Dünyada ve Türkiye’de Çevre Hareketi

Dünyada ve Türkiye’de Çevre Hareketi

Giriş

1970 yılında Dünya Günü ardından çevreci hareketin filizlenmesi ile birlikte çevre konuları kendine ulusal bir münazara ortamı bulmuş ve 22 Nisan Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaya başlamıştır (Hannigan, 2006, ss. 31). 1972 yılında İtalya’da Roma Derneği’nin öncülük ettiği Büyümenin Sınırları adlı rapor yayımlanmıştır. Bu rapor, ekonomik büyümenin sonucunda yaşanan çevre sorunlarının doğal yaşamı tehdit ettiği yönünde bir uyarı niteliği taşımaktadır (Giddens, 2013, ss. 993- 994). 1987 yılında BM’nin öncülüğünde hazırlanan Ortak Geleceğimiz raporu, doğal kaynakların sürdürülebilir bir devamlılığı olmadığı ve her geçen gün artan nüfusun ihtiyaçlarına cevap verebilecek konumda olmadığını söylemektedir (994- 995). Sürdürülebilir kalkınmanın pratiğe dökülmesi için nüfusun büyümesinin kontrol altına alınması, kaynakların sınırlı kullanımı ve katı atıkların geri dönüştürülebilir sahalara bırakılması gibi çevrenin bozulmasını önleyici uygulamalar önerilmektedir (Macionis, 2012, ss. 592-593). Bu gelişmeler çevre konularının uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır.

Dünyada Çevre Hareketinin Dönüşümü

Çevre hareketinin gelişmesinde önemli rol oynayan toplumsal hareketlere bakıldığı zaman eski toplumsal hareketlerin, klasik Marksist doktrine dayanan sınıf çatışması sonucunda gerçekleşecek olan düzen değişiminden etkilendiği söylenebilir. 1960’lar ile birlikte 68 hareketi içerisinde vuku bulan yeni toplumsal hareketler ise kültürel değişim isteğinden doğan merkezsizleşmiş ve çoğulcu hareketlerdir. Statükonun getirdiği ikili yapıların ve otoritelerin karar alıcı tekelinin yıkılması, halkın öz yönetim hakkına sahip olması, farklı etnik ve cinsel kimliklerin görünür olması gibi kültür ve etik odaklı mücadeleler verilmektedir. Eski solun düzen değişiminin getireceği sınıfsız toplum istenci yeni solda kültürel değişimlerin getireceği öz yönetim hakkına evrilmiştir (Eryılmaz, 2019, ss. 235-242).

Korumacılık ve doğa korumacılık ayrımında korumacılık anlayışı; doğayı doğal hali ile korumayı amaçlarken doğa korumacılık anlayışı, canlı veya cansız fark etmeksizin tüm kaynakları doğal dengeyi bozmayacak şekilde kullanmayı amaçlamaktadır. Ancak bu iki anlayışın da şirketlerin çıkarlarını gözetmeleri dolayısıyla doğayı merkeze almaktan öte ekonomik kârı merkeze alan ve yüksek zümrenin ayrıcalıklı konumunu daha fazla meşrulaştıran bir tutumu olduğu söylenebilir (Roussopoulos, 2017, ss. 19).

Çevreci Gruplar Ve Örgütlenmeler

 1960’lı yıllarda doğa korumacı perspektiften evrilen doğacılık hareketi, Sierra Club ve ardından kampçı ve avcı yapıda olmak üzere bazı örgütlenmeler ile Kuzey Amerika’da doğacılık adı altında politika üreticisi haline gelmiştir. Temel hareket noktaları doğa harikalarını koruyarak sit alanı üreten politikalara destek verip kapitalist şirketlerin bundan pay sağlamasına yardımcı olmaktır (61-62).

Lobici örgütlenme türü olan çevrecilik; Greenpeace, Sierra Club ve Friends of The Earth gibi gruplar ile temsil edilmekte ve çevre sorunlarına karşı yapıcı olmayan eleştiriler sunmaktadır. Lobici örgütlenme türü olan çevrecilik ise çevre sorunlarına karşı mikro yaklaşımlar sergileyerek daha lokal ve sorunları çözmek adına yapıcı olmayan eleştiriler sunmaktadır. Bu yapılanmaların temel idealleri, iktidar seçkinlerinden yardım fonu almak ve bu yardımın sürekliliğini sağlamak olduğu için çevre sorunlarının faili olan iktidarlara yönelik radikal eleştiriler sunmamaktadırlar (63).

