Rus Edebiyatı öldü mü?

31.07.2019
Rus Edebiyatı öldü mü?

Dostoyevski ve Tolstoy’un toprakları kitapseverlerin aklında nasıl ikinci plana düştü?
Ocak ayında Rus yazınının erdemlerinin gösterileceği bir dizi halka açık etkinlik ve projenin yer alacağı “Edebiyat Yılı” açılışında konuşan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, misyonunun ülkesindeki yazarların “dünyada prestij ve etkilerini” yükseltmek olduğunu belirtti. Lev Tolstoy ve Boris Pasternak’a dayanan Amerikalı okur nesli böyle bir uyanışta bir umut görebilir: zira onlar kitaplarda keşfettikleri o büyülü ülkeye – bir kokteyl çalkalayıcısının içindeki buz küpleri gibi karakterleri takla attırmaya zorlayan tutku ve trajedilerden biri olan Rusya’ya geri dönmek istiyorlar. Bununla birlikte, Nataşa Rostova ve Yuri Jivago nostaljik olsa da bu okurlar bir tane modern Rus yazarı adı vermekte zorlanabilir.
Amerika’da gerçekten bir sansasyona neden olan son Rus romanı, 1958 yılında Pasternak Nobel ödülünü almadan önce yayımlanan Doktor Jivago’ydu. Benzer bir üne kavuşan, kurgusal olmayan en yeni kitap ise Aleksandr Soljenitsın’ın 1973 yılında Batı’da yayımlanan Gulag Takımadaları eseriydi. O zamandan beri hiçbir Rus yazar Amerika’da şöhret patlaması keyfine nail olamadı.
Çağdaş Rus edebiyatının tercüme edilmesi ve tanıtılması için hatırı sayılır çabalar sürse de bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde İngilizceye tercüme edilen kitapların yalnızca %4.6’sı Rusça yazılmış kitaplardır, bu sayı Fransızca, İspanyolca ve Almanca yazılmış ve İngilizceye çevrilmiş kitap sayılarının çok gerisindedir. Katıldığı bir radyo röportajında konuşan Rusya’nın önde gelen çağdaş edebiyat eleştirmenlerinden biri olan ve Pasternak’ın biyografisini yazan Dimitri Bıkov “Bugün Rusya’da harika kitaplar yazılmaya devam ediyor ancak yeterince tercüme edilmiyor” dedi.
Putin biyografisi yazarı ve gazeteci Maşa Gessen ise bu görüşe katılmayarak uluslararası ilginin kısıtlı olmasının sebebi olarak modern Rus yazarlarının dünya standartlarında eser üretmediklerini gösterdi. Gessen, Rus edebiyatı “o kadar popüler değil çünkü okunacak çok az şey var” diyor. Rusya’nın “genel kültürel yozlaşması edebiyatı diğer kültürel üretimlerden çok daha fazla etkiledi” şeklinde devam ediyor. Rochester Üniversitesi’nde bulunan Three Percent tercüme projesindense daha ayrıntılı bir açıklama geldi: sebep “Amerika’daki zayıf dağıtım ağları”. Ancak 2014’ün sonlarında çalışmalarını askıya alacağını açıklayan ünlü yayın evi Glas’ın sahibi Nataşa Perova Amerikan pazarının bu konuda daha suçlu olduğunu belirtti. Bugünlerde Perova’dan alım yapan Amerikan distribütörlerin de “Rus olan her şeye alerjileri var gibi göründüklerini”, 1990’ların başlarında ise Rus olan her şeyin hoş karşılandığını çünkü Dünyanın Rusya için büyük umutlarının olduğunu da sözlerine ekleyen yayımcı, “Rusya’nın Avrupa bağlamına yeniden entegre olacağını düşünüyorduk ancak Rusya eski uygulamalarına yavaş yavaş geri döndü ve insanlar da bizden yüz çevirdi” şeklinde konuyu özetliyor.
Soljenitsın’ın 1967 tarihli Kanser Koğuşu’nda kemoterapiye gelip yuttukları zehirle sonsuza dek değiştirilen hastaları gibi Rus romanlarındaki karakterlerin yeni nesil batı okurları için anlaşılmaz olduğu, Rusların yaşamlarının Batı okurlarının empatisini uyandırmak için fazla boğucu olduğu gibi üstünkörü bir yargıya ulaşmak mümkün. Jonathan Franzen gibi yazarların banliyö kahramanlarının yaşadığı #önceliklidünyasorunları’nın Rus çağdaşlarının karşı karşıya kaldıkları umutsuzluk çığlarına hiçbir şekilde benzemediğinden bahsediyoruz. Tabii ki şiddet içeren, feodal ve yabancı bir dünyada bulunmak bir kitabın Amerika satışlarına mâni değil; bunun için sadece Hilary Mantel’in Thomas Cromwell serisine bakmak yeterli. Buna rağmen, bu örnekte okurun rehberi, Mantel tarafından bir yabancı olarak yaratılmış, geç dönem orta çağ dünyasına yerleştirilmiş neredeyse modern denebilecek mizaca sahip bir adam olan Cromwell’dir.
