Sanat Yapıtına Yanlış Yaklaşım Biçimleri

04.10.2020
Sanat Yapıtına Yanlış Yaklaşım Biçimleri

Sir Ernst Hans Josef Gombrich, 1947 yılında İngiliz vatandaşlığına geçen ve hayatının büyük bölümünü İngiltere’de geçiren sanat tarihçisi, eleştirmen, kuramcıdır. “Sanat ve Yanılsama” gibi kuramsal kitaplarıyla da sanat tarihi kuramına katkı sağlamıştır. “Sanatın Öyküsü”, bugüne kadar yayımlanmış sanat kitapları arasında en tanınmış olanlarından biridir. Bilinen ilk mağara resimlerinden günümüz deneysel sanatlarına kadar uzanan yolculuğu yalın bir dille bize sunmuştur. Resim, heykelcilik ve mimari konusunda Antik Yunan ve Roma, Ortaçağ sanatı, reform, Rönesans hareketleri, Sanayi Devrimi, bunların sanata olan etkileri, en sonunda modernizm ve postmodernizm çağında sanattaki yeni arayışları ince ince işleyip önümüze koymuştur. Bu yazıda Gombrich’in kaleme aldığı Sanatın Öyküsü kitabının girişinde söz ettiği sanat ve sanatçılar başlığı incelenecektir.

 

Sanatlardaki değişim ve gelişimi için Gombrich(2019) “Sanat diye bir şey yoktur aslında. Yalnızca sanatçılar vardır.” (s.16) şeklinde bir tanımı vardır. Bu söz bize gittikçe gelişen teknik ve estetik anlayış ve tarihinden değil de sanat olgusunun tarihsel süreçte değişen tanımından bahsediyor. Sanatın bir ifade aracı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, sanatçının sanata, doğaya ve kavramlara bakış açısının tarihsel süreçte sürekli değiştiğini görebiliriz.

 

“Bir zamanlar bazı adamlar renkli toprakla bir mağaranın duvarına kabaca bizon resimleri çiziktiriyordu; bugün de bazıları boya satın alıp duvar ya da tahta perdeleri resimliyor ve daha birçok başka şeyler üretiyorlar. Tüm bu etkinlikleri sanat diye tanımlamakta hiçbir sakınca yok, yeter ki bu sözcüğün yer ve zamana göre birbirinden değişik anlamlara gelebileceği unutulmasın ve günümüzde nerdeyse bir korkuluk veya tapınma aracı haline gelen ve büyük S ile başlayan Sanat’ın var olmadığının bilincinde olunsun. Bir sanatçıya, yapmış olduğu şeyin bir bakıma güzel sayılabileceğini ama “Sanat” olmadığını söyleyerek, onu yıkıma sürükleyebilirsiniz. Aynı biçimde, bir tabloyu güzel bulan herhangi bir kimseye, bu tabloda beğendiği şeyin sanat değil de başka bir şey olduğunu söyleyerek, kafasını karıştırabilirsiniz. Doğrusu bir tablo ya da heykelden tat almanın yanlış nedenleri olduğunu düşünemiyorum.     Birisinin manzara resmi hoşuna gidebilir, çünkü ona evini anımsatabilir; bir başkası portreyi sevebilir, çünkü ona bir dostunu anımsatabilir. Bunda yanlış olan bir şey yoktur. Bir tablo gördüğümüzde, tepkilerimizi etkileyebilecek yüzlerce şey gelir hepimizin aklına. Bu anımsamalar, gördüğümüzden tat almamıza katkıda bulunduğu sürece, endişelenmenize gerek yoktur. Ama ne zaman ki, pek de önemli olmayan bir anımsama bir önyargıya dönüşür, ne zaman ki dağı konu alan fevkalade bir tablodan sırf dağcılığı sevmediğimiz için içgüdüsel olarak uzaklaşırız, işte o zaman tadabileceğimiz bir hazzı engelleyen bu karşı oluşun nedenlerini kafamızda araştırmamız gerekir. Çünkü bu durumda bir sanat yapıtından tat almayı önleyen yanlış nedenler var demektir. Birçokları, gerçek hayatta görmekten hoşlandıkları şeyleri tablolarda da görmekten hoşlanırlar. Elbette çok doğal bir tercihtir bu. Doğadaki güzelliği hepimiz severiz ve bunu yapıtlarında koruyan sanatçılardan daha çok hoşlanırız. Öte yandan, bu sanatçılar da bizimle aynı zevki paylaşırlar. Büyük Felemenk ressamı Rubens, küçük oğlunun resmini yaparken (resim 1), oğlunun güzelliğiyle mutlaka övünç duyuyordu ve ona bizim de hayran kalmamızı istiyordu ama, hoşa giden ve etkileyici konulara duyulan bu eğilim, eğer bizi, daha az çekici konuları reddetmeye sürüklerse, bu durum, gerçekten önümüzü kapatabilir.

