Toplumun Kirli Çarkı Şiddet Üzerine

08.08.2020
Toplumun Kirli Çarkı Şiddet Üzerine

Şiddet, etimolojik açıdan bakıldığında Arapça kökenli sertlik, katılık ve yoğunluk anlamını taşıyan ‘’şeddat’’ kelimesinden Türkçeye geçmiştir. Şiddet olayları ise en genel tabirle; kaba kuvvet kullanarak, baskı yaratarak ya da karşı tarafa üstünlük kurulabilme potansiyelini taşıyan herhangi soyut ya da somut bir araç kullanarak karşı tarafı sindirmek, korkutmak, hakimiyet kurmak amaçlarıyla gerçekleştirilen her türlü eylem anlamına gelir. Latincede ise ‘’violentia‘’ sözcüğü, kökenini daha genel anlamlarının dışında güç, erk, bedensel güç gibi anlamları simgeleyen “vis“ten alarak en genel tabirle şiddet anlamını taşıyor. Tüm bu tanımların yanı sıra şiddet, fiziksel veya psikolojik üstünlüğü kullanarak zarara yol açmanın ötesinde değerlendirilmelidir. Şiddet, yaratılan zararın çok daha ötesinde daha temelde gayrimeşru olarak nitelendirilmesi bu kavrama daha geniş bir perspektifle bakılmasını kolaylaştıracaktır. Aynı zamanda şiddetin sınıflandırılmasına olanak sağlayıp hukuki açıdan yaptırımlar ve toplumsal çözüm ortaklıklarının yaratılmasını kolaylaştırılacaktır. Şiddet denilince akla gelen ilk imge ve anlamlar, herhangi somut ya da soyut amaca hizmet etme isteğine tutunmasıyla birlikte üstünlük ve egoya hizmet etme isteğini barındıran fiziksel şiddet kavramıyla ilişkilendiriliyor. ‘’TCK, m.448-450: kasten adam öldürme ve TCK, m.456: katil kastı olmaksızın bir kişiye cismen eza verilmesi veya sıhhatinin ihlali yahut akli melekelerinde teşevvüş husulüne sebep olunması’’ maddelerinde de fiziksel şiddetin Türk Ceza Kanunu’ndaki tanımı açıkça görülüyor. Daha basit bir açıklamayla, kurbanın psikolojik ya da bedensel bütünlüğüne zarar veren her türlü şiddet fiziksel şiddet bağlamında değerlendirilebilir.

ŞİDDETİN SINIFLANDIRILMASI

Jean-Claude Chesnais, şiddet denilince akla gelen ‘’bireysel’’ eylemler dışında ‘’kolektif’’ şiddetleri de vurgulayarak 1981 yılında yayınladığı araştırmasında şiddet eylemlerini belirli kategorilere ayırarak daha geniş bir yaklaşım ortaya koyuyor. Bu sınıflandırmada şiddet türleri kolektif (la violence collective)  ve özel ya da bireysel şiddet (la violence privée) olarak iki kola ayrılmıştır(Chesnais,1981). Özel şiddet; cinayetler, suikastlar, zehirlenmeler, idamlar, bilerek darbe ve yaralanmalar ve cinsel suçları kapsıyor. Kolektif şiddet ise kitlesel şiddet ve imha eylemlerine işaret ediyor. Bu kapsamda vatandaşın iktidara ve iktidarın vatandaşa uyguladığı şiddet farklı kollara ayrılarak incelenmiş. Savaşlar ise yine kolektif kategoride yer alan şiddet türüdür. (Chesnais,1981). Şiddet eylemlerini/olaylarını kategorize etmenin en büyük önemlerimden biri de şiddetin çözüm yolları hakkında çeşitli verilere ulaşılmak istenildiğinde ortaya çıkıyor. Sadece ‘’Şiddet nasıl önlenir, nasıl yaptırımlar uygulanmalıdır ve nasıl müdahale edilmelidir?’’ gibi soruların yetersiz kaldığı birçok durumda, yapılan sınıflandırmalar çözüm yollarını aydınlatır ve neden sonuç ilişkileri gibi birçok değişkeni sorgulanan durumların daha iyi anlaşılmasını sağlar. Böylece farklı ve ortak yönleriyle şiddet kavramı ve niteliği daha sağlıklı tartışılabilir bir hal alır.

ŞİDDET İNSANIN DOĞASINDA VAR MIDIR?

