Üç, İki, Bir. Öksüzlük Oyunu!

23.09.2020
Üç, İki, Bir. Öksüzlük Oyunu!

“Kiraz ve kamıştan kavalımızın

 Sesleri

 Dağılıyor havada

Bir kuyu ağzından geçiyor gibi

Rüzgârı mor fistanlı zamanın

Bu güzel şarkı da unutulacak

 Kıyımlar acılar kanlar içinde

 Savrulurken yaşadığımız günler

 Bu soruyu mutlaka soracaksın

Ne kaldı ne kaldı bizden geriye?”

 

Onat Kutlar, (Bir Soru Ne Kalacak Bizden Geriye?)

Çocukluk ve gençlik yıllarını Gaziantep’te geçiren Onat Kutlar ilk hikâyesi olan İshak’ta bu yörenin motiflerini eserlerinde işlemiştir. Kültürel birikimler ve geleneksel yaşam tarzı ilk hikâye kitabında oldukça aktif bir rol izlemektedir. Latin Amerika’da başlayan özellikle Gabriel García Márquez’in öykülerinde gördüğümüz büyülü gerçeklik örneğini Fethi Naci’ye göre Türk edebiyatında  ilk olarak Onat Kutlar gösterir.

Onat Kutlar’ın gayesi  bir problemi çözmeye yönelik atılımlarda bulunmak değildir. Hikâyeleri daha çok duygular üzerindeki, derin etkilerini yansıtan ayna vazifesi görür.  Önemsiz görünen fakat içerisinde heyecan uyandıran varlıklara karşı tepki verir. Bu bazen bir ses bazen bir kuş ya da ağaç olabilir. Bu duyguyu illa belirli bir forma sıkıştırmak istemez; şiir söyler fakat onun hikâyesini de görmüş oluruz. 50 kuşağı öykücülerinin içerisinde yer alan Onat Kutlar’ın ilk hikâyesi İshak’ta bu duyguları görmek mümkündür. “Onat Kutlar‟ın İshak adlı eserindeki öyküler, genel bir izlek etrafında şu şekilde ortaklaştırılabilir: Hayatın tekdüzeliğinden ve içinde bulunduğu ortamın (aile çevresi ve ev yaşantıları) sert kalıplarından bunalarak, kaçıp kurtulmak isteyen kahramanların, yeni bir yaşam kurma çabaları, utangaç ve bilinçsiz baş kaldırışları.” (Ulusal, 2019: 24)

Anadolu üzerinde geçen bu küçük kesintiler onun  haykırışlarıdır. Kaçmak isteği onu Batı ile tanışmasına sebep olur. Bu kuşağın ortak özelliği olan hem Batı hem kendi kültürüne sadık olma arzusu Onat Kutlar için de geçerlidir.  İnsanların bunalımlarını, tekdüze hayat biçimlerini psikolojik temellere dayandırmıştır. Mekan olarak ev tasvirleri ve bu evin içerisindeki yaşamların tutun(a)mayışları kimlik kaygısını da beraberinde getirir. “Kül Kuşları” öykülerinde, ev içi; sıkıcı, mutsuz, sıradan yaşantılardan bıkan ve bunalan çocuk kahramanların, kendi hayal güçleriyle yarattıkları oyunlarla bu atmosferden kurtulmaya çalışmaları anlatılır.” (Ulusal, 2019: 24)

“Kül Kuşları” Onat Kutlar’ın  hikâye içerisinde başka bir hikâye anlattığı bir eserdir. Helezonik olay örgüsü kullanılmıştır. Sıklıkla tasvirlere yer vermiştir.   İki hikâyenin de birbirinden romantik yanları mevcuttur. Asıl hikâyeden farklı olarak Gazel ve halanın kurguladıkları  “Kepçe Gelin” hikâyesinde geleneksel Türk motiflerinin izlerine rastlamak mümkündür. Bu teknik esere özgün bir nitelik kazandırmasına vesile olur. Aynı zamanda hikâye oluşumundaki kurgunun önemine dair  eleştirilerde bulunmuştur. Halanın  basit eşyalarla oluşturulan gelin figürü yaratma çabasından sonra kolay bir hamlede bütün oyunu bozması, hikâye yazarlarını üstü kapalı bir şekilde tenkit etmiştir. Sadece bu yönüyle düşünülmemesi de gerekmektedir. Denildiği üzere bu üstü kapalı bir eleştiridir.

