İnanmak Gerçekten Başarmanın Yarısı Mıdır?

29.09.2020
İnanmak Gerçekten Başarmanın Yarısı Mıdır?

“Zafer “Zafer benimdir.” diyebilenindir; başarı, ‘’Başarılı olacağım.’’ diye başlayanın ve ‘’Başarılı oldum.’’ diyebilenindir.” 

– Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

“İnanmak başarmanın yarısıdır.” 

-Theodore ROOSEVELT

“Yapabileceğime inanırsam, başlangıçta sahip olmasam bile onu yapacak gücü kendimde bulurum.” 

-Mahatma GANDHİ

Amaçlanan herhangi bir hedefe varabilmek, yapılması gereken bir işi sonuçlandırabilmek için neler yapılıp hangi yollar tercih edileceğine karar verilip verilmemesi durumu ve ardından bunların amaçlanan şeyi gerçekleştirmek için işe yarayacağına inanılması ve sonrasında en önemlisi; bireyin kendisinin bunları yapabileceğine dair bir inancının olması veya kendisinde bunları yapabilecek gücü görmemesi durumları başarının ardındaki en önemli değişkenlerdir. Bunlar; başarının bilişsel, duygusal ve motivasyonel niteliklerde bir değişkeni diyebileceğimiz en önemli yordayanları, bir diğer deyişle ön koşullarıdır.

Kişinin yapması gereken eylemleri gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine dair kendisine yönelik olumlu veya olumsuz bir inancın varlığının yansımalarına birçok örnek verilebilir. Kimi işlere deyim yerindeyse ‘gözümüzün kestiği’ yargısıyla hızlıca atılabilir bazen de bir eyleme başlamakta kaçıngan olabiliriz.

Topluluk önünde konuşmakta zorlanacağını, konuşma öncesinde kaygılı bir halde konuşamayacağını düşünen bir kişinin örneğin daha önceden sakin ve rahat bir şekilde gerçekleştirdiği konuşmayı hatırlayıp ve ‘’Yapmıştım, yine yapabilirim.’’ farkındalığı sayesinde olumsuz inancını dindirerek yapılacak konuşmayla ilgili olumlu yargılarını geliştirebilir, böylece yapacağı konuşmayı istediği şekilde gerçekleştirmesi kolaylaşabilir. O an kaygı duyduğu görevi geçmişte yapabildiğini bilmek onu motive eder; kaygı duyulan eylemin geçmişte başarılı bir şekilde yapıldığını bilmek insanı rahatlatır ve bireyin donanımında, becerilerinde bir değişim olmamasına rağmen o an kaygı duyulan eylem karşısında artık daha rahat bir halde harekete geçilir.

Gerçekleştirilecek eylemlerin bireyi sonuca götürüp götürmeyeceğine dair yargının başarıya etkisi konusunda örneğin; kendi kariyer çizgisine benzer bir kariyer geçmişinde olan ve sizinle aynı şartlara ve donanıma sahipmiş gibi görünen birisinin arzu ettiğiniz iş kadrosunda çalışıyor olduğunu öğrenmenizle, bu kadroya ne tür kariyer profiline ve ne şartlara sahip insanların alındığı konusunda bir bilgisizlik hali arasında işe girmek için gerçekleştirilen hazırlanma sürecinin niteliğinde fark olur. Birey kendisi gibi birisinin o kadroda işe girebildiğini öğrendikten sonra emeklerinin işe yarayacağını, işe girmek için etkili olacağına dair bir inanç geliştirip daha güdülenmiş bir halde çalışabilir. Başarılı olmayı ve istediğimiz hedefe ulaşmayı umuyor olmak eyleme geçmek için teşvik edicidir.

