Akademiden Sohbete: Doç. Dr. Muhammed Hüküm
Edebiyata Bakış

17.06.2020
Akademiden Sohbete: Doç. Dr. Muhammed Hüküm<br> Edebiyata Bakış

Genel olarak edebi olanın dil zevki taşıyan, zarif ve derin olduğuna inanılır. Edebiliğin sınırları var mıdır? Bir metnin size göre edebi ölçüsü ne olmalı?

 Bu soru öyle bir çırpıda hüküm verilecek bir meseleye işaret etmiyor fakat; ben edebi olanın kuru, tatsız gerçeğin dışına yönelen bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bu atılım ne kadar kuvvetli olursa olsun gerçekle tüm bağlarını koparmamalı. Edebi olanın teorik manada, bu dengenin uçları arasında gezindiğini söylemek mümkündür. Bu denge öyle suya sabuna dokunmayan bir denge değil ama. Bazen kalbi yerinden fırlatacak kadar tesirli, bazen de perdeyi açmaya erinecek kadar umarsız.
Öte yandan edebi olanın tamamen özerk bir alanda var olması mümkün değil. Biz sadece ayırt edici noktaları belirginleştirerek kendimize ait bir edebilik ölçütü kurabiliriz. Gerçekten kopmayan ve gerçeğe teslim olmayan bir ses, musiki, ritim ve muhteva edebi olma büyüsünü bir metne katabilir. Fakat edebi olmak tüm bunlardan daha aşkın ve belirsiz bir alana da tekabül edebiliyor. Bu alan insanlığın henüz keşfetmediği bir yer olabileceği için o büyünün peşinde olan yazarlar yolculuklarında kendilerine bir güç edinirler. Bu tarife sığmaz gizem, edebiyatı mekanikleşmeden koruyan ruha dair bir şeydir.
Kurgusal metinlerin edebiliği ve şiirin edebiliği farklı perspektiflerden çok daha geniş bir biçimde tartışılabilir. Nitekim edebiyat araştırmacıları bunun peşindedir. Farklı kuramlar, farklı tanımlama girişimlerinde bulunabilir. Fakat bu sorunun tüm bunların daha üstünde, özerk ve tarih dışı bir cevabı yoktur. Yaşam devam ettikçe bu soruya farklı cevaplar verilebilecek olması, edebi olanın ölümsüzlüğünü sağlayan neden olarak düşünülebilir.


Sanatın geçmişten bugüne belirli bir kesimin elinde büyüdüğü görülüyor. Edebiyat veya genel olarak sanatın ‘elitist’ olduğunu düşünür müsünüz? Bunun üzerinden şiirin sokaktaki yankısına nasıl bakılmalı?


Gerçek sanatın birilerinin tekelinde olabileceğine inanmıyorum. Sanatın madde ile ilgili yönünün gerek bir ideoloji tarafından gerekse ticari bir odak tarafından tekelleştirilmesi sanatın ruhunu incitir. Zira sanatın kaynağı olarak ruhun ve dilin suni etkilerden kendini koruyan ve fıtratı takip eden bir yönü vardır. Edebi ürün, modern haliyle ticarileştiği ölçüde tekelleşiyor. Bir de ideolojiler zaman zaman sanatı tekelleştirme çabasına girişiyor. Bazen yapay etkilerle gelişen kanon oluşturma çabaları, birilerini ön plana çıkarırken birilerini görmezden gelme çabaları tekelleşmeye yol açabiliyor. Fakat ölçü Yunus Emre veya Karacaoğlan olduğunda tekelleşmenin geçersiz olduğu bir düzlemde konuşmaya başlarız. Daha güncel bir örnek olarak Neşet Ertaş’ın şiirinin sağın, solun ve bilumum diğer tekelleştirme gayretlerinin üstünde olduğunu söylemek mümkün görünüyor.


Bazısı eğlence aracı olarak kullanmak, bazısı salt iyi bir okuyucu olmak, bazısı da yazma üretimine katılmak için okuyor. Salt okuma bir uyku hali midir, niçin?


Salt okuma bir uyanış halidir bence. Uyku benzetmesi sanatın toplumla veya evrenin ruhuyla ilişkisini ıskalayan bir metafordur. Sanatı bireyin kendi iç dünyasının rüyası olarak algıladığımızda çok sıkıcı, bireyci, içe kapanık ve bunalımlı bir tanımlama yapmış oluyoruz. Ama uyanıklık halinde gerçek bilgi, gerçek aşk, gerçek acı, gerçek sevinç insan ilişkileri ile ortaya çıkmış oluyor. Uyanıklık hali okumanın kendine içkin bir eylem olmasının önünde engel de değil. Bu tür naif metaforların, edebiyatın gerçekliği karşısında zayıf kaldığını düşünüyorum. Okumak, gerçek duygular yarattığı takdirde anlamlı olabilir.


