RUHA DOKUNAN BİR BAŞKALDIRI: ROMANTİK DÖNEM EDEBİYATI

28.08.2019
RUHA DOKUNAN BİR BAŞKALDIRI: ROMANTİK DÖNEM EDEBİYATI

Romantizm 1800-1850 yılları arasında Avrupa’da edebiyatı, müziği, felsefeyi ve sanatı etkileyen entelektüel bir akımdı. Bu akım iki önemli tarihi olay sonucu doğdu. Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali. Sanayi Devrimiyle insanlık tarihindeki dönüm noktalarından birini tecrübe etti. Sanayileşme ile birlikte toplum daha önce hiç tecrübe etmediği makineleşmeyi hayatının farklı alanlarına almaya başladı. Seri üretim ve bunun sonucu olan ekonomik kazanç her ne kadar ilerlediyse insanlık ruhen o kadar geriledi. Üst sınıfın gücüne güç kattığı dönemde alt kesimde ne yazık ki zorlu çalışma koşulları altındaydı. On sekiz saat çalıştıkları rivayet edilen bu işçi grupları zaman içerisinde ruhen ve bedenen çöküş gösteriyordu. Özellikle çocuk işçiler paraya aç  patronların göz bebeğiydi. Hayatı henüz tecrübe edemeden can veren çocukların sayısı günden güne artıyordu. Bunun yanı sıra insanlar yaşadıkları hayata yabancı kalmaya başladı. Örneğin bir araba fabrikasında çalışan işçi hiçbir zaman sahip olamayacağı bir arabanın parçalarını üretmek için gece gündüz çalışırken emeğin farkında olmayan burjuva üretilen mala kolaylıkla erişim sağlayabiliyordu. Sanayi devrimi kadar etki bırakan bir diğer olay ise kuşkusuz Fransız İhtilali idi. Fransa’da başlayan bu uyanış tüm dünyada bir aydınlanmaya neden oldu. Devrimin yapı taşı olan özgürlük, kardeşlik ve eşitlik terimleri öncelikli olarak baskıcı devlete karşı gösterilen isyan gibi algılansa da bu düşüncelerin etkisi zaman içerisinde farklı alanlarda ortaya çıkmaya başladı. Siyasi ve sosyal hayatın yanı sıra bu iki devrim elbette ki edebiyatı da etkiledi.

(Fransız İhtilali, Fransa’daki mutlak monarşinin yıkılarak yerine Cumhuriyetin kurulması ve Katolik Kilisesinin reforma zorlanmasıdır.  )

Mina Urgan romantik akımın yarattığı kargaşayı engellemek için İngiliz Edebiyatı Tarihi kitabında şöyle bir açıklama yapar: ‘’Romantizm terimi ‘’romance’’ sözcüğünden gelir. Roma İmparatorluğuna bağlı ülkelerde konuşulan Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce gibi Latinceden türeyen dillere Fransızcada ‘’langues romanes’’, İngilizcede ‘’romance languages’’ denirdi. Bilim, dil, felsefe ya da ahlakla ilgili ağırbaşlı konuları işleyen çoğu yazılar Latince yazılırdı. Halkın benimsediği dillerde kaleme alınan öykülerle şiirler ise genellikle olağanüstü serüvenleri ele aldığı doğanın güzelliklerine yeni bir yer verdiği için ‘’romantik’’ sözcüğü zamanla bu gibi ögelerle özdeşleşti; alışılagelmedik olayları, doğanın değişik görüşlerini belirtmek amacıyla kullanılan bir sıfat oldu.’’ Kısaca romantizm birçok insanın aklında canlandırdığı ikili ilişkileri konu alan tutkulu aşkların dile getirildiği bir akım değildi. Batı Avrupa’da 18. yüzyıl ortalarında çeşitli yazar, şair ve düşünür tarafından başlayan bu akım kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. Romantik sanatçılar doğadan çocuğa, paradan inanca kadar birçok konuda alışılagelmiş kavramları yeniden yarattı. Yazarlar sanayi devrimi altında ezilen çocukların farkındaydı. Özellikle İngiliz edebiyatında bu çocuklar birçok yazar için ilham kaynağı oldu. Bu yazarlardan ilki birinci nesil romantik yazarlardan olan William Blake idi. William Blake tarımdan sanayileşmeye geçen toplumun belki de en iyi gözlemcileri arasındaydı. Hayat birden makineleşmiş insanlar da bu makinelerin arasında ruhen sıkışmış hissediyordu. Bu ani makineleşme elbette ki insanlardan bir şeyler alacaktı. En çok da çocuklardan. İşte tam bu noktada Blake Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları (Songs of Innocence and Experience) adlı şiir kitabında makineleşen dünyada sıkışıp halan çocukların saf ve temizliklerini anlattı. Blake’e göre çocuklar tecrübe kazandıkça kirleniyordu. Bu nedenle Blake içindeki çocuğu hiç öldürmek istemedi. Blake’i diğer romantiklerden ayıran diğer bir özellik ise onun şair kişiliğinin yanı sıra geliştirdiği ressam kişiliğiydi. Hem kendi şiir kitapları için hem de farklı dönem yazarları için birçok resim çizdi. Blake’in şiirleriyle beraber çizimlerinin de analiz edilmesi gerektiğine inanılır.

