Seçimlerimizde Özgür Müyüz?

19.03.2022
Seçimlerimizde Özgür Müyüz?

“Kader” diye bir şey var mıdır? Meydana gelen her şey aslında önceden belli midir? Belliyse hayattaki seçimlerimizin ne anlamı vardır? Eğer önceden belli değilse seçimlerimizin bir şeye bağlı olmaması ve tamamen özgür olması gerçekten mümkün olabilir mi?

Bu sorular herkesin aklına bir şekilde gelmiştir. Cevap dinî gerekçeler veya hayata ilişkin birtakım inançlar öne sürülerek verilebilir. Ancak tarihte inanç değil de akıl yoluyla doğrunun ne olduğunu araştıran çok sayıda felsefeci olmuştur. Yani meselenin derinlerine inilmiştir ve tüm felsefe tarihinin en önemli çıkmazlarından biriyle karşı karşıya kalınmıştır. Bu çıkmaz, yani her şeyin belirli mi yoksa belirsiz mi olduğu hâlâ gizemini korumaktadır.

“Her şey belirlidir.” diyenlerin karşısında “Hiçbir şey belirli değildir, seçimlerimiz özgürdür.” diyen iki tarafın argümanlarının da makul tarafları vardır. Ancak bir taraftan da her iki görüş birçok makul eleştiri altındadır. Sonuç olarak net bir cevap yoktur.

Kadercilik

Yunanlıların kabul ettiklerine göre kader; Patroklos’un Hektor tarafından öldürülmesine, Hektor’un Akhilleus tarafından öldürülmesine, Akhilleus’un da kendi payına Paris tarafından öldürülmesine karar vermişti ve bu olaylar dizisini tanrılar bile değiştiremezdi (Horner ve Westacott, 2018: 2). Yunan efsanesinde kader o kadar üstündür ki ona tanrıların bile uyduğu söylenir.

Kadercilik bir efsaneye dayanmadan da var olabilir. Kaderciliğin çok genel olarak gelecekteki olayların akışının değiştirilemeyeceğini, olacak olanın olacağını ileri süren görüş olarak anlaşılması da mümkündür (s. 2). Yani bu durumda doğaüstü bir neden göstermeden kader vardır denmektedir. Ancak burada “Neden kader vardır?” sorusuna bir cevap verilmemiştir. İşte felsefede bu soruya akıl yürütmeyle cevap verilmesine, olacak olan her şeyin önceden belirlenmiş olduğu anlamına gelen “belirlenimcilik” adı verilir.

Belirlenimcilik

Belirlenimciliğe göre meydana gelen her şey, daha önce gelen nedenler tarafından belirlenmiştir. Burada “belirlenmiştir” kelimesi iki olay veya şeylerin iki durumu arasındaki bir ilişkiye işaret etmektedir. A’nın B’yi belirlediğini söylemek hem A’nın B’nin nedeni olduğunu hem de A’nın B’yi zorunlu kıldığını (yani A bize verildiğinde B’nin onu takip etmesinin zorunlu olduğunu) söylemek demektir (s. 3).

Her olayın bir nedeninin olduğu ilkesi, nedensellik ilkesi olarak bilinir. Buna göre örneğin yağmurun yağmasının bir nedeni vardır. Belli hava şartları oluşmuştur sonucunda yağmur yağmıştır. Hatta bu şartlar bilindiği için önceden hava durumu tahminleri yapabilmekteyiz. Hiç kimse yağmurun yağmasının nedeninin olmadığını öyle sadece kendi kendine yağmış olduğunu öne süremez. Bu tüm hayat tecrübelerimize aykırıdır. Başka bir deyişle hiçbir şey nedensiz yere olmaz. Her şeyin bir nedeni vardır.

Nedensellik ilkesinin ilk kez Yunanlılar tarafından teklif edilmiş olan eski bir biçimi “hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağını” söyler. Açıktır ki bu, hiçten ve herhangi bir neden olmaksızın birdenbire varlığa gelen şeylerin imkânını da dışarı atmaktadır (s. 3).

Dünyada var olan ve hareket eden her şeyin bilgisine sahip inanılmaz derecede güçlü bir bilgisayar olduğunu farz edelim. Bu bilgisayar her şeyin bilgisine ve dolayısıyla nedenine sahip olduğu için onların doğuracağı sonuçları da nedensellik ilkesine göre görmüş olmaz mı? Bu durumda bilinemez, belirlenmemiş bir gerçeklikten söz etmek doğru olmaz. Aslında her şey belirlidir. Yalnızca bunu hesaplayabilecek bir aracımız yoktur. İşte bu argüman reddedilmesi oldukça güç bir argümandır. Ancak günlük hayattaki özgür düşüncelerimize dair olan inancımız nasıl yanlış olur? Eğer yanlışsa ve her şey belirliyse bu dünyada sorumluluktan, haktan, adaletten ve hatta yaşamaktan söz edilebilir mi?

