Sanatın Sonu

02.09.2020
Sanatın Sonu

 

Bugün müzelerde gördüğümüz mağaralara ait çizim ve taş oymaları bulundukları çağda çok başka anlamlar ifade ediyordu. Sonra insanlar bu eserleri bilerek yapmaya başladılar çünkü bir ritüel, dua biçimi veya ihtiyaç dışında karınlarını doyurduktan sonra ruhlarını da doyurmaya ihtiyaç duydular. Başka bir ifadeyle sanat tarihi insanla beraber başladı, bir bilim olarak geç gelişmiş olsa bile bir şeyi görmemek onun orda olmadığı anlamına gelmez. Başlangıç gibi, bir de son vardır çünkü bu kavramı yaratan şey kendi varlığı kadar yokluğudur da aynı zamanda. Oluşan bu dikotomi zihnimizde bir soru işareti oluşturuyor. Sanatın sonu var mıdır? Bazılarına göre sanatın son bulması henüz mümkün değildir ve bitmesi belirsizdir; başlangıcı gibi. Fakat bazılarına göre çoktan bitmiş bir kavramdır. Birçok filozof eleştirmen ve akademisyen bu konuda tezler ortaya atmıştır. Bazıları Andy Warhol’u sanatın bitimi için işaret olarak gösterirken bazıları Duchamp’ın meşhur eserini bir işaret olarak almıştır.

Yaşanan devrimler, savaşlar, buhranlar ve kültürel yıkımlar insanları hem toplumsal hem bireysel açıdan fazlasıyla yaralamıştır. Bu yaralanmaların sonucunda 19. yüzyılda modernizm ortaya çıkmış fakat asıl odaklanılması gereken kısım bir sonraki yüzyılda gelişen post-modern düşünce. Çünkü bu düşünce sistemi sayesinde -veya yüzünden, tartışılır- sanat alanı hibrit bir yapıya doğru yönelmiştir. Yeni teknikler, kavramlar, anlamlar ortaya çıkmış; özgürlük isteği ve elitizmden, seçicilikten uzaklaşmak adına atılan naralar çok farklı alanların açılmasına olanak sağlamıştır. Tuvallerin üstünden bisikletle geçmek, boya yerine başka malzemeler kullanmak veya sanatçı tarafından kullanılan izmarit dolu kül tablasını sanat eseri olarak sergilemek… Bu yeni fikirler ve akımlar fazlasıyla ilgi görmüş olsa da bazı mecralarda büyük bir sorun olarak değerlendirildiği bir gerçektir.

Sanat kavramı post-modern dönemde bir tüketim nesnesi haline gelmiş; seri üretimin pençesinde sıkışarak popüler kültüre göre şekillenmeye başlamıştır. Piyasa tarafından belirlenen fiyatlar, arz-talep grafiği içinde savrulan eserler ve hayal gücünden uzak fikirler… Eskiden duyguları kabartan, göze hitap eden ve derinlerden gelip derinlere giden eserlere öncülük eden sanat, bugün “ayartma ve şaşırtma” üzerine kurulu. Fakat burada Freud’un “Ruhsal gerekircilik” savına istinaden söylenmelidir ki hiçbir eylem boşuna yapılmamıştır. Yapılan ve yaratılan her şeyin bir amacı vardır. Bu açıdan baktığımızda post-modern sanatı bir protesto aracı olarak görmek de mümkündür. Yazının geri kalanında hepimizin bildiği birkaç filozofun sanat anlayışları hakkında bilgi verip yazının en vurucu kısmı olmasını istediğimiz Warhol ve Damien Hirst’ün bize kalırsa trajikomik olan eserleri hakkında konuşacağız.

Hegel’e göre sanat; varoluştaki soyutluğu, somutlaştırma amacı veya bilince, akla, Tanrı’ya ulaşmanın nihai yolu. Romantik akım bu açıdan tam olarak tinin kendini tanıma şekli olabilir. Nietzsche için ise sanat; insanı özgürleştirecek, kendini aşmasını sağlayacak olan yaratma gücüdür. Schopenhauer’a göre; başarı elde etmek ve tatmin olmak insana, varlık olma yolunda özel bir anlam kazandırır ve bu anlam kazandırma şeklini en verimli olarak sanat sayesinde görüyoruz. Sanatçı için eserleri, başarı kazanma sahneleriyle dolu filmdir. Bu açıdan bakılırsa sanat bir bilgidir. Bu yüzden Platon’un tersine Schopenhauer sanatı; taklitten çok, hakikat olan, olarak görmüştür. Bu anlayışlar pek tabii post-modern dönemden habersiz olarak yapılan tanımlardır. Fakat yapılan tanımlar düşünüldüğünde bu zamansız filozoflar ve beyinler bile post-modern dönemi tahmin etmekte zorlanmışlar. Tekrar taraf değiştirip post-modern sanatın kıyılarında gezecek olursak; 20. ve 21. yüzyılda yapılan her şey siyasidir ve bu sanat anlayışı, siyasi protesto ve propaganda için fazlasıyla anlaşılabilir ve fakat aynı zamanda anlaşılmazdır. Daha önceki yazımızda da bahsettiğimiz üzere siyaset, tarih boyunca sanat denizinin derinliklerinde yaşamış bazen yüzeye çıkmıştır. Fakat aralarında her zaman bir çizgi olmuştur. Görüldüğü üzere son zamanlarda bu çizgi gittikçe muğlaklaşmış, su gittikçe bulanıklaşmıştır.