Bireyin herhangi bir eylemi gerçekleştirmeden önce ister istemez, olumlu veya olumsuz olarak etkilendiği ve bireyin gelişimsel süreci çerçevesinde şekillenen bu değişken, bilimsel olarak öz yeterlik kavramıyla açıklanabilmektedir. Prof. Albert Bandura’nın oluşturduğu sosyal bilişsel kişilik teorisinin temel kavramlarından biri olan öz yeterlik; kişinin verilen hedeflere ulaşmak için gerekli etkinlikleri organize edip bu etkinlikleri başarılı olarak gerçekleştirme kapasitesine ilişkin kendi yargısıdır. Bandura’nın öz yeterliğinin fikriyatı kabaca, insanların bir konuda ne kadar başarılı olabilecekleri konusunda kendilerine dönük sahip oldukları inançlarının; güdülenmelerinin, duygu durumlarının ve performans düzeylerinin bir bölümünü şekillendirdiği yönünde ifade edilebilir. Öz yeterlik, bireylerin sahip olduklarının miktarı ile değil, çeşitli koşullar altında ne yapabileceklerine olan inançları ile ilgilidir. Bir öğrenci sınava girmeden önce sınavından geçer not almak için gerekli olan bilgi ve beceriye sahip olmadığı halde sınavı geçeceğine ya da tam aksine, yeterli bilgi ve beceriye sahip olduğu halde sınavı geçemeyeceğine inanabilir. İki farklı durum da bireyi farklı inançlara ve davranışlara yöneltir.

Bandura (1986, s 421) ‘’Eğer öz yeterlik inancı her zaman insanların rutin olarak yapabildiklerini yansıtsaydı, insanların çok ender başarısız olacaklarını, fakat yine aynı nedenden dolayı, kendilerini geliştirmek için harcamaları gereken fazladan çabayı harcayamayacaklarını’’ belirtmiştir. (Akt. Kotaman, 2008)

Öz yeterlik kendisine anlamca yakın bir diğer kavram olan öz saygının eyleme özgü bir versiyonudur. Öz saygı genel havamızı etkilerken daha bütüncül, genel bir yapıdayken ayrı ayrı spesifik hedeflerde başarıya ulaşma hakkındaki öz yeterlik inançları, bu tekil hedeflere ulaşma yolunda ne kadar verimli performans gösterileceğini belirler.

Öz yeterlik inancı, ikna beklentisi ve sonuç beklentisi olmak üzere iki ana kaynakla şekillenmektedir. Bu iki kaynak öz yeterlik inancımızın gücünü artırır veya azaltır. Sonuç beklentisi insanların, eylemlerinin sonuca ulaşmakta ne derecede uygun ve işe yarar nitelikte olduğuna dair beklentileridir. İkna beklentisi ise hedeflenen sonuç için yapılması gereken eylemleri gerçekleştirmekte ne derece başarılı olunacağına dair duyulan inançtır. Örneğin her gün düzenli şekilde ders çalışmayı kararlaştırdığınızda üniversiteyi kazanacağınıza dair bir sonuç beklentiniz olur. Ancak, bununla birlikte bu kadar çok çalışamayacağınıza dair ikna beklentiniz de olabilir.

