Barış Bıçakçı’nın Kaleminden: Sıradan Hayatların Büyüsü

26.02.2022
Barış Bıçakçı’nın Kaleminden: Sıradan Hayatların Büyüsü

Bir yaz akşamı terliklerle dondurma almaya çıkılmış, komşu apartmanın balkonundan kızartma kokuları geliyor. Barış Bıçakçı kitapları okumak tam da böyle: sakin, ılık, keyifli ve bir o kadar da duygusal. Bugün konu Barış Bıçakçı’nın edebiyatı. Bu her ne kadar öznel bir deneyim olsa da kendisinin edebiyatı öyle bir yerde konumlanıyor ki onun kitaplarını okurken herkes bir noktada ucundan bucağından aynı şeyleri hissediyor olmalı düşüncesi vazgeçilmez oluyor.

“Cemil’in bütün gün evde ruhsal söküklerde uğraştığını da biliyordu Nazlı. Ev, iplik parçalarıyla, kırpıklarla dolu oluyordu, iki ucu bir araya getirilememiş hatıralarla ve partal fikirlerle. Yaşamak bu küçük evde de eksik kalıyordu; elli dört metre kare içinde Cemil’in yetişemediği, tamamlayamadığı şeyler vardı.” (Bıçakçı, 2011, s. 26)

Tekdüze Hayatların Anlatısı

Bu alıntı Barış Bıçakçı’yı en iyi temsil eden, en öz biçimiyle anlatan eserlerinden birine ait: Sinek Isırıklarının Müellifi. Yazarlık hayaliyle uğraşan, iki odalı küçük evinde sakin, “tekdüze” hayatının içinde dönüp dolaşan Cemil’in hikâyesi. Diğer kitaplarında olduğu gibi yine sıradan görünen hatta belki de gerçekten sıradan olan hayatları anlatıyor yine yazar. Ancak bu sıradanlığın içindeki mutsuzlukları, küçük kalp kırıklıklarını da olanca nahifliğiyle aktarmayı ihmal etmiyor. Öyle ki kitabı okurken son sayfayı çevirince gelen o yutkunma isteğine kadar hikâyenin insanı üzdüğü bile anlaşılmıyor. Bir yandan buruk bir yandan katlanılabilir acıların yazarı oluyor Bıçakçı, yani abartılı bir dramdan uzak, her gün yaşanan hayatın ta kendisini anlatıyor. Bu yüzden sinek ısırıklarının müellifi olan Cemil kadar kendisi de aslında sinek ısırıkları gibi can sıkan ama insanı da öldürmeyen sıradanlığın yazarı.

“Nazlı, çocukken balık yedikten sonra ailecek ellerini mutfak lavabosunda Pril ile yıkadıklarını anlattığında Cemil derinden sarsıldı.” (Bıçakçı, s. 101)

Bıçakçı’nın edebiyatını etkileyici kılan en önemli unsurlardan biri aslında herkesin hayatından birer parça taşıyan hikâyeler anlatması. Edebiyatın ve medyanın konu edindiği hayatlarda onları ilginç kılacak bir “olağanüstülük” olması gerektiği algısını da böyle inceden inceye yıkıyor yazar. Kullandığı duru dil ile tek cümlede mutfak lavabosunda el yıkamayı, nostaljiyi, yoksulluğu ve herkese sıradan gelen bir eylemin nasıl yürek burkan bir yüzü olabileceğini bir arada hatırlatıyor.


Tekdüze hayatların can sıkıcı detayları dendiyse de kendisi, aşkı ve heyecanı anlatmayı ihmal etmiyor. Tabi onları da kendine has şekliyle duru, belki sıradan ama duygu dolu anlatıyor. Yazarın en bilinen kitabı Bizim Büyük Çaresizliğimiz de zaten bunun en güzel örneği. Bu kitapta dolu dolu bir aşk anlatılıyor ancak içinde yakışıklı bir genç, güzel bir kız ve onların kavuşmalarına engel olan akıl almaz talihsizlikler yok. Onun yerine bir genç kıza aynı anda tutulmuş “biri kel, biri göbekli” orta yaşlı iki yakın arkadaş var.

