Tarihin Arka Sokağı: Sözlü Tarih

Tarihin Arka Sokağı: Sözlü Tarih

Şimdiye kadar öğrenegeldiğimiz, bize en çok dayatılan şey nedir tarih derslerinde? Yazılı, resmi kaynaklar güvenilirdir; sözlü kaynaklar, anlatılar güvenilir değildir. Çünkü sözlü tarih birçoklarının dilinde ve zihninde bozulabilir, anlatı sırasında hafıza yanılabilir. Sonra bir de herkes yapar sözlü tarihi, yani herkes yapabilir, herkese söz verilebilir. Yazılı tarih ince eleyip sık dokur yazacağı şeyleri, kayda alınmasını değerli bulduklarını. Yazıya geçirme işlemi kutsaldır, sıradan halkın resmi kaynaklarda yeri yoktur; anlatılması gereken şey devlet işleri, burjuvanın ticari ilişkileri ve de yüksek mertebe sınıfın hayatıdır. Bu konular da ancak bu süjeleri tarafından yazılır, onların dilinden istendiği gibi anlatılır ve tarihe kazınır.

Sözlü tarih bu baskıcı anlayışa karşı bir başkaldırı olarak başlar. Bu anlayışın harekete geçişi 20. yüzyılın ortalarına doğru Avrupa’ya hâkim olan feminizm, öğrenci, işçi hareketleri, yani ana akım tarafından bastırılmış kesimlerin çabalarıyla olur. Sesleri duyulmayan kesimlere uzatılan bir eldir sözlü tarih. 2. Dünya savaşı sonrası Avrupa’nın sömürge kolonilerinden çekilme zamanında Avrupa’yı ve onun sömürgeci oryantalizmini eleştirmede kullanılmıştır.

Mektuplar, günlükler, röportajlar, hayat hikayeleri, etnik hafıza, yerel tarih, aile hikayeleri sözlü tarihi oluşturur. Sözlü tarih öznel hayata, yaşam tecrübelerine yönelir. Peki insanların gündelik yaşamını bilmemiz neden bu kadar önemli? Bir halkın, bir kimsenin, bir yörenin, bir grubun tarihini yazmak ona bir önem yüklemektir. Yüzyıllar boyu resmi tarihte yeri geçmeyen ama pekala da orada olan, göz ardı edilmiş insanların, alt kültürlerin tarihini yazmak onlara sonunda hak ettikleri sesi verebilmeyi mümkün kılar.

Sözlü tarihi kullanarak bir zamanlar hor görülmüşlerin hikayesini, anlatısını yeniden şekillendirebiliriz. Sözlü tarihe atfedilen iki özellik vardır. Bunlar “daha fazla tarih” ve “anti-tarih”tir. Daha fazla tarih olmasından kasıt sözlü tarihin, yazılı tarihin daha önce ilgilenmediği alaSözlü tarihnlara, hikayelere ışık tutmasıdır. Konuları daha detaylı ve özne üzerinden inceleyebilir, yazılmaya değer görülmeyen ama aslında büyük öneme sahip olabilecek ayrıntıları gün yüzüne çıkarır. Bunun önemini feminist yazılarında görebiliriz: sözlü tarih; röportaj aracılığıyla kadınların günlük hayatlarını, ev yaşamlarını dile getirilir, üzerinde konuşulur kıldıkça kadın-erkeğin ev içindeki güç ilişkileri de sorgulamaya açılır. Kadınlara artık sorunlarını dile getirebilecekleri bir platform kurulmuştur.

Tarihi yazan kişi gücü elinde bulundurur. Avrupa merkezli tarih anlayışı da yıllar boyu koloni ülkelerinin bastırılmasında büyük rol oynamıştır. Koloni ülkelerinin demografik yapılarını, medeniyetlerini incelemek bahanesiyle oradaki halkın incelenecek bir obje nesnesi haline getirilmesi onların “ötekileştirilmesine” yol açmıştır. Sözlü tarih yüzyıllardır dışarıdan incelenen, bastırılan halka kendisini anlatması için bir fırsat verir, kendi kültürleri hakkında hak ettikleri güveni kazanmalarını sağlar. Taraflı Avrupa görüşünden sıyrılarak kendi anlatılarını oluşturmalarına olanak sağlar. Böylece tarih açısından “daha fazla” saf bilgi aktarımı gerçekleşmiş olur.