sir-ernst-hans-josef-gombrich

Resim 1

Büyük Alman ressamı Albrecht Dürer de annesinin resmini (resim 2), kuşkusuz Rubens’in tombul yavrucağına duyduğu eş bir sevgiyle çizmiştir. Yaşlı kadının ve onun eriyip gitmekte olan yaşamının gerçekçi çizimi bizi belki etkileyip bu resimden uzaklaştırabilir, ama bu ilk hoşnutsuzluk duygusunu yendiğimiz takdirde, resim yeterince katkıda bulunacaktır bize, çünkü Dürer’in bu çizimi, olağanüstü içtenliğiyle görkemli bir yapıttır. İleride de göreceğimiz gibi, bir tablonun güzelliği, onun konu aldığı şeyin güzelliğinden gelmez.

Resim 2

Güçlük, güzelliği belirleyen beğeni ve ölçütlerin bunca değişik olmasından ileri gelmektedir. Güzellik için geçerli olan, ifade için de geçerlidir. Nitekim bir tabloyu bize sevdirten veya bizi ondan uzaklaştıran şey, çoğu vakit, bir figürün ifadesidir.” (Gombrich,2019, s.15,16,17,18,19,20,21,22,23) Bu konuyla ilgili Read soy isimli bir yazar, 2014 yılında yazdığı “Sanatın Anlamı” kitabının 11. Sayfasında şöyle söylüyor: “Genel bir sanat teorisi şu düşünce ile başlamalıdır; İnsan, duygularının önüne konan şeylerin biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Eşyanın biçim, yüzey ve kütlesinin belli ölçülere göre düzenlenmesi hoşumuza gider. Böyle bir düzenin eksikliği ise ilgisizlik ve hatta büyük bir sıkıntı ve tiksinti verir. Güzellik duygusu, hoşa giden bağlantılar duygusudur. Çirkinlik duygusu da bunun tersidir.”

 

Güzellik kavramını tarih boyunca durmadan değişen bir olay olarak kabul etmek en doğrusudur ve bir izleyicinin kendi güzellik duygusu ne olursa olsun, diğer devirlerdeki diğer insanların duygularının gerçek belirtilerini sanat sahasına kabul edebilmesiyle başlar. Sanatın kapsamı genişledikçe sanatın tanımı ve sanat eserinin anlamı, işlevi ve güzellik anlayışı da değişmeye başlamıştır. Her dönemin içinde yaşanan olaylar, insanlar ve değişimler bu kavramların değişmesine neden olmuştur. Onun için ilk mağara resimlerinden gümünüze kadar olan tüm sanatlar aynı derecede ilgi çekicidir ve o, zaman zaman değişen güzellik duygusunun değerlerinin farkında olmaktan çok, her devrin gerçek ve sahtesini ayırmaya çalışmalıdır.

