Müzik Köyü Röportaj | Müzik ve Doğanın İlişkisi

30.03.2021
Müzik Köyü Röportaj | Müzik ve Doğanın İlişkisi

MozartCultures Müzik Ekibi ile Müzik Köyü platformunun söyleşisidir. Keyifli okumalar!

Rıdvan:

Kısaca MozartCultures’tan bahsetmeye başlayayım. MozartCultures sadece bir Instagram sayfası değil. Sosyal medyanın diğer mecralarında da var: Twitter, YouTube, Discord, Spotify ve internet sitesi.

2017’de açılmış, öğrencilerden oluşan bir topluluktur. Gelecekte ve geçmişte var olan bir zamana ve mekâna göre değişmez fikirler var, bu fikirler dünyanın içerisinde olan fikirler. Gençler de aslında bu fikirleri geleceğe taşımak için araç aramış ve o zaman şartlarıyla bir internet sitesi kurmuşlar mozartcultures.com diye. Bu internet sitesinden yola çıkarak bu topluluk biraz daha büyümüş ve gerekliliklerden dolayı daha iyi nasıl aktarabiliriz diye düşünürken sosyal medya hesapları açıldı ve hepsinin ortak özellikle şu: Sanatı ve bilimi güneşin doğup battığı her yere yayabilmek.  Önemli olan, bunu hep birlikte başarmaya çabalamak. Ekibimiz büyüyor yavaş yavaş, yaklaşık 80 tane genç gönüllüden oluşan bir ekibimiz var. Bu kişilerin bazıları kendi alanlarında uzman, bazıları değil ve geldiklerinde neyi, nasıl daha iyi yapabiliriz diye düşünüyorlar ve ihtiyaç ne ise onu öğrenmeye çabalayıp onunla ilgili bir çalışma yapıyorlar. MozartCultures içerisinde böyle bir ekip var. Profesyonel anlamda çalışanlar da var. Bilmeyenler için kısaca biz, Aytaç Bey gibi ruhen genç olanların bir şeyler yapabileceğine inanıyoruz. Zamanında atılımları ve başarma arzusuyla dolu olan gençler tek başına oldukları için ya yarıda bıraktılar ya tamamen vazgeçtiler.

Biz bir şeyler yaparak bir şeylerin değiştirilebileceğini inanıyoruz çünkü gelecek bizim elimizde, geleceğe hep umutsuzlukla bakıyoruz ama belki bir umut biz onu güzelleştirebiliriz. O yüzden bizi dinleyen bizi takipçilerimizi davet ediyoruz. Discord kanalımıza gelin sohbet edelim, fikirler üzerinde tartışalım. Farklılıkların bizi ayırdığını değil, bizi birleştirdiğini düşünüyoruz O yüzden herkese saygımız var. Şunu da unutmamak gerekiyor ki bizim aramızda din, dil, ırk, sosyal statü ayrımı yok, hepimiz biriz. O yüzden ben Burak’ın ya da Hande’nin dini veya siyasi görüşünü bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum, bunlar bizi ayrıştıran şeyler. Bunların dışındaki her şeyi konuşabiliriz; fikirleri, sanatları, filozofları konuşabiliriz örneğin.

Aykut’la Genel Yayın Yönetmeni’yiz ama şu da var Hande ve Burak da bizimle aynı söze sahip. Hepimizin bir “title”ı var ama bu demek değil ki sadece benim sözüm geçecek. Hepimizin fikirleri var ve ortak fikirlerimizi uyguluyoruz.

Buyrun Aytaç Bey, müzik köyü nedir? Sadece Müzik Köyü konuşmayacağız. Kültür, sanat konuşacağız ve  müzikle başlayacağız. öncesinde Müzik Köyü’nden bahsetmenizi isteyeceğim. Sonra da sorularla devam edeceğiz.