İkna beklentisi öz yeterlik kaynaklarından bir diğeri olan sonuç beklentisine kıyasla birey üzerinde daha etkili ve davranışı daha iyi kestirebilir niteliktedir. İkna beklentisi; üstünlük deneyimleri, dolaylı deneyimler, sözlü ikna ve fizyolojik & duygusal durumlar olmak üzere dört ana kaynaktan oluşur. Öz yeterlik inançlarımızın gücü bu kaynaklarla birlikte olumlu yahut olumsuz yönde değişiklik gösterebilir. Bunlardan en önemlisi üstünlük deneyimleridir. Geçmişte elde edilen bir başarıyı yine elde etme çabası söz konusudur. Burada, yazının başında bahsettiğimiz topluluk önünde konuşmakta zorlanan kişinin daha önce gerçekleştirdiği sakin hitabetini hatırlayıp kendisini rahatlatması örneğinden bahsedebiliriz. Birey binlerce kişi önünde konuşma yapmadan önce yoğun bir kaygı duyarsa kendisine daha önce de defalarca topluluk önünde hata yapmadan konuşabildiğini hatırlatarak bunu tekrar başarabileceğine kendisini inandırır. Olumlu yaşantılar ilerde yaşayacağı benzer durumlar için bireyde öz yeterlik inancının güçlenmesini destekler. Fakat bu konuda geçmişinde çok sayıda başarısızlık varsa ikna beklentisi de düşük olacaktır. Bu davranışla asla başaramayacağı sonucuna varabilir. Bir diğer kaynak dolaylı deneyimlerdir. Dolaylı deneyimler gerçek performanslar kadar güçlü olmasa da ikna beklentilerini değiştirme gücü vardır. Sosyal öğrenme kuramının önemli bir bileşeni olan, modelin davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını gözleyerek öğrenme bilgisi, öz yeterlik inancının güçlenmesinde de karşımıza çıkmaktadır. Başkalarının, bireyin kendisinin tahmin ettiği hiçbir olumsuz sonucu yaşamadan bir davranışı gerçekleştirdiğini görmek, bireyi de aynı davranışı yapabileceğine inandırabilir. Kalabalığın önünde konuşmaktan korkan insan ‘’Yapamam.’’ şeklindeki ikna beklentisini, diğer arkadaşlarının, kendisinin tahmin ettiği, çekindiği gibi çok heyecanlanmadan konuşma yaptıklarını görünce ‘’Belki yapabilirim.’’ yargısına dönüştürebilir. Kişinin, istediği iş kadrosunda kendi kariyer yapısına benzeyen birisinin çalıştığını öğrenmesi örneği de başka türden bir çaba, yeterlik ve çalışma değil de kendi alanıyla ilgili çalışmaların bireyin istediği işe girebilmesi konusunda etkili olacağını düşündürmesi yönüyle hem sonuç beklentisine hem de kendisine benzeyen birinin işe alındığının öğrenmesi ve ‘’Beni de seçebilirler/Ben de işe girebilirim.’’ algısıyla dolaylı deneyimler için örnek teşkil eder. Dolaylı deneyimlerle ikna beklentisinin değiştirilmesi psikoterapistlerin sıkça çalıştığı bir noktadır. Psikoterapistlerin özellikle fobilerle çalışırken sık kullandığı tekniklerden biri olan sistematik duyarsızlaştırmayı örnek gösterebiliriz. Örneğin örümcek korkusu olan danışanlarına yardım etmek isteyen psikoterapistler onlara örümceğe dokunan ve eline alan birisini izleme (dolaylı deneyim) sürecini yaşatabilir. Danışanların örümceğe yaklaşabileceklerine ve dokunabileceklerine inanmaları, gerçekten yapabileceklerinin en iyi göstergesidir, psikoterapist birçok çalışmayla danışanında bu inancı geliştirmeye çalışır. İkna beklentilerini değiştirmenin biraz daha az etkili olan yolu ise sözlü iknadır. Özü itibarıyla ikna beklentisini değiştirmeyi istediğimiz bireyi ikna etmektir. Sevgilisine söylemek istediği şeyi söyleyemeyen birini ‘’Yapabilirsin.’’ yönünde ikna etmeye çalışmak ikna kabiliyeti yüksek insanlar için bazen başarılı olabilir. Fakat davranış sonunda istenen sonuç elde edilmezse ikna olan kişi için bu değişiklik çok hızlı bir şekilde eski haline dönecektir. Pajares (2002)’e göre olumsuz sonuçlanan bir iknayla öz yeterlik gücünün zayıflatılması tam tersi olumlu şekilde sonuçlanan iknanın öz yeterliği güçlendirmesinden daha güçlü bir şekilde etki göstermektedir (Akt. Tepe, 2011). Fizyolojik ve duygusal durumlar da herhangi bir eylemin yapılıp yapılamayacağına dair inancı, motivasyonu etkileyebilir. Neşeli veya stresli bir halimiz davranış ve inançlarımızı yönlendirir. Kaygı düzeyi düşük, psikolojik olarak rahat olan bireyin öz yeterlik gücü yüksek olmaktadır. İnsanlar bir etkinliği gerçekleştirirken, bir süreç içindeyken; durum, süreç ve becerileri konusunda olumsuz duygular, kaygılar geliştirmişlerse öz yeterlik güçleri zayıflayacaktır. Kısaca açıklanan, bu dört kaynaktan beslenen ikna beklentisi ve sonuç beklentisi çerçevesinde, dolayısıyla öz yeterlik inancımız, tamamen iplerinin elimizde olduğu, ‘yaptım’ deyince inanılan, motive olunabilen, bireyin iradesiyle rahatça yön verebileceği bir yapıda değildir. Duygu durumu, performans gibi etkili ve sağlam yapılar barındıran, kaynakları olan bir inançtır. Duygularla, bilişle ve güdülenmeyle desteklenen bir haldedir. Bir kimse ‘inanıyorum.’ deyince öz yeterlik inancının artmayacağı gibi öz yeterlik inancının motivasyonel, duygusal, bilişsel yansımalarını da birey aslında kendi içsel süreçlerinde tanıyabilir, gerçekten öz yeterlik gücünün yüksek veya düşük olduğunu anlayıp aslında içsel bir inanç taşıyıp taşımadığını bilir.

