Rubens’ten Chagall’a İkarus Miti

10.06.2020
Rubens’ten Chagall’a İkarus Miti

 

Flaman sanatının en zirve dönemi olan Barok dönemde onu bu kadar önemli ve ilgi çekici yapan isimlerin başında şüphesiz Pieter Paul Rubens vardır. 1577-1640 yılları arasında yaşayan bu sanatçı yaşadığı dönemden çok daha fazlasını ifade ediyor. Caracci ve Caravaggio döneminde yaşamış sanatçının Roma gezisi onun için de Flaman sanatı için de bir dönüm noktasıdır. Herhangi bir akımda ya da toplulukta adını duymadığımız ressam aslında birçok üslubu aynı tablolarda harmanlayabildiği için bu kadar hayran bırakan eserlere sahip. Venedik’ten rengi, Raphaello’dan çizgiyi, Michelangelo’dan ifade gücünü öğrenip Flaman resminden duygu yoğunluğunu almıştır (Nazlıcan Yazıcı). Kendi bölgesindeki akranları her zaman nesne ya da tenin yüzeyini tüm gerçekliği ile yansıtmayı amaçlamış. Soylu olmayan gündelik konular, doğa ve gerçek olanı resmetmekle ilgilenmişler. Bu bakımdan bakınca Caravaggio’nun izlerini görmek çok mümkün. Bütün bu çabalardan ötürü Rubens için İtalya’yı Kuzeye getiren kişi tanımlaması uygun olacaktır. Kendisi Kuzeydeki sanatçıları küçük tuvalden büyüğüne geçmek için cesaretlendiren kişidir. Hem soyut hem somut de anlamda. Gördüklerinin tuvalden ya da çizgiden fazlası olduğunu anlamak için resimlerine bakmamız yeterli. Her sanatçı gibi Rubens’in de kendini tanıtması için büyük çabalarda bulunması gerekiyordu ama en büyük şanslarından biri Aristokrat bir ailenin çocuğu olmasıydı, bu durum ona sanatı öğrenmesi ve gerekli insanlara, malzemelere ulaşması için büyük bir avantajdı (Gombrich). Yaptığı eserlerde tarihi, inancı, alegorik konuları fazlasıyla kullandı, doğanın tematik ve pitoresk zenginliğini fırçası sayesinde yansıttı ve biliyordu ki dönemin Aristokrat sınıfı bundan hoşlanıyordu. Kuzeyin en büyük özelliği olan Hümanizmden de etkilendi. İnsan figürlerine bakacak olursak; figürleri birbirine bağlamayı seviyordu tablonun bir bütün oluşturması ve figürlerde yakalanan uyum onun için fazlasıyla önemli görünüyor, fakat bazı kesimler tarafından yaptığı kadın figürleri fazla tartışma yaratıp eleştiriliyordu. Örnek vermemiz gerekirse “Üç Güzeller” tablosu döneminde çokça eleştirilmiş (Resim.1). Hera, Artemis ve Aphrodit’i rahatsız edici bulunmuştur çünkü dönemin ideal güzellik anlayışına pek uygun olmadığı düşünülüyordu öyle ki; kadınların balık etli, geniş kalçalı, görece olarak kaba resmedilmesi, estetik anlayışı tamamen güzellik üzerine olan insanlarda tiksinti hissine sebep oluyordu. Bu yüzden belirtmek isterim ki Rubens’i dönemin sanat anlayışından bağımsız değerlendirmemek demek onun emeğine gereken hakkı vermemek demektir. İnsanlar Rubens’e hayran olmadan önce üslubuna alışmalıdır çünkü ideal biçimlerden olabildiğince uzak bir tarzda yapıyordu eserlerini. Rubens uzun İtalya seyahatinden sonra şehrine dönüp bir okul açmaya karar verdi kendinden sonra gelecek olan büyük Flaman sanatçıların çoğu da bu okuldan çıkmıştır. Bazıları Rubens’in üslubunu devam ettirirken bazı öğrencileri ona saygı duyarak başka yeniliklere yelken açmıştır (Gombrich). Döneminde rakipsiz olan sanatçı bütün yeniliklerin öncüsü sayılıyordu ve büyük saygı görüyordu. O kadar yoğundu ki çoğunlukla eserlerin taslağını yapıp öğrencilerinin tamamlamasını istiyordu onlar bitirdikten sonra fırça darbeleriyle tabloyu canlandırıp büyük ilgi çekiyordu. Kurduğu okul, sanatçı yaşarken 3.000’e yakın eser çıkardı bunlardan yaklaşık 600 tanesi tam olarak Rubens’in kendi eseri veya onun düzeltmesidir. Kendisi yapsın vey yapmasın resim fabrikası olsun veya olmasın dokunduğu her tabloyu canlı bir özneye dönüştürebilen Rubens döneminin hem içinde hem dışında olan bir sanatçıdır. Hem geçmişte hem gelecekte yeri var, birçok diğer sanatçı gibi (Turani).