 

Müzik Köyü Temsilcisi Aytaç Bey:

MozartCultures’ın ilk yayınında Müzik Köyü’nü davet etmiş olduğunuz için Müzik Köyü adına gerçekten teşekkür ediyorum. Bizler bağımsız bir biçimde 2015’ten bu yana temel felsefesini müzik ve doğa ilişkisi üzerine kuran bir proje olarak Müzik Köyü yolculuğu içerisindeyiz. Müzik Köyü için aslında söylenebilecek ve çok şey var. Projeyi Fethiye’de 2015 yılında defa hayata geçirdik.  2015’ten öncesi de var ancak Müzik Köyü ekibinin birbirini bulması 2015’e denk geliyor. Hiç birimiz diğerimizi tanımıyorduk, sosyal medyadan bulduk. Birbirini bulmazdan evvel birbirini tanımaksızın birbirine benzeyen şeyler yapıyormuş bu ekibin üyeleri. Genel Sanat Yönetmeni’miz Mehmet Günay var, şu an Ağrı’da müzik öğretmeni ve aynı zamanda üç telli bağlama, piyano gibi çeşitli enstrümanlar çalıyor.  Aynı zamanda da Müzik Köyünün sanat yönetmeni. Müzik ile ilgili yaptığı çalışmalar özellikle Çukurova bölgesindeki geleneksel müzikle ilgiliymiş  ben onu tanımazdan evvel. Bulunduğum yer Fethiye, Fethiye’deki kadim müzik geleneklerini plan proje çerçevesinde değil, tamamen kendimi iyi hissettiğim bir şey olduğunu düşündüğüm için, bu yaşadığımız bölgedeki çeşitli müzik kültürlerini ve bu kültürleri karşılıksız bir biçimde yaşatmaya çalışan aktörleri, isimsiz kahramanları yerinde görme trafiğini yaklaşık olarak 2009-2010’da başlattım diyebilirim. Arada yurt dışında yaşadım iki buçuk üç yıl kadar. Zengin bir müzik kültürüne sahip, hem adalarda hem de ana karada, yaşadığım dönemde de çeşitli bölgelerde gönüllü olarak köy köy, motif motif müzik gelenekleri değişmekte olan Yunanistan’da da bulundum. Orada bulunduğum süre içerisinde kayıtlarını aldığım, tanıştığım insanlar oldu.Bu bileşenlerin hepsi bir araya gelince 2015 yılında internetten birbirimizi bulduk, içlerinde en büyükleri benim ve bizim ekibimiz de oldukça genç bir ekip. Çekirdek kadromuz sizinki kadar kalabalık olmasa da, üç kişiyiz, yaz dönemlerinde kalabalıklaşıyoruz. 2014 sonunda buldular bu arkadaşlar, dediler ki “Abi bir şeyler yapmak istiyoruz, sen de katıl istiyoruz.”.  