Savaşta Herkes Suçludur Ama… Nuremberg Mahkemesi Filmi

Savaşta Herkes Suçludur Ama… Nuremberg Mahkemesi Filmi

1961 yılı yapımı Nuremberg Mahkemesi filmi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında müttefik devletler tarafından kurulan Nuremberg Mahkemesi’nde görülen yargılamaların ikinci bölümünü odağına almaktadır. Söz konusu mahkemede sağ kalan Nazi liderlerinin yargılandığı ilk bölüm Ekim 1945 – Ekim 1946 arasında gerçekleştirilmiştir. Yargılamaların ikinci bölümünde ise Nazi Almanyası’nda görev almış 3 hâkim ile aynı dönemde hem hâkimlik hem de adalet bakanlığı görevi yapmış Ernst Janning yargılanmaktadır. Film, sanıkların hâkimlik yaptıkları sırada Rudolph Petersen ve Irene Hoffman Vakaları ilişkin verdikleri kararlar ile Holokost görüntüleri üzerinden yapılan tartışmaları merkezine almaktadır.

Rudolph Petersen Vakası: Zeka Geriliği Yüzünden Zorla Kısırlaştırma

Rudolph Petersen, annesinin tam olarak teşhis edilemeyen bir akıl hastalığının olması yüzünden bu toplumda yaşamaya uygun görülmemesi üzerine kısırlaştırılmıştır. Naziler, Aryan (ari, saf) ırk oluşturabilmek için toplumu dizayn etmeye çalışmışlardır. Bu dizaynın esas noktalarından biri de zihinsel açıdan yetersiz görülen bireylerin çoğalmasının önüne geçmektir. İdeal toplum için yetersiz olarak tanımlanan bu insanlar, Naziler için sağlam meyvelerin arasındaki çürüklerdir ve diğer meyvelere zarar (!) vermemeleri için toplumdan tecrit edilmelidirler. Naziler, fiziksel engelli kimseleri de devletin ve toplumun ilerlemesini yavaşlatan bir unsur olarak görmüşlerdir. Rudolph Petersen da bu görüşün kurbanlarından biri olarak mahkemede dinlenir.

Savunma avukatı Hans Rolfe ise bu tür zorunlu kısırlaştırılmaların yalnızca Almanya’da uygulanmadığını, Amerika Birleşik Devletleri’nde de benzeri yasalar ve uygulamalar olduğunu dile getirir. Rolfe, ABD’nin Virginia eyaletinin zorunlu kısırlaştırma yasalarına atıfta bulunur ve büyük Amerikan hukukçusu Oliver Wendell Holmes’ün konuyla ilgili “Bir aileye üç nesil embesil yeter.” sözünü hatırlatır.

Atıfta bulunulan karar ve yasa, Nazilerin uygulamalarından hiç de geri kalır cinsten değildir, çünkü söz konusu yasalar zaten Amerikan yasalarını model alarak yapılan çevirilerdir. Virginia eyaletinde bahsedilen olaya ilişkin yapılan değerlendirme ve ayrıntılar ise şu şekildedir:

“Kamu esenliği, en iyi vatandaşların yaşamasını gerektirir. Suçla dejenere olmuş bir neslin idam edilmesini ya da ahmaklıkları yüzünden açlıktan ölmelerini beklemek yerine toplumun, ‘türlerinin devam etmesi için uygun olmadıklarını beyan etmesi’ tüm dünya için daha hayırlıdır.

Annesi ve kızı Vivian ile birlikte yaşadığı Lynchburg’da saradan ve düşük zekalılıktan suçlu bulunan Carrie Buck’un Virginia eyaleti tarafından kısırlaştırılabileceğine hükmedildi. Yüzeysel bir muayene sonrasında daha yedi aylık bir bebek olan kızı Vivian’ın da budala olduğu açıklandı ve Carrie’nin kısırlaştırılması emredildi. Carrie’nin kız kardeşi Doris de kısırlaştırılmıştı ancak onayı alınmadan gerçekleştirilen bu işlemle kendisine ne yapıldığını fark edene kadar yıllar boyu çocuk sahibi olmaya çabaladı. Bireysel özgürlüğün kalesi addedilen Amerika, otuzdan fazla eyalette 1910-1935 yılları arasında çıkarılan federal yasalarla 100.000’den fazla insanı düşük zekalılık gerekçesiyle kısırlaştırmıştır.” (Ridley, 2007)

Irene Hoffman Vakası: Irklararası Evlilik Yasağı

Bu olayda mağdur Irene Hoffman değil, 16 yaşındaki bu Aryan kızla cinsel ilişkiye girmekle suçlanan Yahudi Feldenstein’dır. O dönem Almanya’da uygulanmakta olan Alman Kanını ve Şerefini Koruma Yasası kapsamında Aryanlar ile Yahudiler arasında evlenmek bir suç kabul ediliyor ve ırklar arası cinsel ilişkilere cezai yaptırımlar uygulanıyordu. Feldenstein’in yargılaması sırasında Irene Hoffman ile cinsel ilişkiye girdiğine ilişkin kesin bir delil bulunmamasına rağmen haksız bir yargılamayla cezaya mahkum edilmiştir. Ernst Janning de yaptığı bu haksız yargılamayı şu sözlerle itiraf eder: “Deliller ne olursa olsun onu suçlu bulmalıydım. Bu hiçbir şekilde bir yargılama değildi, çaresiz Yahudi Feldenstein’in kurban edilme töreniydi.” (Metin, 2017. s. 200)