Belirlenimciliğin Eleştirisi

Belirlenimcilik kendi içerisinde tutarlı gözükmektedir. Onun doğru olmasının korkunç sonuçlar doğuracağı eleştirisi onun yanlış olduğu anlamını çıkarmaz. Buradan yalnızca onun çok kötü bir doğru olduğu gerçeği çıkar. Ancak belirlenimciliğe felsefi bir karşı çıkış mümkündür.

Eğer belirlenimciliği savunmaları son tahlilde sadece uzun bir nedensel zincirin önceden belirlenmiş bir sonucu ise onların belirlenimciliğe inançlarına neden değer vereceğiz? Eğer onların kendileri akılsal iknayı sadece bir nedensellik biçimi olarak tasarlıyorlarsa onların kanıtlarını neden ciddiye alacağız? (s. 10). Başka bir deyişle belirlenimcilerin dedikleri, bilmediğimiz birçok nedenin sonucu olarak çıkmıştır ve bu nedenleri neden doğru kabul etmek zorunda olalım? Sonuç olarak apaçık bir gerçek ortaya koyulmadı, belki de belirlenimciler onlara neden olan şeyler yüzünden yanılıyordur ve farkında bile değillerdir.

Belirlenimciliğe Karşı Özgürlük

Yazının başından itibaren anlaşılacağı üzere bu konu için seçim özgürlüğü günlük hayattaki pratik özgürlükten farklı, felsefi bir anlamda kullanılmıştır. Yani örneğin pandemi dolayısıyla evden dışarı çıkma yasağının gelmesi bizim tüm pratik özgürlüğümüzü kısıtlamıştır ama yine de yaptıklarımızda felsefi anlamda özgürüzdür yani kimse bizim ne düşüneceğimizi “belirlemez”. Dolayısıyla özgürlük kullanımından felsefi anlamda seçim özgürlüğü anlaşılmalıdır.

Özgürlüğün en büyük zorluğu belirlenimcilerin savunduğu ve arkasına bilimin de gücünü alan nedensellik ilkesidir. Çünkü nedensel bir olaylar akışına baktığımızda özgür bir seçim olması demek neden sonuçların durup yeni bir neden başlatıcı hareketin olması anlamına gelir. Sadece bu neden özgür, bir şeyi o değiştirdiği için sorumlu olabilecek bir seçim olabilir. Ancak nedensiz bir şeyin olmadığını biliyoruz.

Özgürlük Duygusu

Özgür irade ve belirlenimcilik tartışmasının ortaya koyduğu Gordiyon düğümünü çözmenin bir yolu cesur bir şekilde özgürlüğün varlığını tasdik etmektir. Gerçekten de metafizik özgürlüğün yirminci yüzyıldaki en tanınmış savunucularından birinin, Fransız filozofu Jean-Paul Sartre’ın benimsediği tutum bu olmuştur (s. 16).

Sartre, özgürlüğün var olup olmama tartışması şöyle dursun insanın özgürlükten meydana geldiğini savunur. Bunu da aklımıza gelebilecek her konudaki farklı seçim şanslarımızın olması zorunluluğuna bağlar.

“İnsan özgürlüğe mahkumdur.” (Jean-Paul Sartre)

Jean-Paul Sartre (1905-1980)

İnsanın özgür olmaktan başka çaresi yoktur. O hep bir şeyleri seçmek zorundadır ve onun sayısız sonuçlarına katlanmak zorundadır. Bu yüzden Sartre, özgürlüğü insanın taşımak zorunda olduğu yükü olarak görür. Örneğin bu konu için bile bakılırsa belirlenimciliği kabul etmekte veya reddetmekte bile bir seçim yapmak durumunda kalırız.

Sartre özgürlüğümüzü yüzümüze vursa da hâlâ tam olarak özgür bir seçimin nasıl gerçekleştiğini bilmiyoruz. Çünkü özgür bir seçimin gerçekleşmesi için zihinsel bir isteğin fiziksel bir olayı harekete geçirmesi gereklidir. Aksi halde neden sonuç ilişkilerinde devam eden fiziksel bir hareketin varlığı dışında bir şey yoktur. Bu durum zihin felsefesinde çok tartışılan bir meseledir.

Felsefede sık sık olduğu gibi bir problem başka bir probleme götürür. Özgür irademiz olup olmadığı sorusunun zihin ve bedenin birbiriyle ilişkisinin ne olduğu sorusuyla bağlantılı olduğu ortaya çıkar (s. 18).

Yazar: Eser Bektaş
Editör: Dila Taşdelen

Kaynakça:

  • Arslan, A. (2021). Felsefeye Giriş (30. Baskı). Ankara: Serbest Akademi.
  • Horner, C., Westacott, E. (2018). Felsefe Aracılığıyla Düşünme (5. Baskı), (A. Arslan, Çev.) Ankara: Phoneix.
  • Sartre, J. P. (2016) Varoluşçuluk (A.Bezirci, Çev.) Ankara: Say.

Görsel Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Eser Bektaş
Eser Bektaş, 1998 yılında Trabzon'da doğdu. 2021'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun oldu. Şu anda Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi almaktadır. Felsefe, kültür ve tarih ile ilgili okumalar yapmayı sever. Yaptığı okumalardan hoşuna giden ve önemli gördüğü konuları MozartCultures'ta kaleme alır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.