Baktım genç arkadaşlar ve hakikaten o zaman için Mehmet beni çok şaşırtmıştı. Anadolu’daki ve dünyadaki müzik geleneklerine, çağdaş müziğe olan bakış açısı, beni şaşırtmıştı. O denli genç birinin, o denli bana yakın baktığını görmek açıkçası o zaman beni şaşırtmıştı. Yine aynı şekilde daha sonradan aramıza katılan ve Ankara’da yaşayan Damla, onunla biraz da sosyal medyadan dolayı tanışıklığımız vardı gerçi. Bu ortak bakış açıları, 2014 sonunda birbirimizi bulmamızı sağladı ve 2014’ün sonunda internet üzerinden müzikle ilgili yaptığımız çeşitli röportaj ve araştırmaların sonuçlarını veya haberler yayımladığımız bir internet dergisi serüvenimiz vardı ve hemen ardından da ufak tefek bazı çalışmalarımız yine oluyordu ama esas 2015 Mayıs ayında Fethiye’de, dünyaca ünlü Kayaköy var, burada ekibin tüm üyeleri 25-30 müzisyeni bir araya getirerek tamamen kendi imkânlarımızla, herhangi bir destek, sponsorluk olmadan Kayaköy’ün etrafında yaşayan çeşitli ustaları, kaynak kişileri, üç telli ustaları, kabak, kemane vb. davet ettik. Özellikle bu bölgenin karakteristik özelliklerini yansıtan enstrümanlardı bunlar. Bu enstrümanlarla küçük bir konser yaptık ve hatta bu konserde tesadüfen burada olan Fransız bir arkadaşım, Bulgar kemençesi gadulka ile sahneye çıktı. Hoş ve güzel başlangıç oldu o konser çünkü herhangi bir arkanızda olmadan, yani gerek yerel yönetimler, gerek genel anlamda merkezden herhangi bir destek olmaksızın böyle bir şeye girişmemiz ve turistlerin ilgisini çekmesi, önceki çalışmalarımıza göre sürekli üzerine koya koya gitmesi… Ben dedim ki bir gün çocuklara, “Arkadaşlar, biz her attığımız adımda bir öncekine göre daha iyi gidiyoruz. İnsanların reaksiyonu daha güzel. Benim 13 yıllık hayalim, çeşitli müzik geleneklerinin peşinde koşuyoruz. Dinleyici olarak az gibi görünüyoruz ama az değiliz, dağınığız sadece. Dünyada ve Türkiye’de ana akımda görünen ‘star’larla pek işi olmayan bizler aslında az değiliz bence sayıca, dağınığız sadece. Bir araya gelelim ve bu müzik gelenekleriyle ilgili yaptığımız çalışmaları, ustaları, akademisyenleri, dünyanın farklı yerlerinden ulaşabileceğimiz müzisyenleri, bir araya getirelim.” Müzik Köyü’nün aslında fikri buydu. Ekibin o zamanki üyelerinden gelenler, gidenler oldu. Çok ciddi bir heyecan yarattı bu. Bir tanesi “abi okulu bırakıp geliyorum, anlattığın fikir çok hoş.” dedi. Biz o dönem yani 2015 yılının Ağustos ayında, elde ettiğimiz motivasyonla Müzik Köyü’nü hayata geçirdik. Müzik Köyü kısacası böyle kuruldu.

