Yaşam ile Ölüm Arasında Bembeyaz Bir Şair: ZİYA OSMAN SABA
Ziya Osman Saba, 30 Mart 1910’da İstanbul’da doğdu, 29 Ocak 1957’de yine İstanbul’da yaşamını yitirdi. Öğrenimini Galatasaray Lisesinde yatılı olarak ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Bankacılık, yayımcılık yaptı. MEB Basımevinde düzelticilik gibi görevlerde bulundu.
Genç yaşta şiir yazmaya başladı, çocuk yaşta annesini kaybetmesi onun edebi hayatı, şiirleri ve tüm yaşantısı üzerinde etkili oldu.
“Ey ölü, az daha yaşatmak isterdim seni,
Habersiz bırakıp gittiğin evde.
Giysen hazır duran terliklerini,
Odalarda dolaşsan, öksürsen
Toplasan bu yaz da bahçende yemişleri,
Az daha ömür sürsen.”
“çoçuk Ziya Osman Saba annesi Aliye Tevhide Hanım ve babası Osman Bey ile”
“kapı çalınacak, babam gelecek”
Çocukluğunu, kırgınlığını şu dizelerle dile getirmiştir:
“çocukluğum, çocukluğum
bir çekmede unutulmuş,
senelerle rengi solmuş,
bir tek resim çocukluğum… “
İlk şiiri 1927’de Servet-i Fünun dergisinde yayımlandı. “Yedi Meşale” adlı kitapta yayımladığı şiirlerle “Yedi Meşaleciler” topluluğuna katılan Saba, “Meşale, İçtihat, Ataç, Yücel ve Varlık” dergilerinde yazdı.
Yedi Meşalecilerin en önemli ve en bilinen ismidir, topluluk kısa bir sürede dağılmış olsa da o yaşamı boyunca söz konusu topluluğun şiir anlayışına bağlı kaldı.
Amcasının sinir problemleri olan kızıyla yaptığı evlilik ve çocuk yaşta annesini kaybetmesinin etkisiyle Yedi Meşalenin ilk dönemlerinde karamsar bir ruh haliyle şiirlerini yazdı.
Güz adlı şiirinde duygularını şöyle ifade etmiştir:
“çiçeğin rengi soldu, bitti şarkısı kuşun
yol tenha, dal mecalsiz, su durgun
tabut yapılan tahta, ev ev taşınan odun
bahar, ümit yerine; ey kış, içimde korkun
ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var
gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar
belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar
birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz
gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz
en güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz
insanlar.. ne sonuncusu, ne de ilki
çoluğu, çocuğu, erkeği, dişisi
şu sokaklardaki, taşı
……….”
Şiirlerinde ölüm konusunu çoğunlukla işledi. Gösterişe kaçmadan lirik ve içten bir söyleyişle şiirlerini kaleme aldı. Sade ve açık bir dille yazdığı şiirlerinde çocukluk anıları, geçmişe duyulan özlem, ev ve aile sevgisi, Allah’a kulluk, kadere boyun eğiş, küçük mutluluklar ile yetinme, öte dünya özlemi, ölümün yakınlığı, yoksul hayatlara acıma gibi konuları işlemiştir.
1940 yılına kadar hece ölçüsünü ve klasik nazım biçimlerini devam ettirmiş, sonraki şiirlerinin çoğunda hece ölçüsünden ve bilindik nazım biçimlerinden uzaklaşarak kendine özgü bir “serbest şiir” biçimi oluşturmuştur.
“Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi”
Şiir haricinde hatıra karakteri gösteren öyküler de yazmıştır, hikayelerinde çoğunlukla anılarını anlatmıştır. Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ve Değişen İstanbul isimli iki öykü eserinin sahibidir.
“Burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor. Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok. Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış.”
Belki de Türk edebiyatının en naif ismidir, örneğin “Dilek” adlı şiirinde duygularını şöyle ifade etmiştir:
“Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi
Bu bahar gününde, dertliyi, ümitsizi
Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci,
Bir bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda
Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş
Çocuklar el ele, bir halka oluvermiş
Görmek isterdim camlardan, odalarda oturmuş
Radyoyu açmış, küçük sofra kurmuş
Yol, meydan, dere, tepe, dağ, bayır, kır
Vapurlar limanlarda yola çıkmaya hazır
Gazinolar, plajlar, sinemalar açık
Her dilden bir şarkı, her dudakta bir ıslık
Ne yoksul âhı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi.”
“Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum.” Kırılganlığını hüznünü her satırından hissetmek mümkün Saba’nın.
“Her akşamki yoluma koyulmuş gidiyorum.
Her akşamdan vücudum bu akşam daha yorgun.
Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn,
Bir cami eşiğine yatıversem diyorum
– Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum!
Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun;
Bu akşam, artık seni anmayan İstanbulun
Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum.
Sonsuz sessizliğini dinlemek istiyorum.
Bilirim ki taşlığın bir döşek kadar ılık,
Sana az daha yakın yaşamak için artık,
Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum.”
Ziya Osman Saba ile Cahit Sıtkı Tarancı Galatasaray Lisesinde tanışmışlar ve çok güzel bir dostluğa sahip olmuşlardır.
Bu dostluk edebi hayatlarına da fazlasıyla yansımış, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman için “Ziya’ya Mektuplar” isimli eserini; Ziya Osman Saba ise Cahit Sıtkı için “Düşümde” şiirini yazmıştır.
“Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.
Baktım ki, toplamış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.
Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı,
Bense uyandıktan sonra.”
“tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun
bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler”
Saflığın duruluğun, beyazın şairi idi.
Cemal Süreya onun ardından şu cümleleri kurmuştur:
“hep beyazı söyledi ziya osman saba. hiç terlemedi şiirinde. daha doğrusu yalnız alnı terledi. o da utangaçlığından belki. alnını silmek için beyaz bir mendil taşıdı elinde.
şiiri küçük dayının şiiridir. günün birinde trafik kazasına kurban gidecek bir dayının.
vazgeçişten serinlikler çıkardı. yetinmeyi bir mutluluğa dönüştürmek istedi. sofanın şairidir.
sonra da öldü.
şimdi cesedi bozulmamış duruyor. alnında o mendil.”
“ziya osman saba, eşi ve çocukları”
Beyazın, saflığın, hüznün, kırılganlığın, naifliğin şairi Ziya Osman Saba’yı hayatını etkileyen ve şiirlerinde bolca yer verdiği ölüm kavramını tatmasının 61 yıl sonrasında anıyoruz.
“ümitler içerisindeyim, çok şükür öleceğiz”