Aşk Ruhsal Bir Hastalık mıdır?

09.01.2021
Aşk Ruhsal Bir Hastalık mıdır?

Erkekler, neden kadınlardan daha fazla âşık olurlar? Ve kadınlar ne zaman aşık olur, neden bu hisse daha kolaylıkla bağımlı hâle gelirler? İnsanlar, âşık oldukları kişiyi neden her zaman çekici bulurlar? Âşıklar neden şiir yazar ve şarkı söyler? Erkeklerin kadınlara hediyeler vermesi gibi romantik adetleri nasıl açıklayabiliriz? Ve tutkulu aşk, neden hiçbir zaman son bulamaz? Gariptir ki tüm bu sorular -ve daha fazlası- cevaplanabilir, basit ve birazcık sarsıcı bir önermeyi kabul edersek: Aşk, ruhsal bir hastalıktır.

Uygarlıkların doğuşundan beri şairler, aşkı bir çeşit delilik olarak tanımlamışlardır ve tarih boyunca tıp mesleği de benzer bir görüşü desteklemiştir. Hipokratik tıbbın ilkelerine göre tutkulu aşk her zaman, bir çeşit depresyon olan “melankolik aşk”a dönüşür. Dahası, âşık olmayı deneyimlemiş herhangi biri, aşkın deliliği -yolcusunu cennet ve cehennemin en uç noktalarına taşıyor gibi görünen duygusal bir hız treni- hakkında bir şeyler bilir.

Aşkın çeşitli semptomları vardır. İlginç olan şey ise bunlar listelenecek olursa -örneğin sürekli aşık olunan kişiyi düşünmek, ağlamaklı olma hâli ve mutluluktan yerinde duramamak- ve onları ruhsal hastalığın tanı kriterleriyle karşılaştırırsak çoğu “âşığın” saplantılı hastalıkla, depresyonla ya da manik depresyonla nitelendiğini görürüz ve bu üstünkörü bir bağlantı da değildir. Nörokimyasal ve beyin taramasıyla ilgili araştırmalar, “âşık bir beyin” ile “ruhsal hastalığın ıstırabını çeken bir beyin” arasında kayda değer derecede bir benzerlik ortaya koymuştur. Bu neden böyle olmalı? Aşk, neden bir çeşit delilik olarak tecrübe ediliyor?

İnsanoğlunun, türüne az rastlanır bir biçimde zayıf ve kırılgan doğan bebekleri, kendilerini onlara adamış iki ebeveynin ilgi ve alâkasına çokça ihtiyaç duyarlar. Diğer hayvanların aksine, bizim büyük beyinlerimiz, bizi üremeyle ilgili içgüdülerimize karşı isyan etmeye ya da engel olmaya olanak sağlar. Örneğin biz, bekâr kalmaya karar verebiliriz ya da doğum kontrol yöntemleri kullanabiliriz fakat bunu yapmıyoruz. İnsanlar çocuk sahibi olmaya devam ediyorlar ve bunlar, genellikle birbirlerine âşık olduklarını söyleyen çiftlerden oluşuyor.

Çoğu insan delice âşık olmayı yaklaşık iki yıl boyunca deneyimler. Bu süre, atalarımızın bir çocuk doğurmasının ve o çocuğun sütten kesilmesinin alacağı zamana tekabül eder. Bu yüzden aşkın deliliği, genlerin bir nesilden ötekine, hayatta kalmasını sağlama alacak kadar uzun sürer.

Bu açıdan bakıldığında, insan davranışlarının tümü aniden mantıklı gelmeye başlar. Örneğin baştan aşağı uygunsuz bir adamı,  aşkın büyüsüyle o adamdan ayrılmanın imkânsız olduğunu hissettiği için bırakamayan bir kadın, hayatını müzmin bir bekâr olarak geçiren ama sonra kendini birdenbire ve çaresizce sırılsıklam âşık hâlde bulan bir adam, evliliği yedi yıl kaşıntısının* tehdidi altında olan kendini adamış bir koca… Bu insanların her biri, genlerinin bir sonraki nesle güvenli bir şekilde aktarılmasını garanti altına alma tasarısında olan geçici bir ruhsal hastalığın acısını çeker.