“Kepçe gelinle, babası aynı evde yaşar. Diğer evde ise güvey yaşar. Kepçe gelin, güveyin evine gideceği sırada babası buna izin vermez. Sebebi ise güveyin cambazlık işiyle uğraşmasıdır. Çünkü adam, yakınlarından birinin ipten düşüp ölmesini istemez. Kocasından ayrılan kepçe gelin üzülür. “ (Topal, 2019: 40) “Kepçe Gelin” hikâyesinde halanın aydınlanma sahnesi Gazel’in  “Babasını öldürecek mi?” sözünden sonra gerçekleşmiştir. Buradan sonra hikâyede geçen  ifade ile anlaşılıyor ki eskiden yaşanmış şeyler tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Bu halada yıkıcı bir etki oluşturmuştur ve “Kepçe Gelin” hikâyesine son vermiştir.

 

Bu hikâyede oluşturulan metaforların bir bütün şeklinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Onat Kutlar daha hikâyenin başlığından itibaren bu özeni göstermektedir. Bilindiği üzere metafor, bir kelimenin başka bir hadiseye sirâyeti ile birlikte yeni bir anlam dünyası kazandırır. Bu geçişin ilk basamağında kül örneği ile karşılaşırız. Kül lügat anlamı olarak yanan şeylerden arta kalan toz halindeki madde olarak tanımlanır. Bir bütünün toprağa karışmaya en müsait olduğu yapı olarak  düşünülebilir. Hikâyenin kahramanı olan Gazel de öksüz bir çocuktur. Türkçe’de kül öksüzü adı altında bir deyiş mevcuttur. Bu deyiş anne ve babası olmayanlar için kullanılır. Bu noktadan bakıldığı zaman ortak bir anlam oluşmaktadır. Fakat başlığın diğer bir kelimesi olan kuşla birlikte bağdaşlaştırıldığında  yani kül kuşları,  bir yangından sonra ortalığa çıkan kuşlar olarak adlandırılabilir. Hikâyenin başlığında rastladığımız bu kül kuşlarına ancak hikâyenin sonunda tekrar karşılaşırız.  Etrafta yangın olmamasına rağmen kül kuşlarının belirginleşmesi ilk etapta tuhaf gelmektedir. Ancak hikâyenin temellerindeki ölüm teması Gazel’in içindeki yangınla sonunda buluşarak, birbirlerini tamamlamışlardır.

Bir bekleyişin  resmedildiği ilk pasajda mekân olarak ev kullanılmıştır. Ev yalnızlığın bir sembolü olarak düşünülür. Bu yalnızlık, Gazel’in bekleyişleri ile birleşerek hem umut hem keder olarak yorumlanabilir. Hikâyede bahsedilen “ev figürü” Onat Kutlar’ın babasının istifasından sonra yerleştiği Gaziantep’teki geleneksel evlere benzemektedir. “Geleneksel Gaziantep konut mimarisinde evleri sofanın konumuna göre tiplere ayıramamakla birlikte, bu yapılarda bir orta mekân anlayışı, odaların ve hizmet birimlerinin ortak alanı bulunmaktadır. Evlerde yapının planını dışta hayat (avlu) oluşturur. Bu geleneksel ev tipi Anadolu’da olduğu gibi Gaziantep’te de mevcuttur. İki veya üç katlı evlerde alt katlar (çoğu tonozlu ve kemerli olarak yapılmış) kışlık odalar, ahır, hela, kiler, mutfak bölümleri ile üst katlar bir sofa ve odalardan meydana gelmektedir. Mutfak mekânı bazı evlerde üst katlarda da görülebilmektedir. Evler eskiden iki üç kuşağın bir arada yaşamasına imkân tanıyan ve ona göre şekillenen evler bugün hemen bütün eski evlerin kaderi gibi değişen aile yapısı ve günün ihtiyaçlarına göre değişikliklere maruz kalmaktadır.” (Kanalıcı, 2012: 33)  Genellikle bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi evlerin sokağa bakan tahtadan kapıları bulunmaktadır. Evin iç kısmında ise büyük bir avlu dikkati çeker. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde Gaziantep ve Şanlıurfa’da avluya aynı zamanda hayat adı verilmektedir. Gazel ise hayatın ortasında değildir. Duvarın kenarında lazımlıklı iskembesinde hayatın hiç önemsemediği bir cisim gibi gösterilmektedir.