Aykut:

Sizin anlattıklarınızdan bir soru geldi aklıma. Merak ettim, öğrenmek istiyorum. Daha doğrusu yorumunuzu merak ediyorum. Müziğin Doğa ile ilişkisi biraz anlatır mısınız bize? Az önce söylediniz ya “Ağaçların altında derslikler yapıyorduk, Ege Üniversitesi’nden geldiler diye.”

Aytaç Bey:

Ben aslında müzisyen değilim, öncelikle onu söyleyeyim. Şimdi söyleyeceklerimi biraz böyle ölçerek tartarak söylemeye çalışayım, yanlış bir şey söylemek istemiyorum. Yani hasbelkader iyi bir müzik dinleyicisi olmaya çalışıyorum ve 2015’ten beri diğer arkadaşlarla birlikte Müzik Köyü’nün işçiliğini yapıyoruz. Müzikle doğa ilişkisinin çocukluğumdan itibaren iyi bir dinleyicisiydim. Müzik aletlerini çalmaya uğraştık. Anadolu’nun farklı köşelerindeki müzik geleneklerinin peşine düştükten sonra gözlemlediğim, hem duyduğum hem de okumalarımın bana sağladığı sonuçlardan bir tanesi şu oldu: Aslında bu ustaların çoğu doğada bulunan sesleri olduğu gibi icra ettikleri enstrümana aktarıyor. Bunu ben ilk gördüğüm, hissettiğim ya da duyduğum zaman hakikaten bu bana çok çarpıcı gelmişti.  Çünkü bu gözle müzik dinlemiyor insanlar. Bence geçmiş dönemi de bu bakış açısıyla yorumlamıyoruz. Sadece dinliyoruz, tüketiyoruz ve geçiyoruz. Oysa binlerce yıllık bir birikimin ürünü olan bir saz var ortada ve diyelim ki bu saz, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde bugüne kadar gelmiş ve üstelik doğada duydukları sesler dışında araya başka hiç ses girmemiş, bu son derece çarpıcı bir şey. Yani gerek alaylı olmalarından kaynaklı gerek kulak hafızalarına tamamen çocukluklarından itibaren bu ustaların kendi duydukları müziklerin girmiş olması işi benim açımdan son derece heyecanlı kılıyor. Bu bağlamda müzikle doğa ilişkisini bugün nerede görüyorum, çok karamsar değilim. Bir taraftan merkezin çevreyi yuttuğu, kültürleri birbirine benzer hale getirdiği bir durum var. Yani merkez, yerel kültürleri kendisi gibi yapmaya, kendisine benzetmeye çalışıyor. Bu, müziğin endüstriyelleşmesi ile alakalı bir şey. Buna rağmen çok karamsar değilim. Gidişat çok iyi değil gibi görünüyor olsa da -kültür, sanat politikaları ve bunların içindeki eksikler veya yanlışlar gibi olumsuz bir sürü etmen gibi- bir taraftan köy köy dolaşıyor ve doğusuyla, batısıyla bir sürü yeri gözlemliyoruz. Gözlemlerimize göre, amiyane tabiriyle her taşın altından acayip bir kültür fışkırıyor. Gittiğimiz yerlerdeki insanlar, herhangi bir gaye ile -örneğin bu işten 1 koyayım, 5 alayım gibi ticari mantıkla- değil, tamamen ustasından öğrendiği şeyleri eserde daha doğrusu enstrümanda çıkarsız bir biçimde uygulamaya çalışıyorlar. Bu kültür bana çok çarpıcı geliyor ve Müzik Köyü’nde bu bağlamda her sene, dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen profesyonel müzisyenler ve üniversitelerde yer alan akademisyenler çalışmalar yapıyor. Biz usta çırak ilişkisini çok önemsiyoruz. Ustalarımızı yani bu kaynak kişileri, her sene imkânlar dahilinde Müzik Köyü’nde buluşturuyoruz. Örneğin Müzik Köyü’nde Béla Bartók isimli çok önemli bir etnomüzikolog bulunuyor.

Dünya tarihinde, Macar bir besteciyi klasik müzik severler yakından tanırlar.  Bu bestecinin bir önemli özelliği daha var. Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’ya gelerek Anadolu’da hakikaten enikonu düzgün ilk etnomüzikolojik araştırmaları sahada yapmış bestecidir. Bu enteresan bir durum ve hakikaten bugünkü Adana, Antep, Osmaniye civarlarında, gerek sosyolojik, gerek antropolojik, gerekse müzikolojik birçok şeyi kayıt altına almış olması bizi etkilemiştir. O nedenle, aslında Müzik Köyü’nün, müzik ve doğa ilişkisini kurabilmek için bir motto -Müzik Köyü’nün de 2015’ten beri mottosu Béla Bartók’un söylediği bir söz- kısaca söylemek gerekirse “Topraktan kopuk müzik ölmeye mahkûmdur.” diyor.  Burada çok ciddi bir duruş var. Bir karşı duruş da var aslında. Belki çok geçmişte söylenmiş bir söz ama bugüne hatta tüm zamanlara ışık tutuyor. Diğer sözü de “Konservatuarlarınızı dağlara kurun.” Bu da önemli. Romanya’da da aklıma ilk gelen Macaristan’ın kırsalında da araştırmalar yapmış geleneği bugüne taşıma noktasında önemli bir noktada duran bir akademisyen olmasıydı. Deri koltuğunda oturan, sıcak odalarda klimalı falan bir akademisyen olmayı tercih etmemiş bir insan. Çizmelerini, pabuçlarını çamura bulayaraktan Anadolu müzikleri ile ilgili çalışmaları yapmış. Bu bağlamda Müzik Köyü’nün aslında doğa ile ilişkisini en güzel özetleyecek şey Béla Bartók’un az önce bahsettiğim sözleri de diyebilirim.

Hande:

Yurtdışındaki müzisyenler ve onlarla yapmış olduğunuz projeler nelerdir?