Aşkın bir ruhsal hastalık olduğu önermesi açık ve aydınlatıcıdır. Ayrıca bu önermeye modern zamanlarda pek önem verilmemiştir. Bu önerme, erkeklerin ve kadınların neden alışık oldukları şekilde davrandıklarına dair çok şey açıklayabilir. Gerçekten sarsıcı ve beklenmedik bir cevap verir, fazlasıyla tartışmalı olan bir soruya: Aşk nedir?

Aşk Hastası kitabının “Uyuyan Ateş” isimli bölümünden bir kesit**

Sevgi, birçok biçimde var olabilir ancak sevginin, yazılı tarihin başlangıcından beri insanoğlunun aklını almış gibi görünen bir tezahürü vardır. Bu, iki insanın birbirlerine âşık olduklarında paylaştıkları, günümüzde tutkulu ya da romantik aşk olarak tanımlanan sevgidir. Bu bağlamda, aşkın insan ilişkilerinde özel bir yeri vardır. Aşk her daim, herkesin aklını meşgul etmiştir ve etmeye de devam eder. İnsan mevcudiyetini nitelendiren pek çok varoluş hâlinin arasında “âşık olma” hâli, en gizemli olanıymış gibi gözükür. Bu, eşsiz ve bazen de anlaşılmaz bir deneyimdir. Çok farklı kültürler, bin yılı aşkın süredir aşkı anlamaya çalışmış, bunu da en açık şekilde şiirler ve şarkılar yoluyla yapmıştır. Biz bu sanatsal ifade biçimlerinde tekrar tekrar “Neden böyle hissediyorum?”, “Bana neler oluyor?” ve daha açık olarak “aşk nedir?” gibi sorularla karşılaşırız. Dolayısıyla zihnimizin aşkla meşgul olması, aşkın doğasına yönelik bir sorgulamayı da yansıtır. İlham Perileri***, bilimsel bir kanıt olamayacaktır ancak yine de bir çeşit delil olarak nitelendirilebilecek içebakışçı, gözlemsel ve engin bir bilgi birikimini kontrol ederek bize bu sorgulamamızda yardımcı olurlar. İnsanoğlu, düşüncelerini yazı yoluyla kayıt altına almaya başlar başlamaz çoğu aşkın sebebi, deneyimi ve sonuçları hakkındaki “halk” psikolojisinin kaynak kütüphanesini derlemeye başladı.

Aşk teması üzerine olan sanatsal eserlerin yüzeysel bir incelemesi bile çarpıcı bir ikilem açığa çıkarır. Aşk, nadiren bütünüyle hoş bir deneyim olarak tanımlanır. Aşk, görünürde birbirine uymayan ve kontrol edilemeyen duygudurumlarının bir karışımıdır. Bireyler, âşıkken hazzın ve acının, sevincin ve kederin, coşkunluğun ve hayal kırıklığının sıra dışı bir kombinasyonunu tarif eder. Aşk bir yolcu aracına benzer ve bu aracın, arasında sefer yaptığı yalnızca iki durak vardır: cennet ve cehennem.

Bu duygusal kıyametin etkisi ise genellikle oldukça derindir. Aşk, insanların nasıl düşündüklerini ve nasıl davrandıklarını değiştirir. Üstelik bu değişimler, zihinsel dengesizliğin genel izlenimiyle sıklıkla bağdaştırılır. İnsanlar kendilerini daha “kontrolsüz” ve daha istikrarsız hisseder, mantıklı kararlar almaya daha az eğilim gösterirler.

Ayrıca aşk, çok çeşitli fiziksel “semptomlar” ile de bağdaştırılır. Âşıklar genellikle ateşli, solgun, uyuyamayan ve yemek yiyemeyen bir şekilde tasvir edilirler. Bu yüzden insanlar, aşk hakkında yazdıkları süre boyunca aşkı, bir hastalık olarak tanımlamışlardır. Aslında hastalık ya da rahatsızlık metaforu, çağlar boyunca aşk şiir ve şarkılarının en istikrarlı özelliklerinden biri olmuştur. “Aşk nedir?” sorusuna birçok cevap vardır fakat “bir tür hastalık”, hatrı sayılır bir sıklıkla zihinlerde devamlı beliren bir cevaptır.