Bilgi çağında dijitalleşmenin zirvelerindeyiz. Zirve biraz soğuk fakat manzaralar geniş, görmek kolay. Edebiyat da dijitalleşti. Şimdilerde çevrim içi alanlar arttı. Sizce nicelik niteliği nasıl etkiliyor?


Biraz eski kafalıyım bu konuda. Kâğıt vazgeçilmez. Dijitalleşmeyi de inkâr edemiyorum elbet ama niceliksel artışların alanın yüzeyini genişlettiği ve derinliğini azalttığını net olarak söyleyebilirim. Ben şimdiye kadar bir romanı hiç dijital olarak okumadım. Bilgisayarımda yüzlerce roman dosyası (PDF) var fakat okumayı hiç düşünmüyorum. Ancak bir bilimsel çalışma için makale veya kitap taradığımda dijital ortamın yarattığı kolaylığı inkâr etmem mümkün değil.
İnternet üzerinden edebiyat yayını yapan mecraları daha olumlu buluyorum. Zira basılı dergilerin fiziksel koşullara bağlılığı ve ekonomik bağımlılıkları onları biraz modası geçmiş hale getirdi. Bu açıdan dijital platformlar sürekli takip edilmese de internet kullanıcılarının parça parça uğradıkları, nitelikli yazı buldukça okudukları alanlar olarak gerçekten (kısmen) özgürlükçü, (kısmen) bağımsız ve okura yakın platformlar olduğu söylenebilir. Kısmen dememin sebebi şudur: Dijital platformlar da sonuç olarak daha büyük sermayelerin ve büyük gözün tekelinde. İnternet üzerinde tamamen bağımsız bir yazının ortaya çıkabileceğini düşünmüyorum. Olsa olsa sanal bir özgürlük denebilir buna. Twitter’da ne kadar özgür ötebilir ki bir saksağan?


Kitap satışı yayın ekonomisi için gerekli. Yayınevlerinin çoğu şiire uzak kalıyor. Tüketimin düşük olması, alıcısının diğer türlere göre az olması, okunmaması da etkili tabii. Bu durum bağımsız yayınevlerinin kurulmasına ortam hazırladı. Sesini duyurmak isteyen şairler, eserlerini kitaplaştırdı, şiiri tekelden çekti. Şiirin yakın geçmişten şimdiye durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bu soruya sadece şiir özelinde cevap vermek istemiyorum. Zira dijital ortamlar, sosyal medya, bağımsız olduğu söylenen platformların şiiri veya herhangi bir türü tekelden çektiğine inanmıyorum. Şiir birilerinin tekeline girmişse de birilerinin tekelinden kurtulmak için yapay başka bir mecraya ihtiyaç duyuyorsa o artık şiir değildir. Yunus’u veya Karacaoğlan’ı düşünelim. Yüzyıllardır yaşayabilmelerini, sesleri dışında hiçbir mecraya borçlu değillerdir kanımca.
Üstelik belki son 10 yıldır yaşadığımız tecrübeler sosyal medyanın edebi olanla ciddi anlamda sahih bir ilişki kurmayacağını gösteriyor. Bu ortamdaki geçicilik, güvensizlik, denetimsizlik, manipüle edilebilirlik edebiyatı ve duyguyu içerisinde barındıramaz. Hele şiir böyle bir ortamda yeşeremez. Bu platformlarda bilimsel ve objektifliğin de yeşermesi ve gelişmesi mümkün görünmüyor. Kısacası “tivit”ten ne şiir olur, ne kasaba… Parmakla sayılabilecek kadar harf bir şairin muhayyilesine çekilmiş en büyük set değil midir?
En dış çeperde tüm dijital ortamların bir sahibi var. Bu sahip de açıkça söylemek gerekirse “sermaye”dir. Sermaye kendi reklamını yapabildiği kadar şiire müsaade eder. Dolayısıyla bu platformların yarattığı özgürlük algısı, hepimizin inandığı bir yalandan başka bir şey değildir. Parmaklarımıza kadar takip ediyorlar ve bize özgür olduğumuzu söylüyorlar. Bu gerçekçi değil. Bir tivitle bizi dolmuşa bindiriyorlar ve bize özgür olduğumuzu söylüyorlar. Bu gerçekçi değil.