ruha-dokunan-bir-baskaldiri-romantik-donem-edebiyati-romantizm-blake
(Blake’in bazı şiirleri ve çizimleri)

Blake her ne kadar edebiyata farklı bir perspektif getirse de İngiliz edebiyatındaki romantik akımın kurucuları birinci nesil romantiklerden olan William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’dır. İkisinin birlikte çıkardığı Lyrical Ballads adlı şiir koleksiyonu romantik dönemin miladı olarak kabul edilir. Biraz derinlemesine araştırılma yapıldığında bu ikilinin yan yana gelmiş olması okurlara ilginç gelebilir. Karakter ve yazım tarzı olarak oldukça farklı alanlarla ilgilenseler de ikisi de ortak bir noktada buluşur; doğa ve doğanın kutsallığı. Eserlerinin çoğunu İngilitere’deki Göller bölgesinde yakaladığı ilhamla yazan Wordsworth eserlerinde genellikle doğayı kutsamayı amaç edinmişti.

ruha-dokunan-bir-baskaldiri-romantik-donem-edebiyati-romantizm-goller-bolgesi
(Wordswoth’e ilham veren Göller Bölgesi)

Sanayi devriminin beraberinde getirdiği acımasız koşullar insanları yarattığı kentlerden kaçışa itmişti. Bunun en iyi örneklerini Wordsworth şiirlerinde verir. Ekonomi alanında ilerlense de ruhen çöküşe geçildiğinin farkına varan Wordsworth bir çiçeğe, bir ağaca methiyeler düzmeye başlar. Wordsworth bir bakıma panteist bir yaklaşım sergiliyor denebilir. Panteizm her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı’nın, Evren’in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür. Panteistler kişileştirilmiş bir tanrıya inanmazlar. Tanrı inancının olmadığı bir dünya ise insanları boşluk hissine sürükleyebilir. İşte tam bu noktada Wordsworth uzun doğa incelemeri yaparak doğadaki kutsallığı yakalar ve huzurun doğayla bir olmakla geleceğine inanır. Wordsworth günlerinin çoğunu gezintilerle geçirirken Coleridge ise zamanını okumaya adamıştır. Hatta bu yüzden Coleride her ne kadar yakın arkadaşı olsa dahi Wordsworth’ün bu tavırlarını eleştirmek için yazdıklarına ‘’Wordswords’’ diyerek kelime oyunu yapmış, birçok eleştirmenin yüzünde tebessüm oluşturmuştur. Coleridge zamanının çoğunu okuyarak geçirir ama ne yazık ki bu yoğun tempo onu kısa zamanda bitkin düşürür. Ağrıları artmaya başlar. Bu ağrıları dindirmek için tek çare olarak opiumu gören Colerdige zaman içerisinde bu uyuşturucuya bağımlı hale gelir ve onsuz yaşayamaz olur. Bu bağımlılığı onun edebi kişiliğini de etkiler. Uyuşturucunun etkisiyle limitlerini aştığını böylece yeni dünyalara ufuk açabildiğine inanır. Hatta doğu kültürünün ve figürlerinin bolca bulunduğu Kubla Khan adlı şiirini opium etkisiyle rüyasında gördüğü rivayet edilir. Uykudan uyanır uyanmaz masanın başına geçen Coleridge rüyasında yakaladığı ilhamı kağıda dökmeye başlar ama aksi gibi bir arkadaşının ziyaretiyle, kapının çalmasıyla kaybeder. Bunun gibi birçok kez şiirlerini yarım bırakmak zorunda kalmıştır çünkü çoğu zaman ilhamı bilinci yarı açıkken yakalayabilir. Sonunda bu bağımlılığı onu paranoyaya sürükler. Coleridge çoğu kez delirmenin eşiğine gelir. Birinci nesil romantikler (Colerdige, Wordsworth, Blake) hayal gücünü eserlerine harmanlarlar. Sanayi devriminin getirdiği yoğun baskıyı yok etmek, Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlükçü ruhu yakalamak adına o güne dek kabul edilen tüm gerçekleri yok sayarlar. Edebiyat artık Fransız Devrimi öncülüğündeki anlayışla yeni dünyalara ufuk açar. Romantik sanatçılar yeni düzenin getirdiği kaosu, karmaşık şehir yaşamını eleştirirken doğayı ve saflığı kutsarlar. Her ne kadar adıyla yanlış bir anlam uyandırsa da romantizm bir kaçış değil tam tersine sanatçının düzene karşı gösterdiği bir başkaldırıdır.