Aytaç Bey:

Üzerine saatlerce konuşulabilir ama zaman yetmeyeceği için kısaca şunu söylemek istiyorum. Anlaşma iki devletin ya da devletlerin kendi arasında yaptığı anlaşmalarla çizilen sınırlarla müzik coğrafyasının sınırları aynı değildir. 2017 yılında Hakkari’de bulunduğumuz bir dönemde, katıldığımız bir düğün çok otantikti ve adeta her saniyesi ritüel havasındaydı. Güney Kore’de bir festivalden davet almıştık. 3 hafta sonra Güney Kore’ye gittik ve orada duyduğumuz sesler, Dengbej Korosu’nda duyduğumuz seslere benziyordu. Bunlardan bir tanesi de Güney Kore ve Kuzey Kore sınırında yer alan, bazı bölgelerde oradaki birkaç köyde hâlen devam eden müzik kültürleri ile alakalı bir performanstı. Orada da soundcheck sırasında -bu arada Güney Koreli ekibin tamamı oranın yerlisidir, tıpkı Hakkari’deki Dengbejler gibi- olağanüstü bir ses uyumu vardı. Çünkü ayakları hakikaten toprağa basıyor, köklerden gücüne alma olayını hissettiriyor; hiçbir şey duymazsanız da hiçbir şey anlamasanız da etkiliyor sizi. Güney Kore’deki ekipten duyduğum seslerin aynısını 3 hafta önce Hakkari’de duyduğumu fark ettim. Arada yaklaşık 12000-15000 kilometre uzaklık vardır. Sonra çevirmenimize dedim ki “Ne anlatıyor bunlar, ne anlatıyorlar?” Sahnede bir kareografi var; bir tarafta enstrüman çalıyorlar, kendi dillerinde şarkılar söylüyorlar. Bizim buradaki imece türküleriyle aynıydı. İnsanların derdi aslında aynı. Bir insanın derdi diğer insanlarla ortak. Seviyorlar, aşık oluyorlar, kavuşabiliyorlar ya da kavuşamıyorlar. Göçe zorlanıyorlar ya da savaşlarla boğuşuyorlar,  açlıkla boğuşuyorlar. İnsanların hâlleri dünyanın her yerinde asla aynı değildir. Bu anlamda biz, yurtdışı ayağını çok önemsiyoruz. Çünkü Müzik Köyü, hakikaten köye uygun coğrafyayla açılmıştır ve ülkelerarası aynı olmadığına inanan bu konuda da ısrar eden bir anlayışa sahip. Bu yüzden de bugüne kadar Suriyeli müzisyenler, İspanyol müzisyenler, Girit’ten olanlar -özellikle Girit diyorum, çünkü hakikaten Yunanistan’daki müzikle adalardaki müzik birbirlerinden bambaşka- Yunanistan’ın farklı bölgelerinden Fransa’dan, İran’dan, Ermenistan’dan, Hindistan’dan, Almanya’dan müzisyenler Müzik Köyü’ne geldi. Buradaki bütün atölyelerde aslında karşılıklı etkileşimi sağlamaya çalıştık Müzik Köyü’ne gelen insanlar da geleneklerine bağlı ve müziğe tutkulu insanlar ama bir taraftan da gördükleri gerçek bu karşılıklı etkileşim. Yani Yunanistan’dan gelen bir müzisyenle Türkiye’nin herhangi bir bölgesinden gelen müzisyenin aynı hikâyeye sahip olduğu hatta aralarında müzikal anlamda benzerliklerin ya da farklılıkların olduğu direkt görülebiliyor. Müzik Köyü’nün bu anlamdaki uluslararası düzeyini mümkün oldukça sürdürmeye çalışıyoruz. Elbette karşımıza zorluklar çıkıyor. Bugün yurt dışından müzisyen dostlarımızla bir araya gelmeyi istiyoruz fakat ekonomik koşullar dolayısıyla bu çok zor oluyor. Tabii yine de dünkü koşullara rağmen bugüne kadar buraya 8-10 farklı ülkeden birçok müzisyen gelmiştir. Hepsinin de ortak noktası gerçek müziğin doğaya en yakın üretilen müzik olduğuna inanan müzisyenler olması diyebilirim. Kısacası Müzik Köyü’nün ulusal kısmı dışında uluslararası projeler de yürütmeyi düşünüyoruz. Hatta pandemi nereye götürür bizi bilmiyorum ama önümüzde uluslararası boyutlu etkinlikler var. Zaten sizinle tanışmamız da bu uluslararası çalışmalar vesilesiyle olmuştu. Solon Lekkas’ın vefatı üzerine Instagram’da yayımladığımız bir post üzerine Solon ile ilgili MozartCultures’da bir yazı yayımlamak istediğinizi söylemiştiniz. -Bilmeyenler için Solon, önemli bir Midillili şarkıcı olup Tony Gatlif’in Son Cem isimli filminde de zeybek oynamıştır.-. Kısacası genel olarak baktığımızda Yunanistan, İran ve Almanya ile bağımız çok fazla. Bu yüzden onlarla ortak projeler yürütmeyi çok istiyoruz. Bir yandan da bu işler hem zaman hem plan hem de ekonomik yeterlilik istiyor. Yani birtakım planlarımız var ama bu planları nasıl ve ne zaman hayata geçireceğimizden emin olamıyoruz. Bu planlar şimdilik bir fikir olarak kalıyor.