 

Hikâyedeki başka bir ayırt edici özellik mektupların varlığıdır. Mektuplar bahsi geçilen dönemde hâlâ etkisini korumuş bir iletişim aracıdır. Bir insanın hislerini, dileklerini yahut şikâyetini kaleme aldığı metinler olarak ifade edilmektedir. Gazel’in annesinin ölümünü bir postacıdan öğrenmesi onun bilinçaltını derinden etkilemiştir. Hikâyede zaman kavramı çok kısa bir ânı anlatsa dahi beklemek eylemi daima vurgulanır. Bu cihette beklemek için:  Gazel-hala, postacı-Gazel arasında ilişki kurulabilir. ““Ne oluyorsun yahu?” “Hala! Çabuk yetiş. Gene postacı geldi!..” Kapıyı da var gücüyle itiyordu. Hala eteklerini tutarak indi. “Gene gelmiş!” dedi Gazel, soluk soluğa. “Gene mektup getirmiş!” “Yaaa!” dedi Hala. O da dayanıp kapamaya çalıştı kapıyı. Postacı bir iki itti dışarıdan. Sonra usandı. “Ne haliniz varsa görün. Deli mi nedir bunlar!” Homurdanarak gitti. İçeridekiler geniş bir soluk aldılar. “Oh! Kurtulduk. Vermedi!” dedi Gazel gülümseyerek. Hala başını salladı. Yukarı çıktı“ (Kutlar, 2009: 117)  Postacının verdiği kabuk çekirdekleri ile halasını bekleyen Gazel adeta bir resim tablosu gibi karşımıza çıkmaktadır. Bu bekleyişin cezasını ise yine postacı getirdiği mektup ile kesmektedir. Gazel’in işlemediği bir suçun bedelini, mektupta annesinin ölümüyle öğrenmesi onun postacıya bakış açısını keskinleştirir. Postacının tekrar gelmesini kabul edemez. Yeni bir mektubun varlığı yine bir ayrılığa sebep olur endişesine yol açar. Ve Gazel postacıyı eve almayarak kötü bir haberin daha öğrenilmemesini sağlar.“Annesinin ölüm haberini postacının getirdiği mektuptan öğrenen küçük kızı konu edinen “Kül Kuşları”, ölüm karşısında küçük bir kızın davranışlarına sahne olur. Postacı, küçük kız için artık ölümü çağrıştıran bir semboldür. “ (Ulusal, 2019:106)

Onat Kutlar hikâyeci yönünden çok sinemaya verdiği önemle tanınır. Özellikle Türk sinemasına verdiği katkılar yadsınamaz bir gerçeklik taşımaktadır. Hayatının en önemli dönemi Fransa’ya gittiği yıllardır. Bu yıllarda sinema ile tanışır ve bundan sonra asla sinemadan kopamaz. Kendinin aktarımıyla , “O gün Ursulines Sokağı’ndan geçmeseydim ya da bir Western izlemeye gitmeseydim, ne olurdu bilemem. Ama şurası açık ki, Yaban Çilekleri, yaşamımı derinden etkiledi. Sinemanın tıpkı büyük romanlar gibi etkileyici evrenini ve gücünü tanıttı bana. Ve bir yaşamla hesaplaşmanın ne demek olduğunu.’’ (Kutlar, 2010: 18) Fransa’da Sinamatek Derneği’ne üye olduktan sonra, ülkesine geri dönerek edindiği bilgileri yaşatmaya devam etmiştir.  Yusuf ile Kenan, Hakkari’de Bir Mevsim, Deli Kan gibi birçok filme öncülük etmiştir. Çalışmada Onat Kutlar’ın sinemacı kişiliğine dair beklentiler bulunmamaktadır. Öyle ki bu hikâyesini sinemacı kişiliğiyle yorumlamak güç olur. Çünkü bu hikâye yayımlandığında henüz sinemayla  (Yaban Çilekleri)  tanışmamış  bir  Onat Kutlar vardır. Ancak bu tarafının varlığını hiçe sayarak  geçmek mümkün değildir. Böylelikle çok yönlü bir kişiliğin potresini görmüş oluyoruz.