Mitler ve Resim Sanatı –

Mitler sanat için çok büyük bir kaynak oluşturmakta sanatın başlangıcını düşününce isteyerek veya istemeden mitleri ve dini hikayelerin somutlaştırılmış halini görmemiz mümkün. Tanrıların somut, ideal bir forma sokulması hem resim sanatını hem de heykel sanatını çok daha zengin hale getirdi. Mitoloji dediğimiz zaman çoğumuzun aklına ilk olarak Yunan Mitolojisi gelmekte bunun sebebi ise Avrupa sanatının Yunan hikayeleri kullanmaktaki sıklığı olabilir. Tanrıların insan formuna dönüşmesi veya insanların Tanrılara dönüşme isteği olarak yorumlayalım bu çabaları, iki amaçta aynı sonuca ulaştırır bizi. Sanatın gelişmesi ve yaygınlaşması. Mitolojinin kullanıldığı dönem olarak Rönesans’ı ve öncesini vermek tam olarak doğru olmayacaktır. Mitoloji günümüz sanatına konu olmaya devam ediyor sadece sanatta meydana gelen büyük değişimler bunu görmemizi engelliyor (VERNANT). Güzelin veya gerçekçi, ideal insan formunun yerine daha soyut, bozulmuş ve “güzel estetik anlayışından” uzak figürler kullanılmaya başlanmış. Bunun birçok sebebi var fakat bu bambaşka bir konu. Sanat tarihinde birçok farklı dönem ve farklı sanatçı tarafından işlenen mitolojik hikayelerden biri de İkarus’un hikayesidir. Labirentten kaçmak için tasarladıkları kanat ile uçarken yaşananları anlatan ve alt metninde büyük dersler çıkarabileceğimiz bir hikâye olan “İkarus’un Düşüşü” hikayesini hatırlatmakta fayda görüyorum:

İkarus’un babası Daidalus çok yetenekli bir adamdır elinden her iş gelmekte hatta Platonun diyaloglarından birinde canlı heykeller bile yaptığı yazmaktadır. Atina’da çalıştığı dönemlerde yeğeni Talos ona yardımcı olmuştur. Talos oldukça yetenekli ve başarılı bir gençtir. Bir zaman sonra ölü bir yılanın dişlerinden esinlenerek testereyi icat etmiştir. Bunu kıskanan Daidalus çırağı olan yeğenini Akropol’den aşağı atarak öldürmüştür. Cinayet ortaya çıkınca Daidalus, Girit kralına sığınmıştır. Bu sırada Girit’te bir kadından İkarus adında bir oğlu olmuştur Girit’te yaşadığı dönemde Kral Minos’un emriyle kızı Ariadne için bir dans alanı inşa etmiştir. Pasiphae aşık olduğu boğa ile çiftleşmek için Daidalus’tan bir düzenek yapmasını istemiştir. Son olarak Kral Minos bu yetenekli adamdan bir labirent yapmasını ister. Bu labirentin içine kraliçenin boğadan olan oğlu Minotauros kapatılmıştır ve her yıl ona 7 kadın ve 7 erkek kurban edilmeye başlanmıştır. Bundan rahatsızlık duyan Theseus, labirente girip Minotor’u öldürecektir. Fakat sonrasında labirentten çıkmak, yolu bulmak için yardıma ihtiyacı vardır. Bu konuda da Daidalus yardım etmiştir. Sonrasında bu öğrenilince Minos, ustasını ve oğlunu labirente mahkum etmiştir. Daidalus, oğlu İkarus ile birlikte labirentte bir süre mahkum olarak kalır. Yine bir süre sonra, aklına bal mumu ve tüylerden kendilerine kanat yapmaya karar verir. Çünkü labirentten uçmak dışında başka türlü kaçamayacaklardır. Daidalus uçmadan önce oğluna, çok alçaktan uçarsa denize düşeceğini, çok yüksekten uçarsa güneş ışınları yüzünden kanatlarının eriyebileceğini söyler. İkarus’a dengeli bir şekilde uçması gerektiğini açıklar ve uçmaya başlarlar. İkarus uçuşu sırasında babasının sözlerini unutur. İkarus, gençliğin verdiği heyecan ve kibir yüzünden ya da uçmanın verdiği özgürlük hissiyle daha da yükseğe uçmaya başlar. Güneş Tanrısı Helios bu kibirli davranışı kendisine karşı bir saygısızlık olarak algılar. İkarus yükseldikçe bal mumunu eritir ve kanatlarını yakmaya başlar. Bunun üzerine İkarus tepetaklak olur ve hızla denize düşer, boğulup ölür. Ege Deniz’inde bir yerlere düşen bu gencin düştüğü denize İkaria denir ve yakınındaki adaya İkaria adası denir.
Bu hikâye birçok sanatçıyı derinden etkilemiş ve birçok dönemin eserlerine konu olmuştur. Rubens’in de eserlerinden birine konu olan İkarus (Resim.2) ve babası fazlasıyla ilgi çekici ve (Resim.2)

