Sanat Tarihini Okumak

01.11.2020
Sanat Tarihini Okumak

Tarih boyunca arkalarında güzel eserler bırakan ünlü ressamlar ve eserlerini bugün hayranlıkla izliyoruz. Fakat bunlardan bazıları tarihe miras olarak intikal etmişken bazılarının isimlerini pek duymayız. Bunun nedeni elbette o zamanın şartları, geçmişin kimi zaman yeterince adaletli olmaması ve biraz da şans olabilir.  Ama bugün üzerinde konuşmaya devam ettiğimiz ve eserlerini izlediğimiz ünlü ressamların hepsinin ortak bir özelliği var; hepsi yaptıkları işte ustalaşmışlar.  Zeka, yetenek, yaratıcılık gibi faktörlerin yanında sıkı çalışmalar sonucu ustalaşmaları da oldukça önemli. Her usta ve hünerli ressam ünlü olmuş mudur? Elbette hayır.  Ama adını andıklarımızın çoğu -belki de hepsi- büyük ustalardır demek abartı olmaz. Çocukken de sık sık rastladığımız üzere resim yapma isteği güçlü bir içtepiden doğar ve tutkuya evrilir. Gerçek ve hayal gücü arasında kalın duvarlar olmayan dönem çocukluğumuza denk geldiği için sıkça o zaman rastladığımızı söyleyebiliriz.

‘’Şiir konuşan bir resimdir, resimse sessiz bir şiir.’’ Bu söz Romalı deneme yazarı olan Plutarkhos’a ait ve haksız söz de değil.  Sözcük ve imge arasındaki bağlantı, Batı’nın kültürel geleneklerine derinlemesine kök salmış ve sanat yapıtına dair birçok geleneksel yorumu şekillendirmiştir. Örneğin Romalı şair Horatius algıyla ilgili bir noktayı şu pasaj ile vurgular:

‘’Şiir ile resim birbirine benzer: Biri, size ne kadar yakınsa hayal gücünüzü o kadar çok etkiler; diğeri ne kadar uzaktaysa etkisi artar. Biri gölgenin peşinden koşar; diğeri ışıkta görülmek ister ve yargılayanın eleştirel bakışından korkmaz. Biri zevk verir ama bunu yalnızca bir kereliğine yapar; diğeri on kez okunsa da her defasında zevk verir.’’

Romalı eleştirmen, resimle şiiri alımlama yönünden karşılaştırır. Yani eserlerin ve üslupların okurlar, izleyiciler tarafından nasıl yorumlandığına ve okur ya da izleyicide ne gibi etkiler yarattığına yönelik derinlemesine araştırmasını ortaya koyar. 16. ve 18. yüzyıllar boyunca sanat hakkında yazan kişiler, antikiteden beri yaslanabilecekleri çok az görsel sanatlar kuramı olduğu için edebiyat ve şiir eleştirmenlerinin dilini benimsemişti. Sanat tarihinin bu dönemlerdeki kuramsal temelini gerçekten de edebiyat felsefeleri ve tarihinden ayrı düşünemeyiz. Her ne kadar bir resim bize aynı zaman zarfında meydana gelen tek bir eylemden fazlasını gösterebilse de (buna kesintisiz anlatı denir), modern dönemin başlangıcındaki standart uygulama, önemli bir andaki tek bir sahneyi anlatmaya dayanıyordu. Resim zamansal bir araç olmadığı için de bütünlüklere daha kolay uyum gösterir.

Edebiyatın hem öğretici hem de zevk verici olması bekleniyordu. Aynı beklenti resim için de söz konusu olmaya başladı. Sanatın ahlaki görevi eğitimdi, yine de zevk vermediği sürece etkisi önemsiz olacaktı. Bir resmi ilgi çekici hale getirmenin yollarından biri, resmin duyguları açıkça ifade etmesini mümkün kılmaktan geçiyordu. Tutkuların ifade edilmesi öğretisi, resmin de tıpkı edebiyat gibi özel bir zihin halinden kaynaklanan önemli insan eylemlerine odaklanmasını gerektiriyordu. Figürün jestlerinin, beden ifadelerinin ve yüz ifadelerinin titiz bir şekilde düzenlenmesi aracılığıyla kişinin ruhunun iç hali görünür kılınabilirdi. İzleyiciyi bir katarsis haline ulaştırma yolu buydu.

Dünya tarihine dair bilgilerimiz ile insanları adlandırabilir, olayları ve ruh halini daha rahat anlayabiliriz.  Doğru bir kültürel birikime sahipsek, bir haçın üzerindeki adam resminin Çarmıha Gerilme olduğunu bilir veya bir masanın etrafında oturan 13 adamı Son Akşam Yemeği olarak tanımlayabiliriz. Bu analizleri yapmamız için elbette daha fazla ipucuna sahip olmak gerekir ama bu ikonografik düzeyi anlamlandırmak için yeterlidir.

‘’Dünyayı simgesel değerler veya formlar üzerinden kavrarız.’’ der Ernst Cassirer ve bunu bir gereklilik olarak görür. Basite indirgeyecek olursak, simgesel bir biçimin veya değerin birçok başka şeyi temsil eden ve simgeleştiren bir şey olduğunu söylemek mümkün. Örneğin Son Akşam Yemeği resminin bazı biçimsel özelliklerini saptayarak hem Leonardo’ya hem de İtalyan Rönesans kültürüne dair çıkarımlarda bulunabiliriz. Bunu yapmamızın ilk ve en önemli adımı da sanat tarihi dilimizi geliştirmekten geçmekte.

Kaynakça

P. Erwin (1939). Studies in Iconology. Oxford: Oxford University Press.

Şiir Sanatı, (E. Özbayoğlu Çev.) İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. (2012)

M.V. Hyde (1994). Art History’s History. Koç Üniversitesi Yayınları.

YAZAR BİLGİSİ
Gülendam Dinç
Gülendam Dinç, 1998 yılında Manisa'da doğdu. Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Sanat Tarihi bölümü, 3. sınıf öğrencisi. İzmir'de yaşıyor. MozartCultures'da Sanat Tarihi alanında yazılar yazıyor. İngilizce ve İtalyanca dillerini geliştiriyor. Sanat, sosyoloji ve tarih ile ilgilenerek bunları hayatın genel akışına yediriyor. Müzikle ilgilenmek, okumak ve seyahat edip yeni yerler keşfetmek hobileri arasında.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.