Rüyada Olabilir Miyim?

22.09.2020
Rüyada Olabilir Miyim?

Rüyada Olabilir Miyim?

RENE DESCARTES

    Alarmınız çalıyor, kapatıp yataktan kalkıyorsunuz, giyiniyorsunuz, kahvaltınızı yapıyorsunuz ve güne hazırsınız. Ama sonra beklemediğiniz bir şey oluyor; uyanıyorsunuz, gördüğünüz sadece bir rüyaymış. Rüyanızda kalkıp güne hazırlanıyordunuz ama gerçekte yorganın altında mışıl mışıl uyuyordunuz. Bu rüyalar ‘’yalancı uyanıklık’’ olarak bilinir ve oldukça gerçekçidir. René Descartes (1596-1650)’da zamanında böyle bir rüya görmüş ve hakkında düşünmeye başlamıştı.

İnsan rüya görmediğinden nasıl emin olabilirdi?

Felsefe Descartes’ın entelektüel ilgi alanlarından sadece biriydi. Aslında oldukça başarılı bir matematikçiydi ve asıl şöhreti Kartezyen Koordinat Sistemi’ni keşfetmesinden gelmekteydi. Söylentiye göre, tavanda gezinen bir sineği gözleriyle takip ettiği sırada, sineğin farklı noktalardaki konumunu nasıl tanımlayacağını merak etmesi Kartezyen Koordinat Sistemi’ni bulmasını sağlamıştır. Descartes’ı bilim de cezbederdi, hem astronom hem de biyologdu. Filozof olarak şöhreti, çoğunlukla bilginin sınırlarını incelediği ‘’Yöntem Üzerine Konuşma’’ ve ‘’Meditasyonlar’’ adlı kitaplarına dayanır.

Birçok filozof gibi Descartes da bir şeye neden inandığını sorgulamadan hiçbir şeye inanmaz ayrıca tuhaf ve diğer insanların aklına gelmeyen sorular sormaktan zevk alırdı. Hayatın her şeyi sorgulayarak geçmeyeceğinin Descartes da farkındaydı elbette. Hiç şüphesiz Pyyrhon’un da farkına vardığı gibi, çoğu zaman hiçbir şeye güvenmeden yaşamak epeyi zor olmalıydı. Ne var ki, Descartes’a göre hayatında bir kez bile olsa, ne olursa olsun doğruluğundan emin olduğu bir şeyi bulmak bu sıkıntıya değerdi. Gerçek bilgiye ulaşmak için geliştirdiği yöntem, “kartezyen şüphecilik” olarak bilinir.

Bu yöntem oldukça basittir. En küçük bir doğru olmama ihtimali taşıyan hiçbir şeyi doğru kabul etmeyin. Aklınıza ‘’ben bunu okurken uyanığım’’ diye bir düşünce geldiyse mutlaka bunu sınamalı, yanlış ya da yanıltıcı olmadığından kesinlikle eminseniz kabul etmelisiniz. Aklınızda en küçük bir şüphe bile kaldıysa onu inkâr etmelisiniz. Descartes, inandığı birçok şeyi gözden geçirip göründükleri gibi olduklarından kesinlikle emin olup olmadığını sorgulardı. Dünya, gerçekten de kendisine göründüğü gibi miydi? Rüya görüp görmediğinden emin olabilir miydi?

Descartes’ın bulmaya çalıştığı, doğruluğundan kesinlikle emin olabileceği biricik şeydi. Böylece kaygan gerçeklikte sağlam bir zemin oluşturabilecekti kendisine. Ama bir şüphe girdabına kapılıp sonunda hiçbir şeyin doğru olmadığını düşünme tehlikesi de vardı. Descartes şüpheci bir tavır takınmak istiyordu ama onun şüpheciliği Pyyrhon’un ve öğrencilerinin şüpheciliğinden farklıydı. Onlar hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceğini düşüyorlardı ancak Descartes, bazı inançların şüpheciliğin en yetkin biçiminden bile etkilenmeyeceğini göstermek istiyordu.

Descartes, kesinlik arayışına ilk önce duyular yoluyla elde edilen kanıtlarla başladı: Görme, dokunma, tatma, işitme ve koklama. Duyularımıza güvenebilir miyiz? Tam olarak güvenemeyeceğimiz sonucuna vardı Descartes. Duyularımız bazen bizi aldatabilirdi. Bize hata yaptırabilirdi. Görme duyunuzu düşünün. Görme yeteneğinize her zaman güvenebilir misiniz? Gözleriniz her zaman size sadık mıdır? Örneğin suya soktuğunuz çubuk, ona belli bir açıdan bakıldığında bükülmüş görünür. Kare şeklindeki bir kule, uzaktan bakıldığında yuvarlak gözükebilir. Her birimiz zaman zaman görme duyumuzla ilgili sıkıntı yaşarız. Descartes sizi önceden aldatan bir şeye güvenmenizin doğru olmayacağını düşünür.