Anti-tarih tanımı ise sözlü tarihin, ana akım tarihin daha önce bakmadığı noktalarına baktığı anlamına gelir. Sözlü tarih, tarihin arka sokağıdır; toplumdan dışlanmış, alt kültürüne ait her bir bireyin, aşağı tabakanın, gözden kaçmış ya da anlaşılmamış insanların hikayeleridir. Aktivistler, lgbti+ grupları, mahkumlar, tarikat üyeleri, işçiler daha önce toplum tarafından görülmemiş kim varsa konu edinir.

Unutmamalıyız ki tarihle ilgili bildiğimiz her şeyi bir nedene bağlı olarak biliyoruz. Tarih yazımı bugüne bakış açımızı şekillendirmiştir. Araştırılan konuların araştırılmasının bir nedeni vardır. Şimdi ise sırada araştırmaktan kaçınılan, ana akım tarihe bir “anti” oluşturabilecek kapasitede bir tarih yapımı oluşuyor. Bu antileri bilerek oluşturacağımız tarih yazımı bize daha kapsamlı ve daha detaylı bir “geçmiş” algısı oluşturmada ve bugün için savaşmada yardımcı olur.

Peki bu kaynakların güvenilirliğinden nasıl emin olabiliriz? Sözlü tarihe yöneltilen en büyük eleştiri de buradan başlar. Röportaj yoluyla elde edilen sözlü kaynaklar elbette hafıza yoluyla anlatılır ve bildiğimiz üzere de hafızanın en büyük özelliği yanıltıcı olmasıdır. Ancak burada çoğu zaman unutulan şey ise yazılı kaynakların da elbet bir “kişi” tarafından yazıldığıdır. Sözlü tarih bu yanılgıları da inceleme konusu haline getirir. Her şeyden önce kaynakla birebir konuşma imkanı vardır ve bu imkan belirli bir konu üzerinde daha fazla inceleme olanağı sunar.

Her bir bireyin kendi gerçekliği üstünden kurduğu bir anlatısı vardır. Bu anlatı aynı olay üzerinden bile kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Gerçekliğin birçok yüzü vardır ve aslında göründüğünden karmaşıktır. Sözlü tarih bireylerin kendi anlatılarını toplayarak onların gerçekliklerini kaydeder. Sözlü tarih dendiğinde akla gelen en önemli isim olan Alassendro Portelli “Sözlü tarih, olaylardan çok onların anlamıdır.” Dediğinde aslında burada önemli olan şeyin anlatının kendisi olduğunu vurgular.

Yanlış bilgileri çapraz kontrol tekniğiyle, yani birden fazla insanla röportaj yaparak ve farklı kaynaklardan bilgi toplayarak tespit edebiliriz. Ama yanlış bilgi önemsiz bilgi demek değildir. Birinin röportaj sırasında yanlış bilgi vermesinin birçok nedeni olabilir ve bunlar da kendi başlarına araştırılmaya değerdir. Bir bilginin nasıl hatırlandığı da en az o bilgi kadar önemlidir. Bu bilgi neden böyle hatırlandığı ya da neden böyle aktarıldığı üzerine düşünebilmemize olanak sağlar.