Bireyin belirli şartlar ve çevresel etmenler sonucunda sahip olduğu nitelikler sonucu doğan şiddet eylemleri olduğunu savunanlar olduğu gibi insanın içindeki şiddet eğiliminin doğanın parçası olması ve hayatta kalma gibi temel içgüdülerin yarattığı doğal bir durum olduğunu savunanlar da vardır. Ancak doğada hayvan türleri arasındaki çatışmanın tür içi öldürme-savaş anlamına gelmesinden çok, (nadir olarak rapor edilen birkaç dövüşme olayı dışında) tür içi örgütlenmeye yönelik davranışlar olduğu savı oldukça kuvvetlidir. Üstelik bu çatışmaların hiçbirinde şiddeti amaç görmenin kanıtı sayılabilecek silah ya da farklı bir alet kullanımına rastlanmamıştır. Yani insanlarda var olan tür içi şiddetle aynı kategoride değerlendirilemeyeceği gibi, doğada var olduğu meşrutiyete de bir neden olarak sunulamayacağı birçok bilim insanı tarafından ifade edilmiştir (Statement ,1987).

1987 yılında çeşitli bilim dallarından akademisyenler ‘’Şiddet Üzerine Bir Bildiri (Statement on Violence) yayınlayarak şiddet kavramının insan doğasında olduğuna ve şiddeti bu durumu kanıt göstererek meşru kılan fikirlere karşı bilimsel verilerle temel anlamda 5 madde hazırlayarak karşı görüşlerini kamuoyuyla paylaştılar. Bu beş madde ise ‘’Şiddet gerçekten insanın doğasında var olan ve kabul edilip normalleştirilmesi doğru mudur?’’ Sorusunu açıkça cevaplar niteliğindedir. Maddeler kabaca şu niteliktedirler: 

  1. İnsanların savaş çıkarma özelliğine sahip olduğu ve bunu atalarından miras aldıklarını söylemek BİLİMSEL OLARAK YANLIŞTIR.
  • İnsanın şiddete olan eğilimini ya da herhangi bir davranışını insan genetiği neticesinde, programlanmış olarak var olduğunu söylemek BİLİMSEL OLARAK YANLIŞTIR.
  • İnsanın evrimsel sürecinde, şiddet dolu ya da saldırgan davranışlarını bu süreç boyunca geliştirdiği diğer davranışlardan sivrilerek daha keskin bir gelişme gösterdiğini söylemek BİLİMSEL OLARAK YANLIŞTIR.
  • İnsanın sinir sistemi onun şiddete eğilimli bir beyin yapısına sahip olduğunu göstermez. Nasıl davrandığımız, konuştuğumuz sosyal çevreyle şekillenir. Şiddete eğilimli beyin fonksiyonlarımız ve nörofizyolojimiz olduğunu söylemek BİLİMSEL OLARAK YANLIŞTIR.
  • Savaşın içgüdü sonucu oluşan doğal bir süreç olduğunu söylemek BİLİMSEL OLARAK YANLIŞTIR.

Yayınlanan makalede elde edilen sonuç, insanlığın yarattığı suç şiddet savaş gibi kavramların insanların biyolojik yapısının getirdiği ‘’doğal’’ bir sonuç olmadığı ve savaşın (şiddetin) bir tür insan icadı olduğudur. Nasıl insan tür içinde savaş ve şiddeti icat ettiyse aynı şekilde çözüm yollarını ve bunu sonlandırmayı da icat edebileceği sonucunu oldukça açık ve tabidir.

TOPLUMSAL VE BİREYSEL ŞİDDET ÇARKINDA KADIN 

Toplumda kadına şiddet felaketi, yüzyıllardır dayatılan sistemlerin yarattığı kendini değişmez/mutlak güç sahibi olarak atfeden ve kadının, toplumsal kararların, düzenin, aile yapısının, ahlaki ve yasal düzenin sahibi olduğunu düşünen tarafın ve böyle bir tarafın olması zorunluluğuna inandırılmış kitlenin var olması neticesinde gerçekleşmekte ve güç bulmaktadır. Kendisine bu nitelikleri büyük bir cesaretle yapıştırmakla kalmayan ve adeta kendini bu niteliklerle tekrar yoğurup inşa etmiş taraf, mağdur kişinin yaşam hakkına, psikolojik düzenine ve birliğine, bireysel bütünlüğüne tehdit ve tecavüz tehdidi oluşturur; bilinçli bir halde kendinde var olan, toplum aile yapısıyla, gelenek görenek gibi dogma yaptırımlarla, medya ve şiddeti normalleştiren ve normalleştirme sürecinin parçası olmuş her türlü araçla beslenerek şiddetin çok ötesinde ‘’terör’’ yaratır. Bu duruma ek olarak yargı süreci sonucu cezalandırma faaliyetlerinin ve caydırıcılığının yetersizliği, hukuk ve adalet kavramlarının tekelleşmesi, toplumsal yapıya ilmek ilmek işlenmiş her türlü üstünlük, şiddeti haklı noktaya çekmeyi hedefleyen, durumu hafifletici, mağdurun beyanını siyasi ya da otoriter amaçlardan alçak gören, şiddetin neden ve sonuçlarını niteliksizleştirici ört bas edici tutum ve davranışlar toplumda kadına şiddeti, cinayeti kolaylaştıran, hatta sızdırdığı çeşitli ‘’ama’’larla şiddeti meşrulaştıran zeminler hazırlar. Özellikle içinde bulunduğu düzene sorgusuz ve eleştiriye kapalı gelenekselleşmiş bir tavırla itaat eden toplumsal aile düzeninde çocuk bireye cinsel organının varlığını fark ettiği yaşlardan itibaren pompalanan üstünlük, karşı cinse ya da kendinin üstün olduğu vurgulandığı herhangi bir varlığa sahiplik imaları; eşitsizliğin vurgulandığı ve gücün kendisinde olduğuna dair yaklaşım ve eğitim(!)ler çekirdek aile çerçevesinde kapalı, kalmayıp tüm zehrini, kibrini, pisliğini ve saldırganlığını toplumsal yapıya kusmaktadır. Var olduğu, yarattığı ve sürdürdüğü şiddet ve saldırganlık çemberinin içerisinde kendisinin  yine ‘’ama’’larla dolu bahaneleriyle adeta haklı olduğuna da inandırılmış hastalıklı yapısıyla kalmaz adeta bir salgın gibi bu durumu yayar ve normalleştirilmiş bu durumu nesilden nesile aktarır. Sürekli benzer sebeplerle dolu kaçışlar içeren siyasi ya da başka türlü otorite sahibi olmuş kitleler tarafından da sıkça vurgulanan ifadelerle, şiddetin her türlüsünün hafife alınması ve yaptırımların objektif ve katı bir biçimde gerçekleştirilmemesi de her türlü şiddet eyleminin önünü açmaktadır.