Zeka geriliği yüzünden insanların zorla kısırlaştırılmalarında olduğu gibi ırklar arası evlilik yasağının uygulama alanı da yalnızca Almanya ile sınırlı kalmamıştır. Almanya’da uygulanan yasaya dayanarak Danimarka, İsveç, İsviçre ve Hollanda gibi demokratik batı ülkeleri de Alman ve Yahudilerin birbirleriyle evlenme taleplerini reddetmişlerdir. ABD’de ise ırklar arası evlilik yasağı 1967 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

Bu garip tutarsızlığa Harper Lee’nin 1960 yılında yayımlanan Pulitzer Ödüllü Bülbülü Öldürmek adlı romanında şu şekilde değinilmiştir:

“Şey, o gece mahkeme salonundan çıkarken Bayan Gates önümüzdeydi, merdivenlerden iniyordu, sen onu görmemişsindir, Bayan Stephanie Crawford’la konuşuyordu. Birinin onlara (siyahiler kastediliyor) bir ders vermesinin zamanı gelmiş artık, öyle diyordu. Çizmeyi çok aşmışlar, bundan sonra yapmayı düşünecekleri şey bizlerle evlenmek olacakmış. Jem, nasıl böyle Hitler’den nefret edersin de sonra dönüp kendi ülkendeki insanlara bu kadar çirkin davranırsın?” (Lee, 2016, s. 311)

Savaşta Tek Suçlu Naziler Miydi?

Düşük zekalı insanların zorla kısırlaştırılması ve ırklararası evliliğin yasaklanması olaylarında sanıkları köşeye sıkıştıramayan savcı bu kez Yahudi Soykırımı üzerinden sanıkları köşeye sıkıştırmaya çalışır, fakat savaşta soykırım ya da savaş suçu olarak değerlendirilebilecek olayların tek faili Naziler değildir. İlk akla gelen örnek olan atom bombası kullanımı da bir savaş suçu olarak pekâlâ değerlendirilebilir, ancak müttefikler yaşanan bunca kaybın ve acının sorumluluğunu mihver devletlerin üzerlerine bıraktıkları gibi kendi yaptıkları acımasızlıkların ve vahşetin sorumluluğunu da onların üstüne bırakmışlardır. Zaten kurulan bu mahkeme amacı da savaşta yer alan tarafların hepsini değil sadece mağlup olan devletleri yargılamaktır. Müttefikler, uluslararası hukukun temel ilkelerini çiğnemek pahasına Nüremberg ve Tokyo Mahkemelerini kurmuşlardır. Bu hususu Uluslararası Hukuk Bülteni’nin ilgili sayısında, hâkim Zehra Cansu Orhan, aşağıdaki şekilde değerlendirmiştir:

“Mahkemelerin bir diğer ortak özelliği de olağanüstü nitelikte mahkemeler olmalarıdır. Nitekim bu mahkemeler, kuruluş statülerinde yer alan suçların konusunu teşkil eden fiillerin işlenmesinden sonra (ex post facto) kurulmuşlardır.

Nuremberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Mahkemeleri askeri mahkemeler olduklarından; objektif adaleti sağlama görevleri bulunmamaktadır. Zira savaş sırasında tüm taraflarca işlenen suçları yargılamak için değil, sadece mağlup devlet yetkililerinin savaşla bağlantılı suçlarını yargılamak için kurulmuşlardır.” (Orhan, 2016)

Filmin tanıtım mottosu da bu durumu özetler niteliktedir: “Savaşta herkes suçludur ama galip çıkanlar bütün suçu mağluplara yıkar.”

Yazar: Mustafa Altınkaya
Editör: Başak Tufan

Kaynakça

  • Keegan, J. (2016). İkinci Dünya Savaşı. (S. Öksüz, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.
  • Lee, H. (2016). Bülbülü Öldürmek. (Ü. İnce, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.
  • Metin, S. (2017). Hukuku Sinemada Görmek. İstanbul: Tekin Yayınevi.
  • Orhan, Z. C. (2016, Ocak). Nuremberg Askeri Ceza Mahkemesi İle Tokyo Uzakdoğu Uluslararası Askeri Mahkemesi Üzerine Bir İnceleme. Uluslararası Hukuk Bülteni, s. 17-18.
  • Ridley, M. (2007). Genom: Bir Türün Yirmi Üç Bölümlük Biyografisi. (N. T. Mehmet Doğan, Çev.) İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.

 

YAZAR BİLGİSİ
Mustafa Altınkaya
Mustafa ALTINKAYA 1996 yılında Konya’da doğdu. KTO Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 2019 yılında mezun oldu. İstanbul Üniversitesi AUZEF Sosyoloji Bölümünde öğrencidir. Tarih, psikoloji, sosyoloji ve felsefe alanlarında okumalar yapıyor. Edebiyat ve sinema alanlarında ise ağırlıklı olarak polisiye türüyle ilgileniyor. MozartCultures ekibine Eylül 2020’de katıldı. “Docendo discimus (Öğretirken öğreniyoruz.)”
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.