Rıdvan:

Bu röportajı yaptığımız Türkiye ekibimiz dışında farklı ekiplerimiz daha var. Aralarında Türk ekibinden olup yurt dışında yaşayan ve yurt dışı vatandaşı olan kişiler var. Amerika, İspanya, İtalya ve Portekiz’deki gönüllü gençlerle de MozartCultures olarak biz çalışıyoruz. Az önce de belirttiğiniz “insanlarda dertler hep aynı” kısmı çok doğru. Araya bir bayrak veya sınır farklılığı girdiğinde sanırım insanlar birbirlerinden farklı olduklarını düşünüyorlar. Örneğin Berlin Duvarı’nı ele alalım. Sınırları ortadan kaldırınca farklılıklar yerine benzerlikleri görmeye başlıyoruz. Biz de pandemi döneminde Cambridge ve Yale Üniversitelerinden felsefe profesörlerine “Bir görüşme yapabilir miyiz?” diye yazmıştık. Büyük çoğunluğu bize olumlu cevap verdi. (Videolara YouTube’dan ulaşabilirsiniz). Sunay Akın’ın farklılıkların uyumunu müzikle bağdaştırarak anlattığı çok sevdiğim bir sözü var: “Orkestra gibi aslında insanlık, herkesin kendi bir çalgısı var ve herkes kendi çalgısında kendi sesini çıkarıyor. Bu farklılıklar bir araya geldiğinde bir senfoni ortaya çıkıyor. Yalnızca orada bilinmesi ve uyulması gereken gereken bir kural var: Herkesin nota bilmesi ve ortak notaya uyması gerekiyor.” Biz de galiba bu notayı bulup birlikte yaşamayı öğrenir ve birbirimize saygı gösterirsek o orkestradaki senfoniyi oluşturabiliriz diye düşünüyorum. Kısaca yeni yayına giren podcast serimizden bahsetmek istiyorum. Gençlerin Frekansı diye bir seri bu. 14-18 yaş aralığındaki çocuklara çocuk haklarını öğrettikleri ICHILD diye çok güzel bir dernek var. Bu dernekte çocuklara gelecek ile ilgili ne yapacaklarını öğretiyorlar. Bahsettiğim gibi geleceği elinde tutanlar bu gençler ve bizler gibi gençlerdir. Bu çocuklardan 11 tanesi ile insan hakları, hayvanlar, doğa farkındalığı ve gelecek kaygısı ile ilgili konularda etkinlikler yapılıyor. Pandemide çoğumuz Zoom veya telefon üzerinden görüşürken 14 ila 18 yaş aralığındaki bu çocuklarla kimse ilgilenmiyor

Gençlerle konuşmaya başladığımızda Sokrates’in bir sözünü anımsadık: “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”. Ne kadar çok öğrenirsem o kadar bilmediğimi de öğreniyorum.