Descartes; inanılmaz derecede zeki ve güçlü ama aynı zamanda kötü niyetli bir cin hayal edin, der. Bu cin var olsaydı, sonuç gerçekte altı olsa bile yaptığım toplamanın her zaman 2+3=5 olarak görünmesini sağlayabilirdi. Bunu size cinin yaptırdığını bilemezdiniz. Sayıları öylece birbirine ekliyor oluyordunuz. Her şey normal görünürdü.

Şu anda böyle bir durumun olmadığını kanıtlamanın kolay bir yolu yok. Belki de bu kötü cin, bana şu an evde oturup dizüstü bilgisayarımda yazı yazdığım yanılsamasını yaşatıyor ama aslında ben Fransa’nın güneyinde bir sahilde uzanıyorum. Ya da belki kötü cinin laboratuvarındaki rafta sıvıyla dolu cam kavanozun içinde duran bir beyinim sadece. Beynime yerleştirdiği kablolarla elektronik mesajlar yollayarak, bana aslında yaptığım şeyden tamamen farklı bir şey yaptığım izlenimini veriyor olabilir. Belki de cin bana, anlamlı gelen sözcükler yazdığımı düşündürtüyor oysa gerçekte aynı harfe basıp duruyorum. Bunu bilmenin herhangi bir yolu yok. Kulağa ne kadar çılgınca gelse de böyle olmadığını kanıtlayamazsınız.

Bu kötü cinle ilgili düşünce deneyi, Descartes’ın şüpheyi sınırlarına taşıma yoludur. Kötü bir cinin bizi aldatmadığına kesinlikle emin olduğumuz bir şey olsaydı bu harika olurdu. Bu, hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimizi iddia eden insanlara karşılık verebilmemizin yolu olurdu.

Descartes’ın bir sonraki adımı felsefenin en iyi bilinen ifadelerinden birini doğurdu. Çoğu kişi anlamını anlamasa da bu alıntıyı bilir. Descartes’a göre bir cin var olsa ve onu kandırsa bile, o cinin kandırdığı bir şey olmalıydı. Bir düşünceye sahip olduğu sürece o, Descartes, var olmak zorundaydı. Var olmasaydı, cin onun var olduğunu düşünmesini sağlayamazdı, zira var olmayan bir şey düşüncelere sahip olamazdı. Descartes’ın bu durumdan çıkardığı sonuç, ‘’Düşünüyorum, öyleyse varım (Cogito ergo sum)” oldu. Düşünüyorum dolayısıyla var olmalıyım. Bunu kendinize de uygulayabilirsiniz; düşünceye ve duyuma sahip olduğunuz sürece var olduğunuzdan şüphe etmeniz imkânsızdır.

Düşünüyor olduğu sürece var olduğunu kanıtlamak, şüpheciliği tamamen çürütmeye yetmezdi. Felsefi meditasyonlarıyla doğurduğu şüphe girdabından kurtulmak için Descartes’ın başka kesinliklere ihtiyacı vardı. İyi bir tanrının zorunlu olarak var olduğunu savundu. Aziz Anselmus’un Ontolojik Argüman’ının bir versiyonunu kullanarak, Tanrı düşüncesinin Tanrı’nın varlığını da kanıtladığına kendini ikna etti. İç açılarının toplamı 180 derece değilse bir üçgenin üçgen olamayacağı gibi, Tanrı da iyi ve var olmasaydı mükemmel olamazdı. Bir başka argümanında şöyle diyordu; Tanrı’nın zihinlerimize koyduğu bu fikirden dolayı onun var olduğunu biliriz. Tanrı var olmasaydı bir tanrı fikri de olmazdı. Tanrı’nın var olduğundan emin olduktan sonra düşüncesini geliştirmesi çok daha kolay oldu. İyi bir Tanrı, en temel meselelerde insanlığı aldatıyor olamazdı. Böylece Descartes, dünyanın aşağı yukarı deneyimlediğimiz gibi olduğu sonucuna vardı. Açık ve seçik algılara sahip olduğumuz zaman bunlar güvenilirdi. Descartes’ın sonucuna göre dünya vardır ve algıladığımız şeyler hakkında bazen yanılsak da aşağı yukarı göründüğü gibidir. Buna karşılık bazı filozoflar bunun hüsnükuruntu olduğuna ve kötü cinin Descartes’ı 2+3=5 düşüncesinde aldattığı gibi Tanrı’nın varlığı konusunda da kolayca aldatmış olabileceğine inandı. İyi bir tanrının var olduğundan emin olmadan, Descartes kendisinin düşünen bir şey olduğu bilgisinden ileri gidemezdi. Saf şüphecilikten bir çıkış yolu gösterdiğine inanıyordu ancak onu eleştirenler bu konuda hala şüphelidir.

 

Yazan: Süleyman Çengel

 

Kaynakça;

Warburton N. (2011). Felsefenin kısa tarihi. (Çev. G. Ateşoğlu). İstanbul: Alfa Yayınları.

 

 

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.