Birçok değişkenin etkisinde şekillenen öz yeterlik gücünün birey üzerinde yarattığı sonuçlar konusunda yapılan birçok araştırmada öz yeterlik gücünün gelişiminin iş başarımını, akademik başarıyı ve bağımlılıkla, fobilerle mücadele gibi sağlıkla ilişkili davranışları pozitif yönde etkilediği bilinmektedir. Öğretmen adaylarının etkili öğretim yöntemleri ve sınıf yönetimi konusundaki öz yeterlik inançlarının mesleklerinin ilk yıllarındaki iş verimliliklerine etkisinin araştırıldığı bir çalışmada öz yeterlik gücü yüksek öğretmenlerin çalışmaya başladıkları ilk yıllarda daha istekli, motive ve verimli bir şekilde çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca bu öğretmenler öğrencilerinin zor öğrendiği durumlarda bile onlara bir şeyler öğretmek amacıyla daha uzun süre çalışmış, ısrarcı bir tutum sergilemişlerdir (Milner, 2002 Akt. Arastaman, 2013). PISA 2003’e katılan Japonya, Finlandiya ve Türkiye’den elde edilen veriler kullanılarak öz yeterlik gücünün, içselleştirilmiş motivasyon, kaygı ve matematik başarısı arasındaki ilişkisini araştıran bir çalışmada ise öz yeterlik gücü, içselleştirilmiş motivasyon ve kaygının matematik başarısını doğrudan etkilediği görülürken öz yeterliğin ayrıca içe yönelik motivasyon ve kaygı aracılığıyla da matematik başarısını pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır (Yıldırım, 2011).

Öz yeterlik gücünün, akademik başarı, iş başarısı veya amaçlanılan herhangi bir hedefe hazırlık sürecindeki doğrudan sonuçları bilişsel, motivasyonel, duygusal ve seçimsel süreçler olmak üzere bireyde birçok farklı yönden gerçekleşmektedir.

Stratejik esneklik, bilişsel beceriklilik ve çevresel zorlukların üstesinden gelmede etkililik bireyin yüksek öz yeterlik gücünün bilişsel süreçteki özelliklerindendir. Öz yeterlik gücü yüksek bireyler bilişsel süreçte başarılı sonuçları gözlerinin önünde canlandırırlar ve sorun çözme çabalarını yönlendirmesi için bunları kullanırlar. Motivasyonel bir seviyede, güçlü öz yeterlik inançları olan insanlar, zorlayıcı hedefler koyarlar. Engelleri aşılabilir görürler, amaçlarına ulaşmak için ısrarla çalışırlar, güdülenmenin yüksek bir enerjide olmasıyla daha fazla çaba sarf ederler ve başarısızlığı, beceri eksikliği gibi kontrol edilemez faktörler yerine yetersiz çaba, yetersiz strateji veya olumsuz koşullar gibi kontrol edilebilir faktörlere atfederler. Olumsuz sonuçları böyle kontrol edilebilir nedenlere bağlamak iş karşısında yılmazlık gücünü son derece artırırken olumsuzluklar karşısında güdülenmenin zayıflamasını da önler. Zira birey kolaycı bir psikolojiyle dışsallaştırma yaptığı zaman, yani olası bir olumsuzluk karşısında kendi payını değil de sıklıkla dışsal etkenleri yargıladığı, olumsuz durumlar arkasında yönetemediği etkenleri gördüğü zaman büyük bir yılgınlıkla olumsuz durumu hiçbir zaman aşamayacağı inancını geliştirir, dolayısıyla bunun sonucunda da problemi çözemez. Düşük öz yeterlik gücüne sahip bireyler zayıf öz yeterlik geliştirdikleri işteki olası bir olumsuzluk karşısında güçlü içsel inanç taşıyan bir bireye kıyasla çok daha kolay vazgeçip kaçıngan davranmaktadırlar. Öğretmen adaylarının etkili öğretim yöntemleri ve sınıf yönetimi konusundaki öz yeterlik inançlarının iş verimliliklerine etkisinin araştırıldığı çalışmada da öz yeterlik gücü yüksek olan öğretmen adaylarının bu nedenden dolayı istekli ve motive bir şekilde çalıştıklarını söyleyebiliriz. Öz yeterlik gücü yüksek öğretmenler öğrencilerinin zor öğrendiği durumlarda pes etmemiş ve ısrarcı davranmışlardır. Bu durum öz yeterlik gücünün birey üzerindeki motivasyonel süreçteki bir sonucuna örnek gösterilebilir.

