Yalın Alpay İle Sanat Üzerine Röportaj

08.09.2020
Yalın Alpay İle Sanat Üzerine Röportaj

Ülkemizin çok değerli insanlarından, düşünürlerinden biri olan Yalın Alpay ile yazılı bir röportaj gerçekleştirdik. Sanat anlayışı, modernizm ve post-truth dönem hakkındaki sorularımızı cevaplandırdığı için fazlasıyla minnettarız ve başarılarının devamını diliyoruz. Keyifli okumalar.

Polen Biçer

  • Verdiğiniz röportajlar ve yazdıklarınıza baktığımızda sanatta modernizm ve post-modernizm kavramlarını gayet anlaşılır bir dilde açıklıyorsunuz, fakat sanat anlayışınızın hangi uca daha yakın olduğunu anlamak biraz güç. Kendinizi bu çizgide nerede tanımlıyorsunuz?

 

Sanat, zaman, mekan ve özne değiştikçe kendisinden beklenenlerin ve kendisine yüklenenlerin değiştiği bir kavram olarak, kendisini berrak bir tanımlamaya kapatır. Oluş içerisinde amaçları, eğilimleri, kurallarla olan ilişkileri değişir durur. Bu değişim çok merkezli dönüşümlerle gerçekleştiğinden doğrusal bir yapı da izlemez, sürekli helezonlar çizer. Sosyoloji, ekonomi, inançlar, kültür, bilim ve teknoloji dönüştükçe, tüm bu dönüşümlerin etkileşime girdiği sanat, yine bu dönüşümlerden doğrudan etkilenen özne ile çarpışa çarpışa el zanaatlarıyla dini anlatıları betimlemekten, kendi dışında hiçbir şeye göndermeye yapmayan ve bağımsız bir yeni evren icat eden kavramsal sanata kadar helezonik dalgalanmalara savrulur. Sınanamayan, rasyonaliteyle sıkıştırılamayan, postmodern dönemde ölçütleri de geride bırakan sanat, amorf yapısıyla bilineni betimlemekten, bilinemeyecek olanı tasvir etmeye değin geniş bir yelpazeye yayılır.

 

Benim kişisel algımda sanat, hali hazırda doğada bulunmayan ve varolmak için bir insan zihnine ve ruhuna gereksinim duyan, beşeri bir yapıntıdır. Bir kurgudur ve bu kurgu bir temsilden ibarettir. Söz konusu temsil katılaşmamıştır, yani yoruma açıktır. Sanatın, tanımdan kaçmasını sağlayan o muğlaklık alanı, bir sanat yapıtının olmazsa olmaz bileşenlerindendir. Eğer yapıtın başka yorumlara açılmayı reddederek tek bir yorum üzerine kapanması söz konusuysa, o yapıt belli bir amaç uğruna tasarlanmış ve tamamlanmış bir iştir. Amacın kusursuz bir tasarıyla betimlenmesi ya da inşa edilmesi, insanın doğaya karşı galibiyet almak için ürettiği mekanizmalarda kullanılır; bir çatal, bir piyano, bir otomobil, belli bir amaç için maksimum verimi almak adına tasarlanmış ve tamamlanmış yapay nesnelerdir, kullanıcısı ya da izleyicisi, çatalın ya da otomobilin varlığını ontolojik yeni olanaklara sürüklemeye girişmez, bu anlamlı olmaz. Tasarımcı daha baştan geriye kalan olanakları büyük ölçüde yoruma kapatmıştır, otomobili su kaynattırarak yumurta pişirme amaçlı kullanmak, daha en baştan anlamsız kılınmıştır.

 

Oysa sanat, insanın kendisi gibidir, varlığının nedeni bilinemez. Bu varlığın amacı, kendinde bir değeri, değişmeyen bir öz çerçevesinde tasarlanmış ve değişimin her türüne direnen bir yapısı yoktur. Yorumlanmaya açıktır zira tıpkı insan gibi muğlaktır, ilk bakışta gösterdiği, kendisinde görülebileceklerden her zaman çok daha azdır ve görülebileceklerin imkanları, izleyicinin bakışıyla, düşünüyle, düşüyle, kavrayışıyla, derinliğiyle, niyetiyle dönüşebilme kapasitesindedir. Hiçbir koşulda yeni yorumlara kendisini kapatmayan, bir öz ya da amaç taşımayan, tek bir hedef için tasarlanmamış bir olanaklar manzumesidir sanat; anlamı sonsuza değin ertelenir. Kendinde bir anlamı yoktur, kendisine anlam yüklenebilme özelliği vardır. Kendisi olmayan şeydir sanat, bir tuvalin, bir mermerin, bir bestenin kendi içerisine sıkışmayan ve sonsuz yorumla sonsuz olanağa açılan muğlak ve amorf varlığıdır. Sartre’ın insan için söylediği sözü, sanata uyarlamak mümkündür: Sanat ne değilse, o’dur.