Coleridge ve Wordworth

İlk kuşak bu başkaldırıyı gerçek anlamda yansıtmasa da ikinci kuşak İngiliz sanatçılar özgürlükçü kişilikleriyle bu başkaldırı ruhunu gerçek anlamda yansıtırlar. Aralarında Percy Shelley, Lord Byron, John Keats gibi önemli kişilerin bulunduğu ikinci kuşak gerçek anlamda yeniliğin önünü açmışlardır. Ancak Keats yirmi altı olmadan, Shelley otuz yaşında Byron ise otuz altı yaşında ölmüştür. Erken yaşta aramızdan ayrılsalar da devrimin getirdiği özgürlük, kardeşlik ve eşitlik ilkelerine bağlı kalmayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Byron gerek nazım biçimleri gerek yarattığı çizgi dışı karakterleriyle tartışmalara neden olan tüm zamanların en iyi şairleri arasına girer. Byron John Milton’un Kayıp Cennet (Lost Paradise)’ten sonra önemli İngiliz epik şiirlerinden biri olan Don Juan adlı eseri yazar. Bugün hepimizin aşina olduğu bu isim 18. yüzyıl romantik akımıyla doğar. Don Juan aşk idealleriyle dalga geçen, cinsel hazların ön planda tutulduğu yazıldığı döneme göre oldukça müstehcen sayılabilecek bir eserdir. İngiliz Edebiyatı 101 adlı kitapta Byron ve Don Juan için şöyle bahsedilmiştir: ‘’Byron aşkın doğal bir histen ziyade insanoğlunun suni bir icadı olduğun söyler. Don Juan romantizm ya da romantizmin yokluğu hakkında romantik bir şiirdir.’’ Birçok eleştirmen yarattığı bu karakteri Byron’la eşleştirse de bir bu kadar eleştirmen de aslında Byron’un çektiği yalnızlığı dile getirmek için böyle bir şiiri yazdığına inanır. Hem Byron için hem Don Juan’a atıf edilen bu hovarda yaşamın altında yatan bunalım bir sır olarak kalmıştır.

ruha-dokunan-bir-baskaldiri-romantik-donem-edebiyati-romantizm-lord-byron
Lord Byron

Hem yaşadığı dönemde hem sonrasında adını duyuran bir diğer isim ise Percy Bysshe Shelley’dir. Shelley henüz on sekiz yaşındayken Oxford’a gider ama burada gördüğü eğitim kısa sürer. Tanrıtanımazlığın Zorundalığı (Necessity of Athesim) başlığı altında yayımladığı broşürü öğretim üyelerine ve çevredeki piskoposlara vermesi onun okul hayatının sonunu getirir. Shelley o güne kadar inanılanın aksine ‘’Kanıt yoksa Tanrı da yok’’ diyerek tanrı tanımazlığını ilan eder. Çünkü ona göre bu zorlu yaşam koşullarını gören ve çözebilen birisi olmalıdır. Erken yaşta biten okul hayatı aslında onun için bir başlangıç olur. Okuldan kovulmasının ardından günlerini kitap okumaya adar. Günün on altı saatini okuyarak geçiren Shelley geri kalan kısım da ise üretmekle zamanını değerlendirir.

Mary ve Percy Shelley

Percy Shelley’nin bu kadar ünlü olmasının bir diğer nedeni ise ünlü filozof William Godwin ve ilk feministlerden olan Mary Wollstonecraft’ın kızları olan Mary Godwin-Shelley ile olan ilişkisidir. Percy erken yaşta Harriet adlı bir kadınla evlilik yapmış olsa da bu evlilik onu hiçbir zaman tatmin etmez. Percy’nin hayattan beklediği tek şey düşüncelerini paylaşabileceği bir kadınla beraber olmaktır ve bu hayali bir edebiyat toplantısında Mary Godwin ile karşılaşması ile gerçekleştir. Başka bir kadınla evli olduğu için ilişkileri onaylanmayan genç çift kaçmaya karar verirler. Böylece bu destansı aşk başlamış olur. Her ne kadar tutku hayatlarını sarsa da aşkın getirdiği hırçınlık da beraberinde gelir. Genç çift kısa sürede çevrelerinde birçok yakının ölümüne ve intiharına tanıklık etmek zorunda kalır. İsviçre’de Cenevre Gölü çevresindeki evde tatil yapan genç çift ve arkadaşları Byron, Dr John Palodiri bir gece uzun süreli elektrik kesintisinin ardından can sıkıntılarını gidermek için bir hikaye oyunu oynamaya karar verirler. Aralarından en ürkütücü hikayeyi yazan ödülü kazanacaktır. Yaşadıkları acı ölümlerin etkisiyle Mary o gece rüyasında Doktor Frankenstein’ın farklı vücut parçalarından yaratığı gören Mary Shelley uyanınca bunu kağıda döker. Ünlü düşünür ve bir edebiyatçının kızı olan Mary de ömrünü en az Shelley kadar okuyarak geçirdiğini kurduğu cümleler ve hayal gücüyle belli eder. Mary Shelley bir kitap yazmakla kalmayıp yeni bir akıma öncülük eder; o da gotik akımdır.