Bir akademisyen olarak eğitim fakültesindeki öğretmen adaylarının edebiyata bakış açısı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Yeni eğitim, yeni anlayış ve yeni nesil öğretmen… Akademi edebiyatı sevdirebiliyor mu?
Sadece akademi değil; dünya artık edebiyatın sevileceği bir dünya değil. Elbette ki huysuz ihtiyarlar gibi geçmiş övgüsü yapmayacağım ama bugünün insanları sanatın kendi ruhlarına katacaklarını değerli bulmuyorlar. Bir inançsız çağ bu çağ. Her şey inanmamakla başlıyor.
Eğitim açısından bu kadar umutsuz değilim, akademik manada bugünün öğretmenleri dünkülerden çok daha iyi bir eğitim alıyor. Daha çok şey görüyor, daha çok şey öğreniyorlar. Fakat bilginin araç haline getirilmesi ruhtan bir şeyler eksiltiyor sanki. Belki de yaşlandım ve gençleri kıskanıyorum.


Şiirin deneysel, görsel, somut, yeni epik halleri yaygınlaştı. Şiir dönüşüyor, değişiyor. Dahası tartışılıyor. Şiirin sınırı nedir? Şiir ne değildir?
Şiirin çağın ruhuna göre değiştiğini ve yepyeni halleri yansıttığını bütün şiir tarihini gözlemlediğimizde fark edebiliriz. Bugünün şiiri, insanoğlunun maruz kaldığı bazen kaldırılamayacak kadar çok büyük ve çeşitli etkileri bünyesine dâhil etmek durumunda kalıyor. Çoğunlukla parçalı, bazen imgelerin üst üste yığıldığı, bazen dünyayı umursamayan bazen de epiğin gücüne duyulan özlemin hissedildiği takip edilmekte ve kavranmakta zorluk çekilen bir şiir bu. Bugün içindeyken bütünlüklü olarak çağdaş durumun şiir algısını ihata etmek çok zor… bu sebeple bugün şiir değil dediğimiz mısraların yarının şiiri olabileceğini hesaba katan yorumlar yapmak gerek. Ama net olarak şunu söyleyebilirim. Küfür şiir değildir. Ya da tersinden şiir küfür değildir.


Son zamanlarda anlatılarda yaygın kullanılan bir anlatıcı türü var: Kahraman(ben) anlatıcı. Bu, okumayı nasıl etkiliyor? Bir metnin birinci kişi ağzından anlatılmasıyla üçüncü kişi ağzından anlatılması temelde neyi değiştirir? Bir tercih midir bu yoksa doğaçlama eylem mi? (ilham vs)
Bilinçli olmasa da anlatıcı bir dünyayı algılama çerçevesidir. Bu konuda ben hep Kim Ki Duk’un ‘Boş Ev’ filminin son kısmını hatırlarım. Filmin sonunda o ana kadar filmin başkişisini karşıdan gözleyen kamera, artık kahramanın gözünden çevreyi görmeye başlar. Bu perspektif değişimi filmin felsefi mesajını belki tüm sahnelerden daha etkili bir biçimde verir.


Anlatı dedikten sonra bir soruyla da hikâyeye girmiş olalım. Sizce olay hikâyesi mi, durum hikâyesi mi? Anton Çehov mu, Ömer Seyfettin mi? İkisi de değilse bir isim rica ediyorum.


Belki ilk okuduğum hikâyelerin etkisiyledir ama ben olay hikâyelerini tercih ederim. Hepimiz Ömer Seyfettin’in Kaşağı’sını okuyarak başlamadık mı hikâye maceramıza? Tabi bunu söylerken Sait Faik’in bambaşka bir yeri olduğunu da vurgulamam lazım. Bu bahiste Mithat Enç’in Uzun Çarşı’nın Uluları’nı ve Şevket Bulut’u hatırlatmak boynumun borcudur.


Son olarak değerli bulduğunuz, okumaktan haz aldığınız birkaç şiir ve hikâye ismi söyler misiniz?
Şiir: İsmet Özel/Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Turgut Uyar/Kırlardan Geliyorlar
Hikâye: Sait Faik/Hişt Hişt, Şevket Bulut Oynaş/Mustafa Kutlu, Mürit ve Oğuz Atay Unutulan.
Roman: Kemal Tahir/Rahmet Yolları Kesti

Doç. Dr. Muhammed Hüküm
Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

Röportaj: Ufuk Yeşil

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.