Anne Karnındaki Savaş

11.11.2020
Anne Karnındaki Savaş

Hamileliği anne ve bebek arasında uyum içinde geçen bir ilişki olarak görürüz. Çiftler bebeğin içinde bulunduğu karnı okşarlarken bir yandan sevgi sözcükleri sarf ederler ve iyi dileklerini dilerler. Ebeveynler açısından bu kadar yüce duygulara sebebiyet veren hamilelik olgusu, bebek açısından nasıldır acaba? Elbette ki o safhadaki bir bebeğin yerine geçip ne olduğunu anlama imkanımız yok ancak hamilelikteki anne-bebek ilişkisi bize bu konu hakkında bazı önemli bilgiler sunuyor.

Öncelikle, anne ve fetüsün hamilelik süreci boyunca mükemmel bir harmoni içerisinde olduğu büyük bir hurafeden fazlası değil. Anne ve fetüsün genlerinin %50’si ortaktır. Bu sebeple annenin fetüse sonsuz iyilikte bulunması ilk bakışta çok makuldür. Ancak anne ve fetüsün genleri aynı zamanda %50 oranında farklıdır. Bu farklılıktan ötürü anne ve fetüs hamilelik süreci boyunca sıklıkla çatışır, savaşır ve hatta birbirlerini kandırırlar. Bu durum bir çok okuyucuyu hayal kırıklığına uğratabilir ancak unutulmamalıdır ki biyolojik süreçlerin açıklanması bizim duygusal deneyimlerimizden hiçbir şey eksiltmez. Aşk, sevgi, nefret ve diğer duyguların sebepleri ve kökenleri her ne olursa olsun hayatımızı şekillendiren, bizim o duyguları nasıl deneyimlediğimizdir.

Hamilelik ve Eller

Anne karnındaki anne-fetüs çatışmaları basitçe ikiye ayrılabilir. Birincisi fetüsün kendini düşükten korumak için verdiği mücadele, ikincisi ise fetüsün anneden daha fazla kaynak almak için girdiği mücadele.

Döllenmiş yumurtların belirli bir kısmı anne karnına tutunamaz ve düşer. Dolayısıyla hamilelik sona erer. Bu düşüklerin büyük bir kısmı hamileliğin ilk on iki haftasında meydana gelir ve en önemli sebebi annenin sahip olduğu bir adaptasyondur. Bu adaptasyon anormal olma ihtimali yüksek olan fetüsleri tespit eder ve çok büyümeden düşürür. Düşündüğümüzde bu adaptasyon son derece etkili ve faydalıdır. Annenin erken yaşta ölecek olan bir bebeğe yatırım yapmasını engeller. Bunun yanında anormal olma ihtimali yüksek olan bebeğe ayrılacak olan kaynağın daha sağlıklı çocuklara ayrılmasını sağlar. Annenin düşüreceği fetüsün perspektifinden baktığımızda ise hayata tutunabilmek için yalnızca bir şans vardır ya da ebedi yokluk. Bu durumda fetüs anneye tutunmak için elinden gelen tüm çabayı sarf edecek ve ne yapıp edip düşükten kendini korumaya çalışacaktır.

Tam da bu noktada fetüsün anneye tutunma ihtimalini artıracak başka bir adaptasyon devreye girer. Bu adaptasyon sayesinde fetüs annenin kan dolaşımına hCG (insan koryonik gonadotropin) hormonunu salgılar. HCG hormonu annenin menstrual döngüye girmesini engeller ve bu sayede fetüsün tutunmasını sağlar. Fetüsün olması gerekenden daha fazla hCG üretmesi de farklı bir adaptasyon olarak gelişmiştir. Annenin vücudu yüksek hCG seviyesini fetüsün sağlıklı ve yaşayabilir olmasına yorar. Böylece fetüs anneyi kandırarak hayata tutunmuş olur.

fetus

Fetüs bir kere tutunduğu zaman farklı anne-fetüs çatışmaları baş gösterir. Bu çatışmalar da temelde fetüsün daha fazla besin almak istemesi ve annenin de sınırlı kaynaklarının yalnızca belirli bir kısmını paylaşmak istemesiyle ilintilidir. Sonuçta annenin tek çocuğu karnındaki fetüs olmayabilir. Bu sebeple anne gelecek çocuklar için de kaynak ayırmak isterken fetüs tüm kaynağın kendisine tahsis edilmesini ister ve buradan çatışma doğar.

Hamileliğin ilk safhalarında plasenta hücreleri fetüse giden kan akışını düzenlemekten sorumlu olan kaslara hasar verir. Bu nedenle annenin atar damarlarını daraltacacak herhangi bir durum, fetüse daha fazla kan ve besin gitmesiyle sonuçlanır. Daha fazla besin almak isteyen fetüs annenin kan dolaşımına atardamarlarını daraltacak maddeler salgılar (Haig, 1993). Bu sayede fetüse daha fazla besin gitmesine sebep olur. Bu durumun diğer bir sonucu olarak da annenin bazı dokuları hasar görür ve preeklampsi yani gebelik zehirlenmesi ortaya çıkar.

Hamilelikte salgılanan diğer bir hormon ise hPL(Human placental lactogen)dir. Bu hormon çoğu zaman annenin vücudunun kontrolü dışında salgılanır. HPL annenin insülin direncini artırır. Yani annenin kan dolaşımındaki glikozların glikojene çevrilmesini zorlaştırır. Fetüs de yalnızca monomer maddelerle beslenebildiği için fetüsün aldığı besin artar.

Sonuç olarak anne ve bebeğin hamilelik süreci boyunca bilinenin aksine bir uyum içinde değil büyük bir çatışma içerisinde olduğunu gördük. Düşük ihtimali olan fetüs ilk olarak anneye tutunmak ve düşükten kaçınmak için var gücüyle çalışır. Annenin kan dolaşımına fazladan hCG hormonu salgılayarak anneyi sağlıklı olduğu yönünde manipüle eder. Fetüsün tutunmasının ardından daha fazla besin için çatışmalar başlar. Fetüs, annenin kan basıncını artırarak daha fazla besin almak için çeşitli maddeler salgılar. Ayrıca hPL hormonu annenin insülin direncini yükselterek fetüse daha fazla glikoz gitmesini sağlar.

Yazan: Melih Abacı

  • Buss, D. M. (2015). Evolutionary psychology: The new science of the mind.
  • Haig, D. (1993). Genetic conflicts in human pregnancy. The Quarterly review of biology68(4), 495-532.
  • Pinker, S. (2004). The Blank Slate: The modern denial of human nature. 
  • Trivers, R. L. (1974). Parent-offspring conflict. Integrative and Comparative Biology14(1), 249-264.

Görseller

ETİKETLER: , , ,
YAZAR BİLGİSİ
Melih Abacı
Melih ABACI, 2001 yılında İstanbul'da doğdu. Eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nde sürdürüyor. İnterdisipliner sisteme olan inancı ile birçok farklı alanda araştırma yapan Melih ABACI, insanlık tarihi ve kültür üzerine yoğunlaşıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.