Çevreci popülist gruplar da lobici gruplara benzer şekilde bulundukları yerel bölgenin kalkınması adına şirketlerden görecekleri maddi desteğin devamlılığını sağlamak için çevrecilik anlayışlarını daha mikro ve aktivist biçimde sürdürmektedir (64-65).

Sağ kanatta yer alan eko-muhafazakarlara göre, kır yaşamına duyulan özlemin nedeni geleneksel değerlerin kır yaşamında yattığı ve bu değerlere karşı koruma anlayışının kutsallaştırılması gerektiğidir. Bu nedenle geleneksel değerleri koruyabilmek için “sanayi öncesi topluma”, yani köylere geri dönülmelidir (Heywood, 2011, ss. 273-274).

Derin ekoloji anlayışına gör, insan doğayı düzenlemek ve doğayı bir kalıba sokmak yerine ona uyum sağlamalıdır. Bu anlayış için nüfus artışının durdurulması ve doğal kaynakların kaynak olarak görülmemesi; doğanın kendi kendisi için var olduğunu kabul etmekten geçen bir farkındalıktır (Roussopoulos, 2017, ss. 65-66).

Kendi içinde yeterlilik ilkesini barındıran ve yerel federe örgütlenmelerin bir bütün olarak çevre konfederasyonlarını oluşturacağını söyleyen biyo-bölgeselcilik, ekonomik ve siyasal anlamda her birimin kendisinden sorumlu olduğu bir düzen önerisi getirmektedir (66-68). Biyo-bölgeselci anlayışa göre adem-i merkeziyetçi yapılar olan yerel federeler ulus devlet mantığını alaşağı ederek toplumların kendi imkanları kadar yaşamayı öğreneceğini ve bundan dolayı müşterek bir yaşamın hakim olacağını söylemektedir (Reclus, 2016). Her bölge kendi kaynaklarına göre bir yaşam organize edeceği için kimse daha fazlasını talep etmeyecek ve böylelikle yaşam, “sürdürebilir olgunluğa” erişmiş olacaktır (Roussopoulos, 2017, ss. 66-68).

Ekofeministlere göre doğanın zarar görmesi ve çevre sorunlarının ortaya çıkmasının sorumlusu erkektir. “Kadınlar, doğaları gereği iş birlikçi ve yumuşak tutumlu” olmalarından dolayı doğanın özellikleri ile bütünleşmiştir. Ancak erkekler, kültürün ürünü olmalarından ötürü rekabet ve hırsa odaklanarak kadınları doğalarından uzaklaştırıp kültürün bir parçası haline getirmiştir. Kadınlar, erkekler tarafından doğal süreçlerini yaşamaktan alıkonulmuş ve bu sebeple doğanın dengesi bozulmuştur (Heywood, 2011, ss. 277-278).

Sanayi kapitalizminin sınıf çatışmasının yanında çevre sorunlarını da ortaya çıkardığını söyleyen eko-sosyalizme göre ise ekolojik sorunların çözümü sosyalist devrimin gerçekleşmesi ile bağlantılıdır. Böylelikle farklı bir ekonomik örgütlenmeye gerek kalmadan, üretimdeki emek-değer ayrımının eşitsiz bölüşümü sosyalizm lehine çözülecek ve doğanın sömürülmesi de engellenmiş olacaktır (274-275).

Bookchin’in Çevre Anlayışı

Çevre sorunlarını toplumsal sorunlarla entegre ederek incelemeyi öneren Murray Bookchin, ekolojik sorunların temelinde “hiyerarşi, sömürü ve tahakküm” gibi insanın üretimlerinin bulunduğunu söylemekte ve insanı birinci doğanın içinden çıkan kültürel bir varlık olarak tanımlamaktadır. İnsanlar içinden çıktıkları birinci doğayı insani faaliyetler ile tahakküm altına almıştır. Birinci doğa ve ikinci doğa (toplumsal yaşam) birbirinden ayrı olmadığı için örgütlü hale gelmelidir.

Bookchin çözüm olarak, adem-i merkeziyetçi yerel yönetimlerin (mahalle, köy, kasaba) ortaya çıkması ve bu yönetimlerin kendi yerellikleri içerisinde eşit imkanlara sahip olması gerektiğini öne sürmektedir. Merkezdeki hiyerarşik yönetimlerin kırılması ve yerel belediyelerin mahalle konseylerine dönüşerek halkın sözcüsü olarak birleşmeleri, toplumsal ekoloji anlayışının pratikteki tezahürüdür. Böylelikle kadın-erkek, genç-yaşlı, insan-doğa gibi hiyerarşik düaliteler kırılacak ve güç tamamen tabana geçerek merkezsiz hale gelecektir (Roussopoulos, 2017, ss. 86-93).