Seri, her cumartesi saat 17.00’da YouTube ve Spotify’da yayımlanıyor. Bunların yayılması konusunda bunu okuyan herkesten ekstra çaba sarf etmelerini istiyorum çünkü çok değerli olduklarını düşünüyorum. Biz her dinlediğimizde etkileniyoruz ve serinin herkesi etkileyeceğini düşünüyoruz. Bu çocuklara kulak vermek gerekiyor, onları dinlerken kendi içimizdeki çocuğa da kulak vermiş oluyoruz. Dinleyiciler de kendilerinde unuttukları veya kaybettikleri bir şeyi fark edeceklerdir.

Aytaç Bey:

Müzik Köyü kış dönemlerinde, daha çok yaza hazırlık yapar ve etkinlikler, yazın 2 hafta şeklinde planlanır. İmkânlar kısıtlı olduğu için -örneğin her şeyden önce ana yerleşkemiz yok vs.- imkânları biraz artırmaya çalışıyoruz şu an. 2016-2017 Aralık ayında yani kış döneminde ilk defa 48 saatlik bir festival düzenledik. Bu festival, Fethiye’nin çeşitli yerlerine mobil biçimde giden bir festivaldi. Dünyanın ve Türkiye’nin farklı müzik türlerini taşımaya çalıştık. Mesela ne yaptık? Fethiye’nin en uzak iki dağ köyünü seçtik. O iki köyde bulunan köy okullarındaki çocuklarla bir araya geldik. Şehir merkezine giderek buradaki engellilerle çalıştık. Yetiştirme yurdunda yaklaşık 30 kadar genç arkadaşımız, dostumuz vardı. Onlarla çalıştık. Akşam Fethiye merkezindeki salonda müzikal atölyeler şeklinde ana konser vs. verildi. Bu, beni -söylediğinize paralel olarak- o dönemde net etkileyen şeylerden birisiydi. Dağın başındaki, Fethiye merkeze biraz daha uzak olan köyleri seçmemiz bilinçliydi. O köylerdeki köy çocuklarının, şehir merkezinde rehabilitasyonda bulunan ve özel olan çocukların durumu bende şöyle bir izlenim uyandırdı: Birçok imkân var gibi görünüyor ama programsızlık var, başıboşluk var ve bu programsızlık bence çocuk yaştakiler için çok önemli. Sadece okullarını bitiriyor, günlerini dolduruyorlar. Ama geçirdiğimiz o 48 saatlik süre içerisinde şunları gördük: Gerçekten planlı programlı biçimde çalışma yapılsa inanılmaz şeyler çıkacak oradan. Bu sadece müzikle ilgili değil, birçok alanda böyle. Bunun tespitinin konması ve buna dair çalışmalar yapılması çok önemli. Bu nedenle keşke imkânlarımızı genişletebilsek, yaz kış sosyal sorumluluk projelerini sadece Fethiye değil; tüm Türkiye hatta dünyanın farklı yerlerinde iş birliği ile yapabilsek. Sizler gibi bizlere değer veren, zaman tanıyan, konuşmamız için fırsat veren arkadaşlarla niye iş birliği yapmayalım? Sadece şikâyet etmememiz lazım. Alternatif koymak lazım. Bu kısıtlı zaman dilimlerinde, birçok imkânsızlık içerisinde bilimde de sanatta da bir şeyler başarılabilmiş. O yüzden umarım bu dağınıklık da ortadan kalkar. Pandemi döneminde zaten bir sürü acı haber, özellikle ekmeğini müzikten kazanan insanların intihar haberleri, geliyor arka arkaya. Yani aslında dağınıklık dedim ama o sistemsizlik ya da eksikliği bir şekilde -en azından çeşitli iş birlikleri ile- gidermeye çalışsak bir nebze olsun belki toplumun çeşitli kesimlerinde çocuklara ya da kadınlara -özellikle köy kadınlarına- ulaşabiliriz. Örneğin hayallerimizden bir tanesi sadece köy kadınlarından bir koro kurmak. İşte bu konuda imkânlarımız, iş birliklerimiz genişler; iş birliği yapabileceğimiz çeşitli birimler olursa harika şeyler başaracağımıza da eminim.