dramatiktir. Rubens’in yaptığı tablonun tam merkezinde İkarus yanında ise onunla kaçmakta olan Daidolos bulunmaktadır. Muazzam bir anatomi kaygısıyla yapılmış eser gerçeği resmetmiş izlenimi uyandırıyor. Manzara ve gökyüzünün birbirinden ayrılışı sanki iki farklı tabloymuş gibi duruyor. Babası genç, sağlıklı ve kaslı oğluna göre daha soluk ve gölgeli bunun sebebi merkeze düşüşü koyabilmek olabilir. Rubens burada dramatik ışık kullanımına başvurmuş. Hareket algımızı bir kat daha ileriye taşıyor, kaslar sayesinde durağan bir andan çok dinamizmi anlamamız kolaylaşıyor. İkarusun ve babasının suratına baktığımızda gençlik hırsının ve kibrin sonuçlarını görmemiz mümkün. Özgürlüğünün sınırlarını zorlayan bu gencin birazdan ölecek olduğunu anlamak hüzünlendirse de resmin verdiği haz bir tık daha fazla. Bu çizim sanatçının Phaeton’un düşüşü resmiyle benzer konuya sahiptir. Birazdan bahsedeceğimiz modern dönem sanatçıların aksine Rubens bu anı aşırı insancıl, dramatik ve gerçekçi betimlemiştir.
20. Yy’ın en büyük sanatçılarından Henri Matisse de İkarusu betimlemiştir. Fakat bu şimdiye kadar bahsettiğimiz üslup ve tekniklerden çok farklıdır. Modern dönem tam olarak estetik algısının değiştiği ve kırıldığı dönem olarak görülebilir. Bu dönem eserlerini yapan sanatçılar beğenilme kaygısından uzak, kendi fikir ve bilinçaltını kullanarak gerçekçi veya ideal bir form yerine düşündüğü ve hissettiğini tam olarak yansıtmaya çalışmıştır. Bu eski akım ve üsluplara bir protesto biçimi olabilir veya fotoğrafın yaygınlaşmasından kaynaklanan bir boşluğa düşme sonucu var olandan fazlasını, ötesini göstermeyi amaçlamak olabilir (Turani). Her ne olursa olsun eski anlayışlardan ziyadesiyle ayrı ve bir tuval ya da bir boyadan fazlası olduğu kesin. Matisse, İkarus eserini kağıtları kesip üst üste yapıştırarak yapmıştır (Resim.3). Bu resimde düşüş anı veya surat ifadelerinden çok renklere odaklanılması gerekmekte. Her rengin bir anlamı var. Mavi renk İkarusun gökyüzünde olduğunu anlamamız için koyulmuş ve gökyüzünü temsil etmekte. Kırmızı nokta İkarus’un hırsını, tutkusunu, coşkusunu anlamamız için yerleştirilmiş. Sarı olanlar güneş ışınların somut halini gösteriyor ve son olarak siyah beden bu gencin hırsının sonuçlarını, kara talihi ve ölümü temsil ediyor. Görselden de anlayacağınız üzere Modern dönemin sanatçılarından Matisse daha metaforik bir dil kullanmış. Sadece kendisi değil izleyiciyi de işin içine almıştır.
İkarus’un hikayesini betimleyen daha birçok Modern ve pre-Modern eseri vardır fakat bu çalışmada sonra olarak kullanacağımız eser Marc Chagall’ın eseridir. 1975 yılında yapılmış bu eser tıpkı Rubens gibi düşüş anını tuvale aktarmıştır (Resim.4). Gördüğünüz gibi tablo iki dikdörtgenden oluşmakta bu da onu izlemesi daha hoş hale getiriyor tıpkı Rubens gibi fakat burada farklı olan bir şey var. Figürler aşağıdan İkarus’un düşüşüne şahitlik ediyor. Bu da İkarus ve babasını daha somut ve yeryüzünden biri gibi gösteriyor. Üstelik dikkatinizi çektiğini umarak kenardaki kuş ölümden sonra dirilmek veya ölümsüzlük olarak gösterilebilir bu da az önce bahsettiğimiz yeryüzünden gibi görünme fikrine zıt düşüyor. Aşağıdaki gördüğünüz koyun sürüsü de sabırlı, itaatkar ve muhafazakarlığı temsil ediyor. Bunlar İkarus’un sahip olmadığı bu yüzden ölüme mahkum olduğunu gösteriyor bize. Bazı yönleriyle Rubens’e benzese de yine de tamamen ondan farklı daha metaforik bir anlatıma sahip olan Chagall’ın eseri hem eski üslup hem de yeninin ortak çalışmasının sonucunu andırıyor.