 

Bu pencereden baktığım için, bana sanatın kendisini geri alarak bir anlatının emrine giren versiyonları daha uzak, sanatın kendi kendisinin patronu olarak ortaya çıktığı versiyonları daha yakın gelir.

 

  • Homeros’a kadar Yunan ve Doğu uygarlıkları tanrıyı güçlü hayvanlar veya yarı insan biçiminde tasavvur ediyordu. Homeros ile birlikte yazın alanında da antroposentrik bakış açısını görmekteyiz. Bu tasavvur değişiminin asıl sebebi nedir? Tanrı post-truth dönemde nasıl tasavvur edilirdi?

 

İnsan merkezli bakış, insani tüm zaafların bakışı sınırlandırdığı, kirlettiği, değerinden düşürdüğü, indirgediği ve çarpıttığı bir çaresizlik gibidir. Burada kişi nesnel bakmak istediği dünyayı anlamlandırmaya girişirken bir yandan kendi aklı, algısı, duyuları tarafından aldatılırken, bir yandan da duyguları tarafından bambaşka yerlere çekilerek kandırılır. İnsan yaşamın içerisine fırlatılmış bir minicik nokta olarak, devasa bir yaşamın içerisinde onu kavrayabilmek adına donanımsız ve çaresiz kalır. Üstelik bu yaşamın içerisinde zaman ve mekanla da sınırlandırılmıştır. Geçmişi ve geleceği tekrar tekrar deneyimleyemez, geçmişte belleğine, gelecekte düş gücüne mahkumdur ve bu ikili de zihnin ve psikolojinin her türlü manipülasyonunda kişiyi anlam ararken oradan oraya savurur durur. Aynı anda birden fazla mekanda bulunamayan insan, coğrafyayla sınırlandırılmış, bakış açısı ortalama 170 cm yüksekliğe sabitlenmiş, yaşamı olduğu gibi kavramaya değil, çok aşırı kısıtlanmış bir yapı içerisinde sürekli olarak anlamlar, öykülemeler icat etmek zorunda kalan bir acizlik şeklinde konumlanmıştır. Gördüğü, deneyimlediği her şeyi zaman içerisinde gelişen, başlangıcı, gelişmesi ve sonucu olan öyküler olarak algılama eğilimindedir insan. Oysa yaşamda böyle bir şey yoktur, yaşam bir öykü değildir, öyküleme insanın bu büyük çaresizlik içerisinde kendisine bir anlam yaratabilmek adına zihninin ve ruhunun uydurduğu bir savunma mekanizmasıdır. İşte sanat, bu savunma mekanizmasının arı rasyonel tarafının daha az, duygusal ve bilinçaltına dokunan bölümlerinden daha fazla yararlanan bir anlamlandırma / yaşamdan kaçınma / yaşamı çekilebilir kılma / yaşamı estetize etme çabasıdır.

 

Peki bir tanrı nasıl bir bakış açısındadır? Tanrı insani zaafların hiçbirisini taşımayan, kusursuz bir varlık olarak tasavvur edilir. Böyle bir varlığın geçmişte, gelecekte, şimdide tümünde aynı anda varolabilmesi, hiçbir mekan algısıyla sınırlandırılamaması beklenir. Varoluşun anlamsızlığı, onun için bir anlamsızlık üretmez, Tanrı için, insanın aksine, anlamsızlık varoluşsal bir acı kaynağı değildir. Bu nedenle hali hazırdaki anlamsızlıkla barışıktır Tanrı. Ve zaman ile mekana sıkışmayan ve anlamlandırma zorunluluğu taşımayan bu varlık, yaşamı bir geri zekalı gibi algılıyor olmalıdır. Nasıl bir geri zekalı varlık, zamanlar arasında bağlantı kurmuyorsa, dün olan şeyle bugün olan şey arasında ayrım koymuyor, gelecek tasavvurlarındaki düşlerle gerçekleri farklı kategorilere almıyor, mekan farklılıklarına göre yeni stratejiler üretmiyor, olup bitenleri öykülemelerle anlamlandırmıyorsa, Tanrı da böyledir. Tanrı bir geri zekalı değildir fakat onun evren algılayışı bir geri zekalınınkine benziyor olmalıdır; bir çaresizliğin sonucu olarak değil, kusursuzluğun neticesi olarak. Elbette, eğer bir Tanrı varsa…

 

  • Şimdinin hegemonyası altında yazılan geçmiş, geleceğin ne kadar gerçeği olabilir?

