Foucault’da İktidar, Özne ve Kendilik Pratiği

Foucault’da İktidar, Özne ve Kendilik Pratiği

Yirminci yüzyıl filozofu olan Foucault, Hobbes ile başlayan modern devlet kavramının oluşum aşamasını, iktidar kavramının tanımından hareketle oluşturur. İktidarın kullandığı teknikleri ve iktidarın bireyi özne yapma çabasını eleştiri konusu haline getirir. Modern devlet kavramının oluştuğu ilk zamanlardan kendi yaşamış olduğu, totalitarizmin hüküm sürdüğü çağlara kadar süregelen iktidar kavramının nasıl dönüştüğünü irdeler. İnsanların iktidar erkiyle olan ilişki biçimlerini, başka deyişle onların iktidarlara hangi şekilde tabi olduklarını inceler. Çoğu düşünürün aksine iktidar kavramı Foucault için tamamen olumsuz sıfatlarla bezeli anlamlara sahip değildir. Bu kavramın yalnızca politik yanıyla insanların üzerinde etki bıraktığını söylemek de doğru değildir. İktidar denilen geniş kapsamlı yapı, hayatın her alanında, her ilişki biçiminde varlığını gösterir ve bir ağ gibi farklı ilişki biçimlerinin arasında bağlantı kurar. İktidar, toplum üzerinde açıktan yürütülen bir efendi-köle diyalektiğine sahip değildir. Zira bu tarz bir yapıya sahip olması durumunda, iktidar ilişkileri içerisinde yalnızca tahakküm barındırıyor ve özgürlüğün imkanını bireylere ve bireylerden oluşan topluma sunamıyor olurdu. Oysa Foucault’un temellendirdiği üzere iktidar ilişkisi, ancak özgürlüğün olduğu yerde var olabilir. Birbiriyle taban tabana zıt gibi görünen bu kavramlar Foucault’un perspektifinden bakıldığında, birbirinin ardılı ve öncülü olma niteliğini taşır. Özgürlük, tıpkı egemenlik gibi tamamıyla bu dünyaya ve insana özeldir. İktidarla iç içedir. Bu nedenle iktidar, özgürlüğü ya da öznenin kendisini yok etme amacı gütmez. Onlara şekil verip yine onlarla beraber işlemek ve varlığını devam ettirmek ister. Birbirlerinin dolayımında etkili hale gelen bu iki kavram, içinde birtakım antinomiler de barındırır. Örneğin Foucault’a göre, hem bir özne hem de özgür olduğunu ifade ettiğin an iktidara en tabi olduğun ve onun tarafından en sıkı zincirlere vurulduğun andır. 

İktidar, özneyi yönetilmesi daha kolay hale gelene kadar bölerek onu nesne haline getirmeye çalışır. Böylece özne, iktidar için kolay işlenerek ve eğitilerek ideal bir nesne haline gelmiş olur. İktidar, özneleri nesneleştirerek toplum içerisinde hasta-sağlıklı, akıllı-deli, kadın-erkek, genç-yaşlı gibi ikilikler oluşturur ve bu ikilikleri kendi egemenliğini kuvvetlendirmek, toplumdaki varlık kümelerini stabil bağlarla güçlü tutabilmek adına kullanır. Foucault, bu doğrultuda pastoral iktidar kavramına ışık tutar. Pastoral iktidar kavramıyla modern devlet denetiminin tanımını yapar. Bu tarzdaki iktidarın amacı, bir çoban misali toplumu işletmek ve onu yönetmektir. Bunu yaparken de insanların hayatına egemen olan kuvvetin yararına olabilecek düzenlemelerle belirli mekanlar, yapılar dahil eder. Örneğin insanları nesneleştirme amacına hizmet ederek onları kategorilere ayıran ve fişleyen en önemli kurumlar hapishaneler, akıl merkezleri, rehabilitasyon merkezleri gibi yerlerdir. Hapishaneler, fabrikalar ve akıl hastaneleri gibi kurumlar, bireyi stabil hâle getirip yönetim erki tarafından yaratılmak istenen örnek topluma göre sistematize eder. Biyo-iktidar kavramı da buradan doğar. Biyo-iktidarda, insan bedenini disipline etme, ekonomik denetim aracı haline getirme misyonu vardır ve bu nedenle biyo-iktidar kapitalizm için ayrıcalıklı bir uygulamadır. Biyo-iktidarın yansımaları fabrikalarda, akıl hastanelerinde ve cezaevleri gibi kurumlarda sıkça görülür. Fabrikalar bireyi kapitalist çarka çekmeye çalışarak sürekli üretime dahil eder; hastaneler akıl hastalarını, hapishane yönetimleri ise suçluları ıslah ederek topluma yeniden kazandırma ve ona neyin normal olduğunu hatırlatma amacını taşır. Bu çizilen “normallik” sınırları içerisinde de insanın gitgide kendine uzaklaştığı ve kendini var edemediği gerçeği gün yüzüne çıkar. Özne bu sistemde yalnızca iktidarın aracı konumundadır, varlığını dışarıdan dayatmalara ve zorla kabul ettirilen düşüncelere dayandırır ve kendine özgü özelliklerini, imkânlarını göremez hale gelir. 

Foucault, özneye yönetici sınıf tarafından takılan bu maskeden arınmanın çaresini ‘’kendilik pratikleri’’ dediği şeyi geliştirmede bulur. Bu pratiklerin kökenleri de tarihe uzanır çünkü örnek verilen antik dönemlerde henüz insan üzerine kurulmuş bir tahakküm ilişkisi yoktur ve insanın kendiliğini kurması çok daha olanaklı haldedir. Oysa dönüp kendi çağımıza baktığımızda ve iktidarın istediği kalifiye topluma hizmet eden akıl hastanelerini, hapishaneleri göz önünde bulundurduğumuzda kendini gerçekleştirmenin ve var etmenin ne denli zorluklarla ve dıştan gelen fikri baskılarla çevrili olduğu görülür. Özne gerek toplum gerekse iktidar ağları tarafından öğretilmiş, zihnine nakşedilmiş bilgilerle doludur. Bir hakikatten ziyade, yaratılmış illüzyon içinde yaşamaktadır. Bu hakikat insandan uzaklaştıkça öznenin kendilik imkanları da ondan uzaklaşır.  Kişi, olanaklarına ve öz kapasitesine yabancılaşır. Kendilik pratiği, bireyin bu noktaya gelmemesi adına bir duraksama noktası, benlik bilincidir. 

Yazar: Didem Arzu Özay
Editör: Fuad Eren

 

Kaynakça

  • Foucault, M. (2014). Özne ve İktidar. Ergüden, I. & Akınhay, O. (çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Görsel Kaynakça

ETİKETLER: , , ,
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.