Yukarıda bahsedilen ve çoğu insanın mutlaka bildiği isim Andy Warhol, post-modern dönem ve sanatın sonu için önemli bir ikondur. Bu düşüncenin en büyük savunucularından biri de Fransız filozof Jean Baudrillard. Warhol, 1964 yılında sabun tozu markası olan Brillo’nun kutularını sergilediğinde büyük bir sansasyon yarattı. Bu sanatın sonunu getiren bir olaydı. Fakat sanatın sonu demek bundan sonra sanatın olmayacağı anlamına gelmiyor; burada son demek üzerine koyulacak herhangi bir şey kalmaması, ilerleyememesi, yeni atılımlara sahip olmaması durumuna tekabül ediyor. Üstelik bu, her şeyin sanat olabileceği anlamına geliyor ki bu tam olarak post-modern dönemin istediği ‘özgürleştirici’ ve kısıtlamalardan uzak bir anlayış. Sanat bir kere sona erdiğinde herkes sürrealist, süprematist ve nü ressamı olabilir. Bu özgürleştirme olgusu bazı problemlere de sebep olmuştur. En utanç verici kısım bahsedildiği üzere artık sanatın, ekonomi ve siyaset tarafından yönlendirilip bize sunulduğu gerçeğidir. Sanat artık özerkliği ve gerçekliği saptırılmış bir kavramdır. Bu felsefeyi Andy Warhol kendi sözleriyle şöyle açıklamıştır: “Sanattan sonra gelen adım ticaret sanatıdır. ‘Sanat’ denen şeyi, ya da ne deniyorsa işte onu, yaptıktan sonra ticaret sanatına girdim. Hippi döneminde herkes, ticaretle uğraşma fikrini aşağıladı; ‘para kötüdür’, ‘çalışmak kötüdür’ filan demeye başladı. Oysa, para yapmak sanattır, çalışmak sanattır; en müthiş sanat ticarettir”(1). Warhol’un da belirttiği üzere sanat piyasanın bir metası haline gelmiş. Sanat ve para arasında korkunç bir bağ kurulmuştur.

Değinmek istediğimiz bir diğer örnek ise Damien Hirst’in ‘home sweet home’ eseri. Kavramsal sanatçıların belki de en ünlüsü olan İngiliz sanatçı kül tablasının içine koyduğu sigara izmaritlerini bir gün sonra sergilemek için odaya yerleştirmiş, aynı gece, kül tablasını çöp sandığını söyleyen bir temizlik görevlisi tarafından kaldırılıp çöpe atılmış. Temizlik görevlisi Emmanuel Asare yaşanan kazayla ilgili şunları söylemiş: “Onu görür görmez bir ah çektim, çünkü her şey darmadağınıktı. Bu bana pek de sanat eseriymiş gibi gelmedi. Bu yüzden de her şeyi toplayıp attım.” Yaşanan olaydan sonra Hirst bu duruma sadece gülerek tepki vermiş. Zaten sanatın günlük yaşantıyla olan ilişkisi üzerinde duran sanatçıdır.

Sonuç olarak. sanat yapıtları eskiden insanların duyumları için olsa da artık duyuruları için yapılan bir alandan öteye gidemiyor ne yazık ki. Yaratıcılığın sonu geldi mi bilinmez ama sanatın sonu çoktan gelmiş gibi görünüyor. Yukarıda verdiğimiz iki örnekte bunun kanıtı nitelikte. Yine de belirtmek isteriz ki sanatın sonu aklımıza gelen ilk anlamda kullanılmamıştır ve yazıyı yazarken suçlu suçsuz aramaktan öte iki ucun da fikirlerine yer vermek amaçlanmıştır. Ne de olsa başlangıç sondur, son ise başlangıç…

 

Yazar: Polen Biçer

KAYNAKÇA

 

 

YAZAR BİLGİSİ
Polen Biçer
Polen Biçer, 1998 yılında Riyad'da doğdu. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okumasına rağmen bölümü dışında her alanla ilgilenip sanat tarihi yazıları yazmakta, aynı zamanda güzide dergimizde İnsan Kaynakları Departmanı'nda sorumlu.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.