine kuran bir kişiden bahsediyoruz. Tabi ortada böyle bir bağ olunca, Manchester United’lı taraftarlar tarafından ‘’THE GODFATHER’’ adının verilmesi ise kaçınılmaz olmuştu.
Böyle bir ortamın olduğu bir kulübün çok değil, birkaç sene içerisinde büyük başarılara ulaşması eminim ki kimseyi şaşırtmamıştır. 1999 yılında Birleşik Krallık’ta ki 3 kupanın yanına bir de Avrupa’nın bir numaralı kupası olan Şampiyonlar Ligi’nin de kazanılmış olması, Ferguson’un sadece kulüp, camia, taraftar ya da İngiliz kamuoyu tarafından değil, belki de İngiltere’de alabileceği en büyük ödül olan İngiliz kraliyet nişanesi’ne layık görülmüştü. Kraliçe 2. Elizabeth, ülkesine yaptığı hizmetlerden dolayı İskoç teknik adama 1999 yılında “Sir” unvanını vermişti.

Tabi saha içindeki bu sert tavrından, oyunculara karşı sergilediği tatlı-sert tutum, gençlere inanmak ve geliştirmek ve her ne olursa olsun başarı için savaşmaya kadar her şey onun imzasıydı. Onun bir diğer imzası da 1986 yılından 2013 yılına kadar yeniden oluşturulan ve dünyanın en değerli kulübü listelerinde her daim birinci sırada olmasını sağlayan sportif başarının mimarı olmasıdır. Manchester United’ı 27 yıl içerisinde adeta yeni bir yüz nakli yaparak çehresini değiştirmiş ve Manchester şehriyle bütünleşmesini sağlamıştı.
Ayrıca Fergie’nin makyavelist bir yaklaşımı da vardı ki, onu aslında Sir Alex Ferguson yapanda buydu. Ofansif ve baskılı oyunun temelinde de bu vardı. “Zafere giden yolda her şey mübahtır.” anlayışına sahip olması, onun her sezon, takımı oluştururken hangi oyuncunun ne kadar edebileceğini adeta önceden seziyormuş gibi önce alır, güzelinden bir parlatma sonucunda yüksek fiyatlara satardı. Andrei Kanchelkis, Mark Hughes, Paul Ince, Jaap Stam, David Beckham, Ruud Van Nistelroy ve Cristiano Ronaldo gibi oyuncuların alış fiyatlarının çok çok üstünde satışı onun yönetimsel tavrını bizlere açıkça sunuyordu.
Tabi sadece her şey transfer değil, bir de sportif başarı var ki işte orada bizim için en önemli nokta geliyor. Bir antrenör takımı örneği; Ferguson’un ManU’su! O, her sene yapılan transferler ileride daha yüksek bir fiyata satılır gibi bir yaklaşımla gelmedi. Onun yanında da, takımın oynaması gereken oyunu hem kendi kadrosuna hem de her sene yeni gelen oyunculara bir bir öğretiyordu, amacı oluşturduğu futbol geleneğini bozmadan, başarıya devam etmekti. Bu planlama doğrultusunda Ferguson’un, Manchester United’ı 90’lı yılların ortası ve sonu, 2000’lerin başı ve 2010’lara kadar sadece isimleri değişen ancak oyunu hiçbir zaman değişmeyen ama gelişen buna bağlı olarak da başarılı bir futbol oynamıştı.

Sir Alex Ferguson, 1992 yılında kazandığı ilk şampiyonluktan 2013 yılındaki son şampiyonluğuna kadar 13 kez Premier Lig’de şampiyon olmuş, 2 Kez şampiyonlar ligini kazanmış ve sadece kişisel başarıları ile değil, maçlarda sürekli çiğnediği sakızı ile hatırlarımızda. O, 8 Mayıs 2013’te yani son şampiyonluğu garantiledikten hemen sonra futboldan müsaadesini istemişti. Son kez Old Trafford’da Manchester United’ın menajeri olarak sahaya çıkarken, bütün stadın onu ayakta alkışlaması, herkesin onu ne kadar sevdiğini göstermeye yetiyordu. O, ‘’Bu kararı doğru zamanda verdiğime inanıyorum. Kulübü olabilecek en güçlü pozisyonda bırakmak önemliydi ve bence bunu başardık. İleride kulüpte direktör ya da uluslarası elçi gibi görev almak isterim. Taraftarlara çok teşekkür ediyorum. Manchester United gibi bir kulübe bunca yıl önderlik etmek büyük bir onur ve çok özel bir ayrıcalık. United’da görev yaptığım sürenin değerini bileceğim’’ demişti. Ama sonraki senelerde tabii ki bütün gözler onu hep aradı. Hep de arayacak. Çünkü bir ‘’Sir’’ her zaman gelmez.
Melih Ziya UYSAL

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

  1. Emre dedi ki:

    Çok güzel bir yazı bir Liverpoollu olarak Sir Alex Ferguson’a büyük saygım var. Ancak Wayne Rooney Everton alt yapısından çıkma bir oyuncu.