Türkiye’de Çevre Hareketi

Türkiye’de çevre hareketi 1980’ler ile birlikte ortaya çıkmaya başlamış ve başlangıcında katılımcı baskı grubu özelliği göstermiştir. 2000’ler ile birlikte kamu yararına lobi, katılımcı protesto örgütü ve profesyonel protesto örgütü niteliğini almaya başlayan çevre hareketinin neoliberal politikalar ile birlikte ortaya çıkan profesyonelleşmeden etkilendiği söylenebilmektedir. Türkiye’de çevre örgütlerinin yapılanma sürecinde izlediği yol, ulusaldan yerele doğru olmuş ve Batı’da yerelden ulusala giden çevre hareketi özelliğinden farklılaşmıştır.

Türkiye’de çevre hareketi içerisinde lobicilik faaliyetlerine örnek olarak Tema Vakfı, katılımcı baskı grubuna örnek olarak Doğal Hayatı Koruma Derneği, profesyonel protesto örgütü olan Greenpeace Akdeniz özelleşme ve profesyonelleşme kapsamındaki çevre hareketlerine örnek gösterilebilir. Bunun yanında yerelde katılımcı protesto örgütüne örnek olarak HES karşıtı örgütler, Yeşil Artvin Derneği, Aksu Deresi Koruma Birliği, Derelerin Kardeşliği Platformu örnek gösterilebilir. Türkiye’de yerelde tezahür eden çevre örgütlenmesi çoğunlukla yaşam alanı mücadelesi niteliğinde doğayı koruma amacı taşımaktadır (Eryılmaz, 2018).

Şirketleşen Çevreci Gruplar

Lobi faaliyetleri ise çoğunlukla şirketlerden veya idari yönetimlerden fon sağlamak adına şirketler ile iş birliği içerisine girmeyi tercih etmektedir. Bu tutum, lobici vakıfların çevresel sorunlara karşı örgütlenmek yerine çevrecilik adı altında devamlılık sağladığı şirketlerinin maddi çıkarlarını gözettiklerini ortaya koymaktadır. Esasında, fon yardımı aldıkları şirket veya idari kuruluşların çıkarlarına ters düşen çevre sorunlarına karşı bir aktivite de düzenlememektedirler. Yapılanmaları içerisinde maaşlı çalışanları mevcuttur ve topladıkları fonlarla maaşlı çalışanlarının maaşını ödemektedirler. Profesyonel protesto örgütü de lobici çevre gruplarına benzemektedir.

Fon konusunda web sitelerinden bağış toplarlar ve her türlü fonu kabul ederler. Profesyonel şirket yapısı içerisinde uzman kategorisinde çalışan istihdam etmektedirler.  Çoğunlukla bu uzmanlar, iletişim bilimlerinden mezun bireyler olarak saha araştırmalarında görev alırlar. Çevre sorunlarına karşı medyada kamuoyu oluşturmayı tercih ederek kendilerine destek aramaktadırlar. Ancak, sahadaki gösterileri ve protestolarına halkın dahil olmasını istememekte sadece sosyal medya hesaplarında yaptıkları aktivitelerin kitlelerce destek bulmasını talep etmektedirler. Kendi içinde elitist bir örgütlenme güden profesyonel protesto örgütleri, çevre sorunlarına karşı duyarsız değildir ve sosyal medya üzerinden dikkat çekmek çevre bilinci oluşturma çabası gütmektedir. Nitekim, kendi içinde popülist söylemler taşıdığını belirtmek gerekmektedir (Eryılmaz, 2018).

Katılımcı Yerel Protesto Örgütleri

Türkiye’de çevre hareketi içerisinde 2000’ler ile birlikte filizlenmeye başlayan katılımcı yerel protesto örgütleri, çoğunlukla yerel halkların yaşadıkları bölgeyi koruma güdüsünden dolayı ortaya çıkmıştır (Eryılmaz, 2018). Özellikle Karadeniz bölgesinde ortaya çıkan Yeşil Artvin Derneği, Aksu Deresi Koruma Birliği ve Derelerin Kardeşliği adlı örgütlenmeler, bölgedeki yapılaşmaya karşı hem bir mücadele hem de yerellerin kendi bölgelerini savunabilmeleri için bir direniş imkanı ortaya çıkarmıştır. Aksu Deresi Koruma Birliği’nin diğer iki dernekten biraz daha farklı olduğu söylenebilmektedir. Dernek, Düzce civarlarında bölgedeki köylerin birleşerek yapılacak olan HES projesine karşı olmaları dolayısıyla oluşmuştur. HES karşıtı görüşlerini ve protestolarını sunarken pasif direniş örneği göstermeleri ve Tarım Orman Bakanlığı ile görüşme gerçekleştirerek sorunlarını iletişim yoluyla çözmeyi tercih etmeleri ılımlı duruşta olduklarını göstermektedir.