 

ÇOCUK OYUNLARI VE ANADOLU’DAKİ YANSIMALARI

Araştırmacılar çocukların olgunlaşma evresinde, oyunların büyük bir önemi olduğunu vurgulamaktadırlar. Çocukların gelişimindeki evrenselliği temsil eden oyunlar, bilinçaltında ciddi kodlar bırakmaktadır. Psikoloji ve eğitime dair ilk atılımlar buradaki eylemlerle oluşmaktadır. Oyunların çocuk üzerindeki etkileri; aile, sosyal çevre, inanç ve ekonomik faktörler gibi  çeşitlilikler  gösterir. Oyun en az  ebeveynlerin çalıştıkları işler kadar elzem bir müessesedir. Oyunu yalnızca eğlenceli bir vakit olarak görmek bu noktada hata olarak karşımıza çıkmaktadır. “Kimine göre oyun, enerji fazlasını atmak; kimine göre ise boşalma gereksimini karşılamaktır. Bir kurama göre oyun genç yaratıkları (insan ya da hayvan) ilerde yaşamın gerektirdiği ciddi iş ve uğraşlarla hazırlamak, yetiştirmek içindir. Bir başka ilkeye göre oyunda doğuştan bir yeteneği geliştirme itkisi ya da üstün gelme ve yarışma isteği, yitik enerjiyi tek yönlü canlılıkla, eylemle onarma vb. gibi itkiler bulunmaktadır.” ( And, 2003: 27-28) Bir başka ilintili konu ise oyuncaktır. Çocuğun gelişimine olan yararları, davranışlarındaki yıkıcı ya da yapıcı etkileri, toplumsal cinsiyet ayrımları oyuncakların farklarını göstermektedir. Oyuncak yapımında kullanılan malzemeler ilk dönemlerde basit eşyalar ile bir araya gelirken çeşitli ticari pazarlama teknikleriyle algısal olarak değişiklikler gösterdi. Oyuncaklarında, oyunlar gibi etkileşim alanları yukarıda belirtilen dört temel faktörle hemen hemen aynıdır. Bu etkileşim bir araç ve insan arasındaki bağlantıyı keskinleştirir. Onat Kutlar’ın bu helezonik öykü örneğindeki kepçe gelin oyuncağının malzemelerini hatırlamak gerekir. İlk olarak oyuna adını veren kepçe: sulu yemekleri karıştırmaya ve dağıtmaya yarayan uzun saplı bir kaşık çeşididir. Kepçe Anadolu’da her evde bulunan vazgeçilmez mutfak eşyasıdır. Sadece yemek yapımında kullanılmaz. Batıl bir inanç olan kurşun dökmekte de kullanılan bu eşya çok fonksiyonluluğuyla tanınır. Hala, kepçe ile birlikte çeşitli bez parçalarıyla gelin figürünü oluşturmaya çalışmıştır. “Kepçeye elindeki mendili dikkatle sardı. İki de kol bıraktı iki yanından arttırdığı parçalarla. Kepçenin yuvarlağı kocaman bir yüz oldu.” (Kutlar, 2009: 114)  Daha çok bez bebek gibi oyuncakları tercih eden kız çocukları kendi cinsine eğilim gösteren araçlara yönelimi söz konusudur. Diğer malzemeler ise Gazel’in eteğine topladığı uzun taşlar, mandal ve küçük tahta parçalarıdır. “Hasırın öbür köşesine bir evcik daha yaptı. Cebinden iki kibrit çöpü çıkardı. Bir de çamaşır mandalı. Mandalın demiri kaymıştı. Düzeltti.”  (Kutlar, 2009: 114)  Bahsi geçen malzemelerden oluşturulan oyuncakların sosyo-kültürel ve ekonomik faktörlerle doğrudan etki içerisindedir. Hikâyede sıklıkla rastladığımız fakir ve aç bir aile yaşamının çocuk üzerindeki yansımaları açıkça görülmektedir.