Belki de tarafsız bir bakış açısına duyulan malum ihtiyaç Batılı okurlarca en iyi bilinen Rus yazarların kendilerini Batılılaştırmasının nedenidir. Mesela Boris Fishman ve Gary Shteyngart şu anda artık birer New Yorklu. Rus yazar Mihail Şişkin Batı’da cömertçe övgüler alıp geniş ölçüde tercüme edildi ancak yaşamını, kısmen de olsa, Zürih’de geçiriyor. 2005 yılında yazdığı Maidenhair’ın (Baldırıkara Otu) ihtişamı, zorlu şartları olan Rusya ile soylu, savunmasız, kendi kendine yeten İsviçre arasındaki kopukluğun bir araya getirilmiş olmasında yatıyor. Ve ustalıkla yazılmış son romanı The Light and the Dark (Aydınlık ve Karanlık) Rusya’nın karmaşık bugününü değil, fakat geçmişini yansıtıyor: Çin’de 1900 Boxer İsyanı sırasında bir askerin aşk mektupları zaman ve mekânı aşıyor.
Batı okurunun neden bu kadar az Rus kitabına ulaştığına dair bir teori de Dallas merkezli Deep Vellum Yayınları’nın kurucusu ve tercümanı Will Evans’dan da geliyor: Amerikalılar Rusya’yı özel bir şekilde “okuyor” diyen Evans, Soğuk Savaşa ve ardından gelen huzursuzluğa rağmen Amerikalı okurların “Rus edebiyatını siyasallaştırma ve onu büyük fikirler ve politik görüşler için okuma” eğiliminde olduğunu belirtiyor. Nitekim süper güç politikalarının Pasternak’a yansıtıldığı 20. yüzyılın ortalarında olduğu gibi Batı’da en çok bilinen bazı yeni Rus yazarlar siyasi yük taşıyor. Örneğin son İngilizceye tercüme edilen romanları Sin (Günah/rus.Greh) ve Sankya’nın yazarı Zahar Prilepin, Çeçenistan’a geziler yapan ve radikal bir muhalif aktivist olan eski bir paramiliter polis memurudur. Daha sonraları, Kırım’ın Rusya’ya katılmasının ardından Novorossiya’daki (Doğu Ukrayna) gönüllülerden övgüyle bahsetmesiyle hayranlarını şaşırtmıştır. Sankya romanındaki “babalarını arayan” alaycı post-Sovyet neslinin hiperrealist tasviri keskin ve öldürücüdür ve Tolstoy’la kıyaslanmıştır.
Söylenenlere göre bazı Batılı okurlar Rusya’nın gerçeküstü görüşlerinden yorgun düşmüş durumda: İngilizceye tercüme edilen pek çok kitap korkunç distopyaları içeriyor. Genç Moskovalı Anna Starobinets’in ilk kısa korku öykü derlemesi An Awkward Age’in (Geçiş Dönemi/rus.Perehodniy vozrast) hikayelerinden birinde Moskova insanlarla androidler arasında çıkan bir savaşın sonunda tahrip oluyor. Tecrübeli hicivci Viktor Pelevin de The Helmet of Horror (Korku Kaskı/rus. Şlem ujasa) eserinde bir internet sohbet odasında tanışan karakterlerin sanal bir labirentte hapsolmuş bir şekilde kendilerini buldukları kabus gibi bir dünya yaratıyor.
Tüm faziletlerine rağmen Rus eserleri, Amerikalıların sığınak olarak gördükleri eski Rus yazarların romanlarının memnuniyet verici kalabalık ihtişamının nostaljisinin asla karşılığı olamazlar. Bu durumun sebebi Rusya’da edebiyat kültürünün değişmiş olması olabilir. Rusya hala daha diğer pek çok ülkeden daha fazla kitap üretiyor: resmi verilere göre 2013 yılında Rusça yaklaşık 120.000 kitap basıldı. Ancak bugün Rusya’nın yazarları canlı bir eğlence/bilgi pazarında dikkat çekebilmek için rekabet halinde olan içerik sağlayıcıları olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Geçmişte Ruslar edebiyatlarına yaşamın dizaynı ve felsefesi gözüyle bakıyorlardı. Rus Ortodoksluğunun sert Tanrısı değişmez bir iyilik ve kötülük çizgisi kurmuştu ancak ülkenin manevi yasa koyucuları yazarlardı. Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin ve Çehov’un eserlerinde Ruslar onları parçalara ayırmayla tehdit eden tarihsel güçlerle savaşıp manevi silahlarını buldular. Kısaca söylemek gerekirse yazarlardan, sıradan fanilerden daha derin yaşamaları istendi.
Bugün Putin’in vadettiği rönesansa rağmen, Rus yazarlar artık evde tanrılaştırılmıyor, yurtdışında da yalnız bırakılmış durumda. Yine de en azından Rusya’da yayın yapma hakları iyi durumda; önceki yüzyıllara nazaran son 23 yıl büyük oranda sansürden uzaktı. Rusya bugün başka bir baskıcı atmosfer döngüsüne girse bile yazarlar vidanın her dönüşünü belgelemek için orada olacaktır ve aralarından en iyisi klasikler üretecektir.

Yazar: OWEN MATTHEWS, https://foreignpolicy.com/2015/03/24/is-russian-literature-dead/
Çev. : Emine ÖZTÜRK

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.