 

“XVII. yüzyılın bir İtalyan ressamı olan Guido Reni, “Çarmıhtaki İsa”nın başını yaptığında, kuşkusuz seyircinin, İsa’nın yüzünde, Çarmıha Geriliş’in tüm acısını ve zaferini algılamasını istiyordu. Sonraki yüzyıllarda, birçok kimse, kurtarıcı’nın bu imgesinde güç ve avuntu bulmuştur. Bu imgede ifade edilen duygu öylesine güçlü ve açıktır ki, yapıtın kopyalarına yol kenarlarındaki küçük kiliselerde ve “Sanat” hakkında hiçbir şey bilmeyen ücra köy evlerinde bile rastlanabilir. Duyguların böylesine yoğun bir biçimde anlatımının bizi etkilemesine bakarak, içsel anlamına daha az kolaylıkla girilebilen yapıtları ihmal etmemeliyiz. İsa’nın çarmıhtaki resmini yapan Ortaçağlı İtalyan ressamı da “İsa’nın çektikleri” konusunu kuşkusuz aynen Reni’nin içtenliğiyle duyuyordu. Ne var ki, onun duygularını anlayabilmek için, önce onun çizim yöntemlerini kavramak zorundayız. Bu değişik anlatım yollarını kavradıktan sonra, Reni ile karşılaştırıldığında ifadesi daha az belirgin olan yapıtları daha fazla tercih bile edebiliriz. Bazılarımızın, az konuşan ve az jest yapan ve bazı şeyleri tahminimize bırakan kimselerden daha fazla hoşlanmaları gibi, bazılarımız da hayal gücümüze yer bırakan resim ve heykellerden daha çok hoşlanır. İnsan yüzünün ve jestlerinin betimlenmesinde, sanatçıların, şimdikinden daha az becerikli oldukları “ilkel” dönemlerde, her şeye karşın, seyirciye iletmek istedikleri duyguyu ortaya çıkarabilmek için ne denli çaba sarf ettiklerini görmek çoğu zaman çok daha fazla heyecan vericidir. Ne var ki, sanatla yeni ilgilenmeye başlayanlar bu noktada çoğunlukla yeni bir güçlükle karşılaşırlar. Onlar kendi gördüklerini ortaya çıkaran sanatçıya hayran olmak istemektedirler. En çok beğendikleri şey de “gerçek” gibi gözüken yapıtlardır. Bunun önemli bir değerlendirme olduğunu bir an için kabul ediyorum. Görünen dünyayı olduğu gibi resmetmedeki sabır ve yeteneğin kuşkusuz övülmesi gerekir. Geçmişin büyük sanatçıları, en ufak ayrıntının bile özenle saptandığı yapıtlarına çok çaba harcamışlardır. Dürer’in suluboya ile yaptığı tavşan (resim 3), bu sevgi dolu sabrın en ünlü örneklerinden biridir.

josef-gombrich

Resim 3

 Ama Rembrandt’m yaptığı bir fil çiziminin (resim 4), daha az ayrıntıyı gösteriyor diye, daha az iyi olması gerektiğini kim ileri sürebilir? Gerçekte Rembrandt, karakalem birkaç çizgiyle, filin buruşuk derisini bize duyurabilen bir büyücüdür. “Gerçek” tabloları yeğleyen kimselere hoş gelmeyen şey, yalnızca çizimin kabataslak oluşu değildir. Onlar, doğru çizilmemiş olduğunu düşündükleri yapıtlardan da hoşlanmazlar ve özellikle bu çalışmalar sanatçının daha iyisini bilmesi gerektiği daha modern bir çağa aitse hoşnutsuzlukları daha da fazla olur. Aslında, modern sanat üzerine yapılan tartışmalarda, doğanın bunca yakınma yaratan çarpıtılmasının anlaşılmaz bir tarafı yoktur.

Resim 4

 Öyleyse, bir resmin doğruluğunda bir kusur bulduğumuzda, her zaman şu iki şeyi sormalıyız kendimize: Bunlardan biri, sanatçının görünüşü değiştirmesinde ona göre bir neden olup olmadığıdır. Sanatın öyküsünün gelişimini öğrendikçe karşımıza bu türden pek çok neden çıkacaktır. İkincisi ise, bir yapıtın, sadece doğru çizilmemiş diye, hiçbir zaman suçlanmaması gerektiğidir. Böyle bir suçlama yapabilmek için kendimizin haklı, sanatçının haksız olduğunu kesinlikle kanıtlayabilmeliyiz.”(Gombrich, 2019, s.23,24,25,26,27)

 

Yazar: Mahir Yılmaz

 

 

Kaynaklar:

 

Fotoğraf Kaynaklar:

 

 

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.