Gotik akım kısa sürede romantik akımın uzantısı haline gelir. Sıra dışı canlılar, hayaletler, ruhlar; karanlık şatolar, dar mahzenler bu akımın çıkış noktasıdır. Romantik akım genel olarak doğanın güzelliği ve kutsallığını keşfederken gotik akımda karamsarlık baskındır. Bu akım doğaüstü ihtimaller üzerine kurulur, bu da şüphesiz ki romantiklerin karanlık tarafa duydukları ilgiyi temsil eder. Romantik akımla ortak noktaları geçmişte aranan doğrulardır ancak gotikte Orta Çağ’a bir dönüş vardır. Gotik akımın o çağda ortaya çıkan karanlık, huzursuz hisleri taklit ettiği söylenir. Bu sebeple zindanlar, gizli geçitler, perili mezarlıklar, kasvetli şatolar konu alınır. Aslında tüm bu detaylar yabancılaşma sonucu doğan umutsuzluğun sembollerdir. O dönem yazarları bu umutsuzluğu açıktan açığa sunmak yerine edebiyatı kullanarak bu tarz bir gizemin peşinden koşarlar.

18. yüzyılda başlayıp 19’a dek süren romantik akım hakikat arayışı içinde geçmişe dönüşü temsil eder. Coleridge ve Wordswoth ile başlayan romantik dönem edebiyatı genel anlamda sanatta özgürlükçü estetiğin peşinden koşar. Edebiyatın dili halkın dilinde olmalı, herkese ulaşmalıdır. Dönem sanatçılarının ilham kaynakları her zaman doğa olmuştur. Dönemin zorlu koşullarından usanıp doğaya dönme, doğruyu bulma çabalarındaydılar. Hakikat ise tek bir şekilde mümkün olabilirdi; doğayla bir olarak. Tam bu noktada eserlerinde doğanın yüceliğini kutsamışlardır. Birçok dönem yazarı ve şairi tanrıtanımazlığı benimsemiş, sanatın dünyayı kurtaracağını düşünmüştür. Bunlardan en önemlileri ise John Keats’dir. En önemli romantik şairlerden olan Keats şairin şair olabilmesi için tüm kimliklerden uzaklaşması gerektiğini savunur. Tanrının olmadığı bir dünyada sanat insanların dini ise sanatçı da onların peygamberi olmalıdır.‘’Şair her şey ve hiçbir şey olmalıdır’’ der böylece herkese ulaşabilir. Keats çok küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra bunalıma girse de bu kötü ruh hali kısa sürer ve hayatın geçici olduğunun farkına varır. Anın peşinden koşmaya ve onu kutsamaya başlar.

John Keats

Romantik akım çıktığı tarihten itibaren gerçek anlamda hiçbir zaman kaybolmamış süregelen dönemlerde her zaman yazarları, şairleri ve düşünürleri etkilemiştir. Realizm ve modernizm zaman içerisinde daha ağır bassa da romantik akım her daim arka planda benliğini korumuştur. Romantik dönemde genel olarak mantıktan ziyade duygular hakimdir. Kutsal ve saf olan yetişkinlerden ziyade her zaman çocuklar olmuş, şairler çocuk figürüne eserlerinde bolca yer vermiştir. Hayal gücü ile insan limitleri aşıp olanın var olanın üzerine üretme yazarların ilham kaynağı olmuştur. Romantik sanatçılar yenilikçi ve devrimci kişiliklerini hayal güçleriyle harmanlayıp eserlerini yazmışlarıdır. Yaşamın getirdiği koşullar bir süreliğine de olsa kendi yarattıkları dünyada kenara bırakılmış ve insanlar mutluluğu tatmışlardır. Dönem sanatçıları bugün hala birçok kişiye ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.

Yazan: Bahar Bostan

Kaynak: Mina Urgan- İngiliz Edebiyatı Tarihi

Brian Boone- İngiliz Edebiyatı 101

BBC Romantics Documentary( Liberty- Nature- Eternity)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.