Geleneksel Türk çocuk oyunları Halk biliminin çalışma sahasına girmektedir. Bu konuyla ilgili araştırmalar halen devam etmektedir. Prof. Dr. Bekir Onur ve Uzm. Neslihan Güney’in hazırlamış olduğu Türk Çocuk Oyunları: Derlemeler adlı çalışması esas alınarak bu araştırma yapılmıştır. Buradaki çalışmada Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki çocuk oyunları tespit edilmiştir. Bu hikâyede iki oyundan bahsedilmektedir.

Hala  öncelikle el üstünde kimin eli isimli oyunu oynamak istemiştir. Fakat Gazel  bu oyunu sürekli kaybettiği için  oynamak istememiştir.. “Gel seninle el el üstünde kimin eli var oynayalım,” dedi Hala. Gazel iskemlesini bir köşeye koydu. Dikkatle oturdu. “Usandım ondan,” dedi. “Hep benim elim çıkıyor.” “İki kişiyiz de ondan,” dedi Hala. “Bunu da bildikten sonra oynanır. Haydi bakalım.” (Kutlar, 2009:113)  Oyun çocukların isteğine bağlı olarak gelişen bir eylemdir. Kesinlikle zorla yapılan bir eylemi oyun olarak düşünemeyiz. Oyun  böylelikle özgür olabilmek fırsatı tanımaktadır.

El üstünde kimin eli oyunu şöyle geçmektedir. “ Bu oyun az ve çok çocukla da oynanır. Sayışma ile seçilen ebe elleri yere dayalı olmak üzere, diz üstü çöker. Oyuncuların elleri sırtı üzerinde sıralanır. İçlerinden biri sorar: “El el üstünde kimin eli” der. Eğer bilirse ebelikten kurtulur, bilinen el ebe olur. Aksi olursa “Zınk, bilmedin kabak” derler. Oyunculardan biri ebeye: “İncecik mi, gümbürcük mü?” diye sorar. İncecik derse sırtını çimdiklerler: gümbürdük söylerse yumrukla vururlar ve oyuna yeniden başlanır. Bu oyun köylerdedir.” (Onur-Güney, 2002; 88)

İkinci oyunda ise yapılan çalışmaya göre  hem coğrafya hem de -gelin- kavramı dikkate alındığında en yakın oyunun Adana yöresinde bulunan “çomçalı gelin” oyunu olduğu anlaşılmaktadır. Çomça, kepçe anlamına gelmektedir. Adana yöresinde genellikle düğün ve cenaze gibi toplu katılımların gerçekleştiği merasimlerde aş denilen yemeklerin dağıtımında kullanılan tahtadan yapılmış büyük kaşık, kepçe demektir.  Fakat Onat Kutlar’ın hikâyesinde geçen kepçe gelin oyunu ile içerik olarak farkları mevcuttur. Çomçalı gelin oyununda dinî yakarışların da olduğu göze çarpmaktadır.

“Adana’nın (1 Haziran 1933 yılına kadar vilayet olan Osmaniye bu tarihte kazaya dönüştürülerek Adana iline bağlanmıştır. 3 Kasım 1996 tarihinde yapılan mahalli idareler ara seçimleri öncesinde, il olması gündeme gelmiş, TBMM’ de 23 Ekim 1996 tarihinde yapılan oylamada il olması karara bağlanmış, 28.10.1996 gün ve 22801 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 24.10.1996 gün ve 4200 sayılı kanun ile yeniden il olmuştur.) bkz:(https://osmaniye.ktb.gov.tr/TR-60788/tarihce.html)”