“Hafta sonu kahvaltı ederken televizyonda seyredecek bir Türk filmi mutlaka oluyordu. Siz sonra birkaç gazetenin bulmacalarını çözmeye girişiyordunuz. Kahveyi Nihal ile ben orta şekerli içiyorduk, sen sade içiyordun.” (Bıçakçı, 2004, s. 29)

Dolayısıyla yazar yine aşkın hem heyecan veren hem iç burkan detaylarını anlatırken bunu karakterlerin hayatına uyacak şekilde gürültü patırtı olmadan, sakince yapıyor. Her biri ayrı bir yazı konusu olabilecek nitelikte olsa da Bıçakçı’nın kitaplarında bu ortak nokta tekrarlanabilir. Yalın dili, şiirsel anlatımıyla bizi bazen üç kardeşin yoksulluğun ortasında var olmaya çalışan çocukluklarına konuk ediyor. Bazense intihar eden bir genç kızın ardındaki insanlara bıraktığı hisse.

Bıçakçı’nın Kitaplarında Ankara

Tüm bunların yanında yazarın bir özelliği daha var ki eklemeden geçmemeli. Kendisi hikâyelerinde aynı zamanda Ankara’yı anlatıyor. Anlattığı gündelik hayatların kaderine uydururmuş gibi memur şehri diye anılan, her zaman İstanbul’dan daha sıkıcı bulunan bu şehirde kuruyor öykülerini. Şiirsel anlatımı hem burayı hem de burada yaşanan “küçük hayatları” büyülü bir hale getirmeyi başarıyor. Bu yüzden Bıçakçı’nın hikâyeleri Ankara’dan başka bir yerde geçiyor olsaydı bu hikâyelerin tam anlamıyla kendisini yansıtmayacağı iddia edilebilirdi.

“Sulhi ve Nesteren sıkça görüşmeye başlarlar. Sıhhiye servisinden inince Kurtuluş Parkı’nda oturmak, çekirdek çitlemek, kestane yemek, çay içmek. Üşümek… Bunlar bir aşkı nasıl da besler bilirsiniz.” (Bıçakçı, 2002, s. 46)

“Maaş gününü bekleyen memur duygusallığı var bende, ötesi yok, artık yok.” (2019, s. 27)

“Onlara baktım, kardeşlerime. Yoktan yere bir uzaklık, bir engel aramızda. Birbirimize, birlikte yaşadığımız onca şeyi aşıp yaklaşamayacakmışız gibi; ama öyle de yakınız ki, kapı kapandığında üçümüzün eli birden sıkışıyor.” (2003, s. 96)

“Sevişerek beş köşeli / Yazdığımız defteri / Şimdi lime lime okuyorum.” (2019, s. 55)
“Yetinmek mümkün olsaydı, şiir yazarken yaşadığım o bozgun ile yetinirdim.” (2019, s. 61)

Yazar: Elif Güleroğlu
Editör: Dila Taşdelen

Kaynakça
Bıçakçı, B. (2002). Veciz sözler. 8. b. İstanbul: İletişim.
Bıçakçı, B. (2003). Aramızdaki en kısa mesafe. 12. b. İstanbul: İletişim.
Bıçakçı, B. (2004). Bizim büyük çaresizliğimiz. 14. b. İstanbul: İletişim.
Bıçakçı, B. (2011). Sinek ısırıklarının müellifi. 7. b. İstanbul: İletişim.
Bıçakçı, B. (2019). Tarihi kırıntılar. İstanbul: İletişim.

Görsel Kaynakça:

https://www.orayanasilgiderim.com/ankara/kurtulus-parki/

https://t24.com.tr/k24/yazi/baris-bicakci-neden-seviliyor,125

https://www.halkbankkobigelisim.com.tr/Makaleler/bir-marka-nostalji-uzerinden-de-markalasabilir-2762.html

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.