Sonuç olarak Rubens hem yaşadığı dönem hem de bu dönemde fazlasıyla değer görmüş Aristokrat çevrelerde tanınmış, fırçasıyla eserlere can vermiş bir sanatçıdır. Onu bu kadar önemli yapan bir diğer detay ise İtalya’yı Kuzeye getirmiş olması ve dönemindeki hem de gelecek nesildeki Kuzeyli sanatçılara birçok yeni teknik kazandırmış olmasıdır. Üretken ve başarılı sanatçı günümüzde hala yaptığı eserlerle beğeni toplamakta. Fırça darbeleriyle ölümsüz hale getirdiği tabloları onu ölümsüz kılmıştır. Yunan mitlerini eserlerinde fazlasıyla kullanan sanatçının İkarus tablosunu açıklamaya çalışıp ardından yapılan ve aynı konuyu işleyen fakat bunu çok farklı malzeme ve üsluplarla yapan insanlardan bahsettik. Modern dönem veya geçmiş dönemler olsun insanlar sürekli olarak anlatılan veya hissedileni somutlaştırmakta veya kendi düşünce ve duygularını sanatın çeşitli kolları sayesinde dışa vurmakta. Beğenelim veya çocukça bulalım bütün bu eserler yaratım sürecinden geçmiş belli ideoloji ve kültürlerin etkisi altında veya olmaksızın üretilmiştir.

(Resim.4)

Yazar: Polen BİÇER

ÖNCEKİ YAZILAR:
https://mozartcultures.com/12916-2/ -CARAVAGGIO ESERLERİNE SOSYOLOJİK VE PSİKANALİTİK BİR BAKIŞ
https://mozartcultures.com/sanatin-camusu-jungu-ve-nicesi/ -SANATIN CAMUS’Ü, JUNG’U VE NİCESİ
https://mozartcultures.com/nietzsche-icin-sanat-ve-tragedya/ -NİETZSCHE İÇİN SANAT VE TRAGEDYA
https://mozartcultures.com/siyasetin-en-mutlu-sanatin-en-mutsuz-yuzyili/ SİYASETİN EN MUTLU SANATIN EN MUTSUZ YÜZYILI

KAYNAKÇA

VERNANT, P., 2006, Myth and Thought among the Greeks, Zone Books, NewYork.
P.2012, Antik Yunan’da Mit ve Tragedya, Kabalcı, İstanbul.
Adnan Turani, Sanatçı Bilgileri ve Eserleri, İstanbul. Metis Yayınları (2008).
https://www.greeka.com/eastern-aegean/ikaria/myths/daedalus-icarus/)
https://historylists.org/art/list-of-top-10-paintings-by-peter-paul-rubens.html
Baroque Rome on the Metropolitan Museum of Art’s Heilbrunn Timeline of Art History
Art History: a Critical Introduction to its Methods, ed. M. Hatt (Manchester, 2006), pp. 11–20
The New Art History, ed. A. L. Rees and F. Borzello (London, 1986).
http://www.matissepaintings.org/icarus/
https://artsandculture.google.com/asset/landscape-with-the-fall-of-icarus-peter-paul-rubens/ZAETfT_XzxN3TA

YAZAR BİLGİSİ
Polen Biçer
Polen Biçer, 1998 yılında Riyad'da doğdu. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okumasına rağmen bölümü dışında her alanla ilgilenip sanat tarihi yazıları yazmakta, aynı zamanda güzide dergimizde İnsan Kaynakları Departmanı'nda sorumlu.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.