Rıdvan:

Çağrıda bulunalım. Biz zaten bundan sonra beraberiz, daha çok şey yapacağız. Eğer bizi dinleyen ve bir şeyler yapmak ya da paylaşmak isteyenler varsa -özellikle imkânı olan kişilerden bahsediyorum- sosyal medya hesaplarımızdan yazabilir, sorularını sorabilirler. Herkese kapımız açık zaten, buradaki hiç kimse para veya herhangi bir şey beklemiyor; sadece bu güzellikleri paylaşmak istiyor. Biz her zaman, elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyoruz. İstekli kişileri de davet ediyoruz.

Burak:

Aytaç beyin söylediklerine harfiyen katılıyorum yani dünyanın neresinde olursak olalım, nereye gidersek gidelim müziğin dili hep aynı oluyor. Belki dillerimiz farklı ama biraz önce Aytaç beyin söylediği gibi insanlar topraktan alıyorlar müziğin ilhamını, gücünü. O zaman duygunun karşıya geçmemesi imkânsız oluyor. Müzik, dil ne olursa olsun her zaman bize bir şeyler anlatıyor ve gücünü topraktan, geçmişten, kültürden aldığı zaman müzikte, kendimize ait bir şeyler bulabiliyoruz.

Hande:

Aytaç bey ile bizi, Solon Lekkas ve müzik birleştirdi. İyi ki karşılaştık, çok mutluyum. İyi ki bu sohbeti gerçekleştirdik. Her şey için teşekkür ederim.

Aytaç:

Ben teşekkür ederim. Ayrıyeten MozartCultures bize böyle bir fırsat tanıdı. Kendimizi ifade edebileceğimiz alanlar, bağımsız kültür-sanat platformlarının kaderidir. Belki bizde bu alanlar biraz daha sınırlıdır ama sosyal medya yani teknoloji, bu noktada çok büyük kolaylık sağlıyor. Şu anda farklı şehirlerde olmamıza rağmen 4-5 pencere ile bir araya gelmiş olmaktan çok mutluyum. Önümüzdeki süreç içerisinde de, özelde müziğin ama genelde kültür denilen olgu ve toplumsal değişimin çok güçlü bir arayüz olduğu inancından hareketle Müzik Köyü, olumlu anlamdaki toplumsal değişime elinden geldiğince katkı sağlamaya devam edecek. Bu destek sadece Fethiye ile sınırlı kalmayacak, bulunduğumuz veya daha uzaktaki yerlere de çeşitli projelerle destek sağlayacağız. Dünyanın herhangi bir yerinden Müzik Köyü’ne gelen sanatçılar, para talep etmediler. Hepimizin ortak noktası: Pek de iyiye gitmeyen dünyada bir taraftan da iyi bir şeyler yapma isteği. Bunu koşulsuz şartsız yapmak istiyoruz. Müzik ve sanat bu noktada çok güçlü birer arayüz. Umuyorum ki önümüzdeki süreçte toplumsal değişime çok güçlü katkılar sunmaya devam edeceğiz.

Katılımcılara ve okuyuculara teşekkür ederiz.

ETİKETLER: ,
YAZAR BİLGİSİ
Coşkun Rıdvan Tüzemen
Rıdvan Tüzemen, 1992 yılında İstanbul'da doğdu. Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesinden mezun olan Rıdvan, daha sonra Nişantaşı Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği bölümünden mezun oldu. Şu an İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi. Geleceği inşa etmenin gençlere düşen bir sorumluluk olduğunu ve bunun yolunun felsefe, bilim ve sanat alanlarındaki değişmeyen kadim bilgileri günün şartlarına uyarlayarak mümkün olacağını düşünüyor. Mozartcultures da yazar olarak başladı. Şu an Genel Yayın Yönetmeni olarak sorumluluğu var.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.