Böyle bir cevap alaycı, güldürücü ya da absürt gibi çeşitli ölçülerde incelenebilir. Elbette bu, pek çoklarının ciddiye almayacağı bir cevaptır. Fakat tıp mesleğinin bin yılı aşkın bir süre boyunca kabul etmeye istekli olduğu ve -modern bilimsel teorilerin bağlamına dair düzgün bir değerlendirme verilirse- şaşırtıcı bir şekilde doğruluğu kanıtlanabilecek bir cevaptır da. Aslında aşkın bir tür hastalık olduğunu söyleyen bu cevap, kendi içinde, neden âşık olduğumuza ve aşkı neden alışık olduğumuz şekilde deneyimlediğimize dair çok açıklayıcı bazı ipuçları da barındırır.

Görebildiğimiz gibi hastalık metaforu, oldukça aydınlatıcıdır. Eğer onun ince mantığı tarafından yönlendirilirsek, aşk hakkında birtakım soruları cevaplayabiliriz. Örneğin erkekler, neden kadınlardan daha fazla aşık olurlar? Kadınlar neden aşka bağımlı hâle gelmeye erkeklerden daha yatkındır? Neden tüm âşıklar eşlerini -en azından bir süreliğine- gerçekte nasıl göründüklerini aldırmaksızın güzel görürler?  İnsanlar, âşıkken daha önce hiç yazmasalar bile neden aşk şiiri yazmak isterler? Gönül yarası neden bu kadar acı vericidir? Şiddetli ve tutkulu aşklar neden nadiren son bulur? Bunlar ve aşk hakkında birçok önemli soru, güçlük çekmeden yanıtlanabilir.

Ek olarak hastalık metaforu, bizim aşkı nasıl yorumladığımıza dair çok önemli bir şeyi açığa çıkarır: Bu metafor, bin yıldır, aşk ve delilik arasında varlığını sürdüren benzerlikleri vurgulamak için kullanılmıştır. Metafor, bu açıdan o kadar başarılı olmuştur ki o iki kavramı birbirinden ayırmak bize artık zor gelir. Bu yüzden, aşkın özü için sıkça kullanılan çağdaş “içtenlik, çılgınlık, derinlik” cümlesindeki çılgınlık, en az içtenlik ve derinlik kadar önemli bir gösterge olmalıdır. Biz aşkın mantıklı olmasını değil; korkusuz, karşı konulamaz, ihtiyatsız ve öngörülemez olmasını istiyoruz.

Fakat bu mirasın sonuçları nedir? Bizim samimi bir ilişki kurma şeklimizi nasıl etkilemiştir? Bu ilişkilerin kalitesi üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?

Filozof Bertrand Russell ve mevcut Dalay Lama gibi bazı bilgeler, mutluluğu mantıksal bir amaç olarak tanımlamışlardır. Dahası onlara göre mutluluk, en iyi şekilde mantıksal bir yol haritasını izleyerek elde edilir. Belirli bir işi sırf iyi bir ödeme yaptığı için seçebiliriz ya da ortak ilgi alanları sebebiyle faydalı bir arkadaşlık kurabiliriz. Tercihler gerekçelendirilebilir ancak gönül meselelerinde, gururlu bir şekilde mantıktan büsbütün vazgeçeriz. Sapkın bir şekilde, anlamlı ve samimi bir ilişkinin oluşmasının mutluluk için elzem olduğunu düşünürüz fakat aynı zamanda akılcılığı reddederiz çünkü o, “romantik” değildir. Bu nedenle duygusuz kadınlar ve yakışıklı alçak herifler, romantik edebiyatın esas unsurları hâline gelmiştir. Aşk Tanrısı’nın, oklarını emsalsiz bir kayıtsızlıkla indiren, berbat bir çöpçatan olduğunun bir kanıtıdır bu.

