Altıncı Koğuş Kitabının İncelemesi

27.05.2020
Altıncı Koğuş Kitabının İncelemesi

Rus edebiyatının şüphesiz mihenk taşlarından biri olan Anton Çehov, 1860 yılının soğuk bir kış ayında Rusya’da dünyaya geldi. Babasının başarıyla sürdüremediği ticaret hayatına bakkalda çalışarak yardım ettiği için lise eğitimi olağan süresinden uzun oldu. Ardından Yunanların gittiği bir okul ile eğitim hayatını sürdürdü ve sonrasında klasikleri beğenmemesine ön ayak olan ancak aynı zamanda hayal gücünü oldukça geliştiren Yunan-Latin klasiklerine dair bir eğitim gördü. Zorlu maddi süreçleri barındıran geçmiş aile koşulları nedeniyle çocukluk döneminden beri hayatını kendi kazandı. Bu sebeptendir ki öykülerinde çocuklar, onların acıları ve hüzünleri oldukça yer edindi. Liseyi bitirdikten sonra Moskova’da bir tıp fakültesine girdi ve doktor oldu. Bu süreçte de yazılarına devam eden Çehov, 1887’de Rus Akademisi’nin “Puşkin Ödülü”nü Alacakaranlıkta kitabıyla kazandı.

1892 yılında yayımlanan “Altıncı Koğuş” kitabı, Çehov’un bize o dönemin Rusyası üzerinden sınıf farkını, duyarsızlığı, bireyselliği, eşitsizliği, yabancılaşmayı ve daha birçok detayıolağan gerçekliğiyle anlattığı bir başyapıt oluyor. On-on beş yıllık bir süreci içine alan o dönemde, Rusya’daki ekonomik sınıflar diğer toplumsal alanlara da yansıyor,bütün koşullar üst sınıfın hizmetine yönelik işliyor.Çarlık Rusyasında elit kesimin doyumsuzluğu ve kibiri, insanlıktan uzak bireyleri temsil etmeye gayet tabii yetiyor. Tam da bu ünlü hikâyenin yayımlandığı sene, bölgesinde kolera salgını baş gösteriyor ve Anton Çehov doktorluk mesleğini üstün emeği ve çabasıyla yerine getiriyor.

Çehov, okuyucuyla konuşur gibi ve insanı içine çeken diliyle yazdığı “Altıncı Koğuş”ta Doktor AndreyYefimıç ve hastası İvan Dmitriç’e hayat verip aralarında geçen felsefi diyaloglar ile büyük resimdeki toplumsal sorunları sorgulatıyor biz okuyuculara. Oldukça fazla kullandığı betimleme ve tasvirlerle gerçeklik algısını da katlıyor bir yandan. Doktor, taşradaki epey kötü durumda, bakıma ve yeni bir düzene ihtiyacı olan hastanede çalışmaya geliyor. Bir ruh salığı ve akıl hastalıkları hastanesi. Gayet tabii kendisi de bu hastanenin yenilenme gereksinimin farkında. Ancak hiçbir aksiyon almıyor bu zeki ve eğitimli Andrey durumu değiştirmek adına. Hastası İvan ise AltıncıKoğuş’ta yatan üniversite mezunu, zeki ve ilginç biri. Biraz asabi bir karakteri var ve düşündüğünü söylemekten çekinmiyor. Doktorun dikkatini çeken kişiliğiyle birlikte, dinden, felsefeden, toplumdan, insan hayatından konuşmaya başlıyorlar. Ancak içine düştüğü hastane hasta olmayanı bile deli etmeye yetecek derecede.

“Sıcak, rahat bir oda ve bu koğuş arasında bir fark yoktur. İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil, içindedir.” diyor Doktor. Fakat bu sözleriyle kendini hastası İvan’ın yerine koymaktan ne kadar uzak olduğunun farkında dahi değil. Hayatın yükünü küçümseyen, hayatın duygular bütünü olduğunu hiçe sayan doktora kendini anlatmaya çalışıyor İvan da. Doktor her ne kadar aynı fikirde olmasa da İvan ile söyledikleri onun üzerinde derin bir etki bırakmaya yetiyor. İvan doktordan haz etmese de Andrey bu sohbetlerden çok keyif alıyor. Doktor Andrey, zeki İvan ile konuları tartışmak için, var olan ekstra zamanlarını hastanenin altıncı koğuşunda geçiriyor. Sabahın en erken saatlerinden akşamlara kadar orada İvan ile konuşuyor. Kendi hayat düzeninden, arkadaş çevresinden oldukça uzaklaşmış bir hale geliyor sonunda. Bu durumun farkına varan hastanedeki bir diğer doktorHobotov, yakın arkadaşı Mihail Averyanıç ve evdeki yardımcısı Daryuşka, Doktor Andrey’i yadırgamakta gecikmiyorlar. Bir süre sonra Andrey, belediye başkanı tarafından çağırılıyor ve kendisine birkaç soru soruluyor. Bu sorgulamanın sonunda akli dengesini test etmeye yönelik bir görüşme olduğunun farkına varıyor Doktor Andrey. Sonrasında ise hayatında ilk kez aşağılanmış ve öfkelenmiş hissediyor. Derin bir hüzne kapılıyor için içine. Asil-orta sınıf statüleri arasında bir dalgalanma etkisi yaratıyor üzerinde. Adeta şoka uğratıyor onu yaşananlar. Oysaki henüz olanlar başlangıça işaret ediyor. Günler geçiyor ki Andrey’in akıl sağlığından iyice endişe duyan Doktor Hobotov onun küçük bir oyunla hastaneye gelmesini ve burada yatmasını sağlıyor. Altıncı Koğuş’ta. Burada İvan’la tekrar karşılaşıyor Doktor. “İnsanların kanını emiyordunuz, şimdi sizinkini emecekler. Mükemmel!” lafını esirgemiyor İvan kadim dostuna. Andrey artık tüm gerçekliğin farkına varıyor ve bundan epey korkuyor. Verilen hiçbir yemeği ne yiyor ne de su içiyor. Sonunda felç geçirip ölüyor Doktor Andrey. Güzel olabilecek yenilikleri, herkesin aynı paydada toplandığı, sınıfların göz etmediği fikirleri öldürdüğü gibi…

Bu sistemin ve var olan düzenin üst katından manzaralı bir evdeyseniz, baskının, zorlukların, otoritenin, adaletsizliğin varlığını kabullenip bakmak zor olabilir gerçek olana. Çok yazık ki 1890’lardan bu yana değişen pek bir şey yok rakamlar dışında. Belki de insanlık daha kötüye gidiyor diyebiliriz. Günümüzde de güçlü ve çarpıcı etkisinden hiçbir şey kaybetmeyen “Altıncı Koğuş” insanın önce kendini sorgulamasını sonra da altında yatan düşüncelerin tüm topluma ve insanlığa uyarlanmasını sağlıyor.

İPEK ÖZEL

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.