Bandura (1989) ‘’İnsanların hedef karşısında kendi yeteneklerine olan inancının yalnızca motivasyonlarını değil riskli ya da zor durumlarda yaşanan stres ve depresyonun şiddetini de etkilediğini’’ belirtmiştir (Akt. Arseven, 2016). Duygusal tepkiler, düşünce ve davranış süreçlerini doğrudan etkileyebilir. Yüksek öz yeterlik inancının bilişsel sonucu olarak yorumlayabileceğimiz; insanların potansiyel olarak tehdit oluşturan durumları üstesinden gelinebilir zorluklar olarak yorumlaması düşüncesi de potansiyel riskler için endişe etmeyi, stresi azaltarak duygu durumlarını düzenler. Dolayısıyla öz yeterlik gücü yüksek bireyler söz konusu hedef karşısında acelecilikten uzak, rahat bir psikoloji içinde olurlar. Pisa sonuçları verilerinin incelenerek öz yeterlik gücünün içselleştirilmiş motivasyon, kaygı ve matematik başarısı arasındaki korelasyonunun incelendiği araştırmada, öğrencilerin sahip oldukları öz yeterlik inançlarının kaygı düzeyleri aracılığıyla matematik başarısını pozitif yönde etkilediğinin görülmesi öz yeterlik gücünün birey üzerinde yarattığı duygusal süreçteki (kaygı) bir sonucudur.

Dolayısıyla inanmanın gerçekten başarmanın yarısı olup olmadığını yahut yüzde kaçı olduğunu saptamak pek kolay olmasa da başarmaya inanmanın, başarının ön koşulu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bireyin belli kaynaklarla o güne kadar şekillendirdiği inancı, başarı için gerek koşulların layıkıyla elde edilmesini sağlayacaktır. Hatta öz yeterlik inancının birey üzerindeki farklı yönlerden sonuçları, bireyin daha en başından o işe atılıp atılmaması yönündeki kararını belirler. Yani birey sonucunu gözüne olumsuz olarak kestirdiği işe zaten kolay kolay başlamayacaktır. İnanmanın başarmanın yarısı olduğu yönündeki çokça meşhur bu söze istinaden inanmaya karşı çalışmayı savunanların başarıya inanma durumunu pek kavrayamadıklarını söyleyebiliriz. Zira zaten öz yeterlik inancı yani başarının elde edileceğine dair inanç, çalışmanın ön koşuludur. Daha da doğrusu layıkıyla çalışmanın, olumsuzluklar karşısında yılmadan, motive bir şekilde ve dışsallaştırma yapılmadan bireyin zayıf yönlerinde gelişim de gösterebileceği imkanını veren şekildeki bir çalışmanın ön koşuludur. İnanmak başarmanın gerçekten yarısıdır; yani yarısını elde etmeden bütüne asla ulaşamayız ve inanmak başarmanın ön koşuludur çünkü başarılacağına dair duyulan inanç başarmak için gerekli tüm çalışmayı, organizasyonu, motivasyonu ve yılmazlığı bireyin gerçekleştirmesini pozitif yönde etkiler.