“Osmaniye’nin Kadirli kasabasına (ilçesine) bağlı Aşağıçiyanlı köyünde oynanan bu oyun, [Mehmet Umurusman’dan tespit edildi.] Yağmura ihtiyaç olduğu günlerde, çocuklar, çomça (ağaç kepçe) ya ağaçtan birer dal bağlarlar. Entari giydirirler, duvakla süsleyip gelin ederler. İçlerinden iki büyük çocuk, çomçalı gelini kollarından tutup yürümeğe başlar. Diğer çocuklar onları takip ederler. Her evin önüne gelince, durup, koro halinde şu dörtlüğü söylerler: Çomçalı gelin çom ister,/ Allah’tan yağmur ister;/ Yağ verenin oğlu olur,/ Bulgur verenin kızı olur. Ev sahibi çocuklara yağ ve bulgur verir. Ev halkından bir başkası, çocukların üstlerine helke (kova) ile su döker. Çocuklar aynı şekilde bütün evleri dolaşırlar. Topladıkları malzeme ile bulgur pilâvı pişirip yerler. Böylece oyun sona ermiş olur.”  (Onur-Güney, 2002; 200)

Geleneksel Türk çocuk oyunlarının karakteristik özelliği olarak sıklıkla karşımıza çıkan tekerlemeler ve maniler önemli yer tutar. bu deyişler oyunun parçasıdır. Kepçe gelin oyununda da bu örnek karşımıza çıkmaktadır.  “Katti hütââ… katti hütââ! Kepçe kız gelin oldu muuu?..” “Katti hütââ… katti hütââ! Kepçe kız uzar haaa!” “Katti hütââ… katti hütââ! Olmadı mı daha?” “Katti hütââ… katti hütââ! Bırak gideyim külâhlı baba!” (Kutlar, 2009: 114, 115, 116)

Onat Kutlar’ın ilk hikâyelerinden birinin örneği olan “Kül Kuşları” gerek geleneksel motifler gerek ise evrensel bir yalnızlık temasını konu edinmektedir. Gazel’in içinde bulunduğu yaşam çizgilerini, çocuk dünyasına dahil olarak irdeleyen Onat Kutlar öksüzlüğün tanımını yapmaya çalışmıştır. Eğitim ilk olarak aileyle başlamaktadır. Erken yaşta annesi vefat eden Gazel’in eğitimi çocuk oyunları ile başlamaktadır. Onat Kutlar bu hikâyede vermek istediği mesajı  çocuk oyunlarını öne çıkararak göstermiştir. Kepçe gelin oyunu hem oyunca hem hikâye olarak düşünülmesi gerekmektedir. Ayrıca hikâye içerisinde hikâye anlatma tekniği ile özgün bir metin ortaya çıkarmıştır. Hayatı gibi bu hikâyesi de belirsiz bir  son ile biter. Acı ve yalnızlığı memleketin bilinmeyen sokaklarında yitirip, yine aynı memlekette baş veren umudun çığlıklarını sessiz sessiz bekleyen Gazel’i öyle benimsemiş olacaktır ki daha sonra doğacak  oğluna da bu ismi verecektir.

 

Yazar: Mehmet Öner

 

KAYNAKÇA

  • AND, M. (2003). Oyun ve Bügü. İstanbul: YKY. 27-28 (1947).

 

  • KANALICI, K. (2012). Aysun, Geleneksel Gaziantep Evleri Yapı Üretim Analizi, Yakın Doğu Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. 33.

 

  • KUTLAR, O. (2009). İshak, İstanbul: YKY, 113-117.

 

  • KUTLAR, O. (2010). Sinema Bir Şenliktir: Sinema Yazıları, 18.

 

  • ONUR, B., Güney, N. (2002). Türkiye’de Çocuk Oyunları: Derlemeler, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 88, 200.

 

  • TOPAL, Erkan (2019). Onat Kutlar’ın Hikâyelerinde Yapı ve Tema, Yozgat Bozok Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi,

 

  • UYSAL, Y. (2019). Onat Kutlar ve Öykücülüğü, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 24, 106.

Kapak Görseli: Pieter Brugel, De Kinderspelen tablosu

 

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.