Sözlü tarih, tarihin karanlık noktalarını aydınlatma gayesi sırasında tatsız, tartışmalı konularına da değinir. Kathleen Blee’nin eski Klu Klux Klan üyeleriyle yaptığı bir röportajı ele alalım. Blee röportaj yaptığı insanların kendilerini kötü bir şey yapar olarak görmediklerini, hatta tüylerimizi ürperten haftalık ritüellerini bile bütün mahallenin katıldığı bir buluşma şeklinde düşündüklerini öğrendiğinde çok şaşırmış, hatta sinirlenmişti. Böylesine ırkçı nefret üzerine kurulu bir grubun üyeleri kendisiyle bu kadar rahat, yaptıklarından hiç pişmanlık duymaz bir halde konuşuyordu. Tarikatları onlar için öylesine günlük, normal bir şeydi ki kendileri bile sonrasında gruplarının neden bu kadar negatif göründüğünü anlamaz haldeydiler. Blee’nin sonrasında belirttiği gibi röportajı yapan kişi için bu oldukça rahatsız bir durumdu. Üstelik röportaj sonrasında kendisine Klu Klux Klan üyelerine bir söz vermekle onları  meşrulaştırdığı, hak etmedikleri önemi verdiği konusunda eleştiriler yöneltilmişti. Ancak bu eleştirilerden anladığımız üzere hala ön yargılarımıza, kendi bakış açımıza göre hareket ediyoruz; tarihin bize kimi kötü, kimi iyi olarak göstermek istediğine göre. Nazilerin yaptığı soykırım hala yüzlerce filme, kitaba konu olur ve dillerden düşmezken, Avrupa’nın en gözde ülkelerinin Nazi soykırımından daha bir on yıl öncesinde 3. Dünya ülkelerinde yaptığı kıyımlar hala pek çokları tarafından göz ardı edilir. Burada sorulması gereken soru şudur: neden bir olayı diğer birinin üzerinde tutuyoruz? Günümüzde bunun örneklerini medyada pekâlâ görebiliriz. Burada söz konusu olan verdiğimiz önemdir. Klu Klux Klan’a karşı insanların tuttuğu nefretle gelişen bir duygusal önemdir. Ancak olması gereken şey bu duygusal önem değil, yalnızca anlama üzerine kurulu bir önemdir. O zaman da akla şu soru gelir: bu insanlar, bu anlayışı hak ediyor mu?

Sözlü tarihin bu soruna yaklaşışı kendi yönteminden geçer. Elde edilen bilgilerin doğru şekilde yorumlanması gereklidir. Bilgiler kendi başlarına çok fazla bir şey ifade etmez, önemli olan uzman bir göz aracılığıyla bu bilgilerin yorumlanması, anlamının açığa çıkarılmasıdır. Bu yorumlarla oluşturulan anlatı bize tarihin daha önce açılmamış sayfalarını açarken aynı zamanda o sayfalara kazılı duyulmamışlara da söz hakkı tanır ve tarihi yeniden, bu sefer daha kapsayıcı bir şekilde oluşturur.

Kaynakça:

Blee, K. M. (1993). Evidence, Empathy, and Ethics: Lessons from Oral Histories of the Klan. The Journal of American History, 80(2), 596–606. https://doi.org/10.2307/2079873

Öztürkmen, A. & Bornat, J. (2009). ) “Oral History,” Encyclopedia of Women’s Folklore and Folklife (eds) L. Locke, P.Greenhill & T. A. Vaughan. Abingdon, OX:Greenwood Publishing Group, pp. 433-435.

Perks, R., & Thomson, A. (2016). The Oral History Reader.

Thompson, P. R. (1988). The Voice of the Past: Oral History. Oxford University Press.

Resim Kaynakça:

https://www.vox.com/2018/3/20/16955588/feminism-waves-explained-first-second-third-fourth

https://www.eurozine.com/colonizing-oneself/

https://www.oscars.org/sites/oscars/files/styles/hero_image_phone/public/carfagnoedward_2.jpg?itok=w_KfAJy2

https://www.smithsonianmag.com/smart-news/ku-klux-klan-didnt-always-wear-hoods-180957773/

ETİKETLER: , ,
YAZAR BİLGİSİ
Sıla Mutaf
Sıla Mutaf, 2000 yılında İzmir'de doğdu. Boğaziçi Üniversite'sinde Psikoloji ve Tarih bölümlerinde okuyor. Yazı yazmak ve seyahat etmek en büyük tutkusu, bir de insan denen varlığı anlamayı başarırsa başı göklere erecektir. MozartCultures'da sanat, edebiyat, tarih, sinema üzerine yazılar yazmak için katıldı.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.