toplumun-kirli-carki-siddet-uzerine

Görsel Alıntıdır: https://medium.com/@dinakrichker/we-dont-hurt-humans-c3b2da814670 Alıntı tarihi: 22.07.2020

N(ASIL)?

Tür içi şiddetin bireysel hak ve özgürlüklere aykırı, gayrimeşru, ahlaksız ya da daha farklı bir sürü kavramla yanlış ve normal değildir, suçtur sonucuna varmak doğru temellendirmeler ve çıkarımlarla varılabilecek ilk basamaktır. İkinci bir basamak olarak her türlü şiddet ve şiddet eylemlerine çözüm yolları hakkında konuşmak da yapılabilecek en önemli şeylerdendir. Sorunun kaynaklarını belirlemek temel noktalardan birinin olmasının yanı sıra toplum içinde bireysel, kitlesel, fiziksel, ruhsal her türlü şiddete karşı yaratılacak en küçük bir taviz ve meşrulaştırma şiddet eylemlerinin ateşine odun atmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı gibi saldırganı harekete geçmesi için kapı aralar. Yapılması gerekenler: bireysel ve kitlesel eylem olabildiğinde yüksek sesle şiddetin varlığına dikkat çekmek, kamuoyu oluşturmak, yasal yaptırımları adalet sisteminin ayrıcalıksız kurulduğu bir düzen sağlayarak ceza mekanizmasını devreye sokmaktır. Medyanın kamuya her gün dakikalarca sunduğu normalleştirilmiş başlıklar altında yoğrulmuş şiddet haberlerinin, kurgu yapımların mastürbasyonun altında ezilip susmak, normalleştirmeye ortak olmak değil, aynı zamanda tüm bu durumların karşısında duvar gibi durmaktır.

Çünkü

 ‘’Suskunluk şiddetin başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir.” (Hobart, 1985, s.15)

Yazan: SERVİN ÇAĞIL

KAYNAKÇA

 Beau, N. (1998). Jean-Claude Chesnais Histoire de la violence en Occident de 1800 à nos jours, Paris, Laffont « coll. Pluriel », 1981, 497 p.. Sociétés & Représentations, 6(1), 432-436. doi:10.3917/sr.006.0432.

Hobart, Mark. (1984). Violence and silence: towards a politics of action.

Statement on Violence. (1987). Medicine and War, 3(3), 191-193. doi:10.1080/07488008708408760

Kapak Görseli: Cain killing Abel (Yağlı Boya) Anonim, 19.yy.

YAZAR BİLGİSİ
Servin Çağıl
Servin Çağıl, 2000 yılında doğdu. Şu an Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Metalurji ve Malzeme Mühendisliği okuyor. Görsel sanatlara, sinemaya ve felsefeye yakından ilgisi olmasının yanı sıra sosyolojiye ilgisi de zamanla gelişmiştir. Çocukluğundan bu yana yaratıcı drama ve tiyatro eğitimleri almasıyla birlikte sahne sanatlarına da ilgisi oldukça katlanmıştır. Bilim yazıları ve moleküler düzeyde çalışmalar özellikle ilgisini çekmekte ve aslında akademik kariyeri için ilhamları olmaktadır. Haziran 2020'den bu yana sosyoloji, sinema, bilim alanlarında yazılarını büyük bir keyif ve istekle yazmaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.