Bireyin sonuca ulaşmak için gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündüğü eylemlerin gerçekten onu hedefe ulaştırmakta işe yarayacağını bilmesi ve bu eylemleri yapabileceği konusunda kendisine inanması; yani güçlü bir öz yeterlik inancına sahip olması başarı için bir ön koşuldur. Çünkü bunlar bireyin plan yapabilmesini, riskleri görebilmesini, tam gücüyle çalışabilmesini sağlar. Bunlar da başarının önünde oluşabilecek zorlukların aşılabilmesini kolaylaştıracaktır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle: ‘’Zafer ‘Zafer benimdir.’ diyebilenindir.’’ Zaferin kendisinin olacağını içsel bir inanç etkisi sonucunda söyleyen kişi kelimenin tam anlamıyla zafere giden yolu tanımaktadır. Yolu, riskleri, güçlükleri bilmektedir, bunun sonucunda organizasyon yapabilmektedir ve bu organizasyon çerçevesindeki görevleri nasıl yapabileceği konusunda da yetkin ve stratejik esnekliğe sahiptir. Çünkü ancak bu şekilde bir kişi hedefine ulaşma sürecinin sonucunu kestirebilir ve zafere ulaşabileceğini düşünebilir. Hedefe gitme yolunda bir plan geliştiremeyen, ortaya çıkacak pürüzleri ön göremeyen, yapması gerekenleri yapabileceğine dair kendisinden emin olmayan hatta yapmasını gerektiğini düşündüğü eylemleri yapsa dahi işe yarayacağından emin olmayan, düşük motivasyonlu birisi kesinlikle işin başındayken başarıya erişebileceğine inanıp da samimi bir şekilde başarılı olacağını ifade edemez.

Öz yeterlik kavramı en güzel deyişle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle özetlenebilir:

Zafer ‘’Zafer benimdir.’’ diyebilenindir; başarı, ‘’Başarılı olacağım.’’ diye başlayanın ve ‘’Başarılı oldum.’’ diyebilenindir.

Yazar: Süleyman Kıllı

 

KAYNAKLAR

Akengin, H., Yıldırım, G., İbrahimoğlu, Z., & Arslan, S. (2014). Öğrencilerin coğrafya dersine ilişkin öz yeterlik algıları ile akademik başarıları arasındaki ilişkinin incelenmesi.

Arastaman, G. (2013). Eğitim ve Fen Edebiyat Fakültesi Öğrencilerinin Öz-Yeterlik İnançları ve Öğretmenlik Mesleğine Karşı Tutumlarının İncelenmesi. Journal of Kirsehir Education Faculty14(2).

Arseven, A. (2016). ÖZ YETERLİLİK: BİR KAVRAM ANALİZİ. Electronic Turkish Studies11(19).

BAYRAKCI, M. (2007). SOSYAL ÖĞRENME KURAMI VE EĞİTİMDE UYGULANMASI. Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (14), 198-210.

Burger, J. M. (2006). Kişilik. Kaknüs Yayınları.

Carr, A. (2016). Pozitif psikoloji. Çev. Ümit Şendilek). İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Kotaman, H. (2008). Özyeterlilik inancı ve öğrenme performansının geliştirilmesine ilişkin yazın taraması. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi21(1), 111-133.

Şenol, F. B., & ERGÜN, M. (2015). Okul öncesi öğretmen adayları ile okul öncesi öğretmenlerinin öğretmenlik mesleğine yönelik öz-yeterlik inançlarının karşılaştırılması. Journal of Theoretical Educational Science, 300.

Yildirim, S. (2011). Öz-yeterlik, içe yönelik motivasyon, kaygı ve matematik başarısı: Türkiye, Japonya ve Finlandiya’dan Bulgular. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi5(1), 277-291.

YAZAR BİLGİSİ
Süleyman Kıllı
Süleyman Kıllı, 1997 yılında Erzurum’da doğdu. Antalya’da yaşamaktadır. Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünden mezun olmuştur. İlgi alanları arasında mesleği gereği ve akademik olarak takip ettiği bilim dalı olan psikoloji dışında sanat, edebiyat, felsefe ve tarih gibi çeşitli alanlar bulunmaktadır. MozartCultures’ta danışma psikolojisi, gelişim psikolojisi ve derinlik psikolojisi başta olmak üzere psikolojinin birçok alanında makaleler yazmaktadır.
YORUMLAR

  1. Muhammed dedi ki:

    Teşekkürler Süleyman Kıllı sayende sınavımdan 100 ile 95 alcam Allah’ın izniyle böyle yazılar yazmanaya devam