 

Gerçeklik, varlığı, yapısı, özellikleri değişen dışsal yorumlara göre değişmeyen, neyse o olduğunu savunduğumuz bir kategoridir ve bunun var olup olmadığını bilemeyiz. Gerçeklik gerçekten bizim dışımızda tüm kesinliğiyle var olan bir şey midir yoksa bizim zihnimizin ilkel çalışma prensibi dolayısıyla işlem yapabilmek adına bir tutamak kestirmek uğrunda tahayyül ettiği bir sahtelik midir, tartışmalı. Kefenin iki tarafını da tartmak için bir terazimiz yok, bu metafiziksel bir konu. Bu yüzden de gerçekliğin var olup olmadığına ilişkin yargılar, zorunlu olarak psikolojik gerekçelerin yönlendirmesinde seçilen tercihler.

 

Elimizde yalnızca “şimdi” vardır fakat bu o kadar kaygan bir zemindir ki, her salisede “şimdi” olmaktan çıkarak bizi yine tutamaksız bırakır. Tek bir saliselik “şimdiye” karşılık, geçmişimizde ve geleceğimizde sonsuza uzanan iki uçsuz bucaksız tahayyül alanı vardır. Tek bir salisenin zemininde insan bu iki sonsuz uca ilişkin hayaller kurar, varsayımlar üretir, stratejiler tasarlar. Fakat her salise değişen zemin, yeni bir meydan okumaya zorlar kişiyi. Kişi her yeni salisenin getirdiği mekan ve zaman ilişkisi içerisinde, kendi dönüşen pozisyonu gölgesinde, değişen kişisel amaçları, toplumsal belleğe uygulanan mobbingler, toplumun siyasi dönüşümleri, ekonomideki majör hareketler, kültürel farklılaşmalar gibi tek bir saliseye her şeyini bırakan bu sürekli deprem kuşağında bir bilgisayar oyunundaki oradan oraya sıçrayan kahraman gibi bir yandan ödülleri toplamaya çalışırken, bir yandan da kendisine zarar vermeye çalışan engelleri atlatma ödevindedir.

 

Gelecek de, geçmiş de, kişinin, kurumların, toplumların, hali hazırdaki şimdilerinin sonsuza uzatmak istediği algılarına uygun şekilde inşa edilmiş düş(ünce)lerdir. Her zaman eksik, yanlış, çarpıtılmış ve uydurulmuş…

 

  • Sanatçı, alternatif tarih yazıcılığı misyonunu üstlenebilir mi? / Sanat bu yetkinliğe sahip midir?

 

Tarihyazımına, geçmişte üretilmiş metinsel belgeler arası ilişkilerle yeni bir metin üretme olarak değil de, arkeoloik bir kazı çerçevesinde, yazılı metin olmayan her şeyin dahil edildiği bir girişim olarak bakıldığında, sanat elbette tarihyazımına pek çok yeni kapasite açar. Yazılı metnin iddia ettiği kesinliğe oranla, muğlaklık havuzunda yüzen sanat yapıtları, tarihyazımının yazılı metinlerin ileri sürdüğü kesin olma savlarını kuşkuyla karşılayan bakışıyla ele alınarak yeni metinler üretilmesine olanak sağlar. Dönemin estetiğini, kavrayışını, soyutlama eğilimlerini bazen sanat yapıtlarından çıkarsamak, yazılı metinlerden çıkarsamaya oranla çok daha verimli sonuçlar üretebilir. Sonuçta tarihyazımı da her ne kadar gerçeklik iddiası taşıyan versiyonlara sahip olsa da, gerçekliğe ulaşamama lanetiyle sarmalanmıştır. Tarihyazımı, bugünden geçmişi, gelecek projeksiyonunu destekleyecek şekilde meşrulaştıracak bir yapıntı olarak, kendisine sanat yapıtlarından da pekala cephane devşirebilir, kendisini de böylelikle daha buyurgan ve daha iyi dokunmuş kılma şansına da erişebilir.

 

 

 

ETİKETLER: , ,
YAZAR BİLGİSİ
Polen Biçer
Polen Biçer, 1998 yılında Riyad'da doğdu. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okumasına rağmen bölümü dışında her alanla ilgilenip sanat tarihi yazıları yazmakta, aynı zamanda güzide dergimizde İnsan Kaynakları Departmanı'nda sorumlu.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.