Bu nedenle Yeşil Artvin ve Derelerin Kardeşliği platformunda görüldüğü gibi katılımcı protesto örgütü özelliğini öne çıkarmaktan ziyade lobici yaklaşım göstermektedirler. Yeşil Artvin Derneğinin orta sınıf, kentli, eğitim sermayesi yüksek kişilerden oluşan bir kuruluş serüveni olduğu söylenebilmektedir. Bu dernek, yerel halkı bilinçlendirerek biyo-bölgesel bilinç oluşturmak amacı gütmekte ve HES karşıtı olmaktan ötede, bölgedeki halkların kendi topraklarını savunmaları gerektiğini ifade etmektedir.  Bu dernek içerisinde katılım gösteren halk bölgesel kararlara aktif olarak katılmakta, yaşam alanları ve ekonomik geçim kaynakları olan doğayı korumayı hedeflemektedir. Derelerin Kardeşliği Platformu ise, Karadeniz’in kıyı şeridinde yerel ve bölgesel özellik gösteren bir örgütlenme modelini ifade etmektedir. Halk hem yerel hem bölgesel olarak birleşip HES projelerine karşıt bir tavır almaktadır. Halk, yerel konseylerde çevre ile ilgili karar alıcı süreçlere dahil olmakta ve gerektiğinde aktif eylemde bulunmaktan çekinmemektedir (Eryılmaz, 2017).

Sonuç

Dünyada ve Türkiye’de çevre hareketinin dönüşümü birbirinden farklıdır. Batı’da çoğunlukla yerelden başlayıp lobileşen ve profesyonelleşen hareketler görülürken Türkiye’de lobici ve profesyonel örgütlerin başlangıçta etkin rol oynadığı görülmektedir.

Yazar: Dilara Aydın
Editör:
Başak Tufan

Kaynakça:

  • Eryılmaz, Ç. (2017). Hes Karşıtı Hareketin Çeşitliliği: Karadeniz Bölgesi Örnekleri. https://www.academia.edu/download/62170050/Eryilmaz__Cagri._2018._HES_Karsiti_Hareketin_Cesitliligi-_Karadeniz_Bolgesi_Ornekleri.pdf (Erişim Tarihi: 23.06.2021).
  • Eryılmaz, Ç. (2018). Türkiye’de Çevreci Örgütlerin Dönüşümü: Merkezi Profesyonel LobiciÖrgütler ve Yerelde Gönüllü Protestocular. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 73(1), 49-76.
  • Eryılmaz. Ç. (2019). ‘’68 Hareketi ve yeni toplumsal hareketler: modern çevre hareketinin doğuşu.”(Ed.: Bilgin. A), 68’e Bugünden Bakmak, Ankara: Ütopya Yayınevi, 230-258.
  • Giddens, A. (2012). Sosyoloji, İstanbul: Kırmızı Yayınları.
  • Hannigan. J. (2006). Environmental Sociology. Londra: Routledge.
  • Heywood., A., (2011). Siyasi İdeolojiler. Ankara: Liberte Yayın Grubu
  • Macionis., J. J. (2012). Sosyoloji., Ankara: Nobel Yayın
  • Reclus. E. (2016). Vegan ve Anarşi. (Çev: A. Karaduman). Kadıköy: Altıkırkbeş Yayın.
  • Roussopoulos. D. (2017). Politik Ekoloji. İstanbul: Sümer Yayıncılık

Görsel Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Dilara Aydın
Dilara Aydın, 1998 yılında İzmir'de doğdu. 2016 yılında Namık Kemal Üniversitesi Sosyoloji Lisans programından mezun oldu. Bakırçay Üniversitesinde yüksek lisansına devam ediyor. Doğayı ve yolda olmayı seven gezgin ruhlu biri. Sosyoloji, felsefe, yeni medya ve sanatın her alanına bir şekilde tesir etmekten keyif duyar. Sosyoloji ve yeni medya alanında kendisini geliştirmek isteyen Dilara, MozartCultures ekibinde yazar olarak yer alıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.