Aşkın deliliği, insanlık hâlinin bir parçası olabilir. Kaçınılmaz bir şeydir ancak onun gücünü kabullenmek, aşamalarını anlamak ve zihin üzerindeki etkisinin farkında olmak, çoğunlukla inatçı romantikler tarafından övülen eziyete ve ıstıraba karşı bize biraz olsun koruma sağlayabilir.

Aşk bir tür hastalık olarak yorumlanıyorsa onun tedavisi de olabilir mi? Ya da sevmenin daha tatmin edici, dayanıklı ve daha az tasalı yolları var mıdır? Delice sevmeye meyilli olsak da belki de akıllıca sevmenin ihtimalini de düşünmeliyiz. Tekrardan, hastalık metaforu, -tedavilerin varlığını da kapsayarak-, son derece aydınlatıcı ve kullanışlı olabilir.

Akıllıca sevmek neyi gerektirirdi? Aşk hastalığı, aşk sağlığına nasıl dönüştürülebilir? Bunlar da cevabını bulabileceğimiz sorulardır.

Hastalık metaforunun, bizim aşk hakkındaki inançlarımızı ne dereceye kadar şekillendirdiğini etraflıca değerlendirmek için, ilk olarak, onun antik ve klasik dünyanın ilk yazılı eserlerinde nasıl kullanıldığını incelemek faydalı olacaktır. aşk, büyük ölçüde fiziksel belirtileri sebebiyle hızlı bir şekilde hastalıkla özdeşleştirilmiştir ancak temel nokta zamanla, fizikselden psikolojiğe dönüşmüştür. Bu yüzden klasik uygarlıklar geliştikçe hastalık metaforu da daha özgünce kullanılmıştır. Şairler, aşkın herhangi bir hastalığa benzemediğini, daha ziyade belirli bir tür hastalığa yani ruhsal hastalığa benzediğini fark etmişlerdir. İlk uygarlıkların aşınmış papirüs ve çömlek parçalarının üzerinde bile aşk, delilikle ilişkilendiriliyordu.

Çevirmen Notları:

*(İng. the seven-year itch). Bu kavram, bir evlilikteki ya da uzun dönemli romantik bir ilişkideki mutluluğun yaklaşık yedi yıl sonra zayıfladığına yönelik bir inanışı ifade eder. (Ç.N.)

**Kitabın ve ilk bölümün orijinal isimleri sırasıyla “Love Sick” ve “Latent Fire” olmaktadır. Söz konusu kitap Dr. Frank Tallis tarafından yazılmıştır. (Ç.N.)

***(İng. The Muses). Burada muhtemelen Antik Yunan mitolojisindeki İlham Perilerine bir gönderme var. Bu periler edebiyatın, bilimin ve sanatın esinlendirici tanrıçalarıydı. Aşkın şiir ve şarkılarla açıklanmaya çalışıldığı düşünülünce, bu perilerin de o açıklamalara ilham olduğu anlaşılabilir. (Ç.N.)

Çeviri: Ufuk Altunbaş
Editör: Başak Tufan

Kaynakça:
Tallis, F. (2017). Is Love a Mental Illness? Erişim adresi: https://www.franktallis.com/2017/12/02/is-love-a-mental-illness/

Görseller: (Kapak)

YAZAR BİLGİSİ
Ufuk Altunbaş
Ufuk ALTUNBAŞ 2002 yılında İstanbul'da doğdu. 2020 yılında Sabancı 50. Yıl Anadolu Lisesi'nden mezun olan Ufuk, Ege Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü birinci sınıf öğrencisi olarak eğitim-öğretim hayatına devam etmektedir. Aslen Sivaslı olup şu an İstanbul'da ikamet etmektedir. MozartCultures'ta 2018 yılından beri başta televizyon/sinema ve kültür/sanat olmak üzere çeşitli konularda çeviri yapmaktadır. İlgi alanları arasında kültürler tarihi, fantezi ve bilim kurgu edebiyatı, Britanya uygarlığı yer almaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.