İbn Haldun’un Özgünlüğü

İbn Haldun’un Özgünlüğü

“Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi.” (Toynbee, 1955, s.322)

Ünlü İngiliz tarihçi Toynbee (1889-1975)’nin İbn Haldun üzerine söylediği bu cümle, onun dünya tarihçiliği içinde ne kadar değerli olduğunu gösterir. İslam kültür ve felsefe dünyasının belki de en özgün içeriği İbn Haldun’a aittir. Çünkü tüm İslam felsefesi genel olarak Antik Yunan felsefesinin yorumlanışı veya eleştirisi üzerinedir ancak yazının ilerisinde de anlaşılacağı üzere İbn Haldun’da Antik Yunan felsefesinden daha yeni, kendine özgü düşünceler vardır.

 İbn Haldun’un Hayatı

İbn Haldun Orta Çağ’ın sonunda 1332-1406 yılları arasında yaşamıştır. Doğumundan itibaren ömrünün uzun bir bölümünü Tunus’ta geçirmiş ve daha sonrasında Kahire’ye yerleşmiş; orada yaşamı son bulmuştur. Birçok devlet insanı ve bilim insanı yetiştiren soylu bir aileye sahiptir. Çok yönlü bir insan olan İbn Haldun da hem devlet insanı hem tarihçi hem de bilim insanıdır. Yirmi yaşından kırk yaşına kadar danışmanlık, vezirlik, büyükelçilik gibi çeşitli idari görevler yapmıştır. Kırk yaşından sonra ise edindiği pratik siyasi tecrübeyle birlikte entelektüel çalışmalarına ağırlık vermiştir.

Yaşadığı Döneme Karşı Entelektüel Tutumu

İbn Haldun, İslam dünyasının 12. yy’dan önceki tarih çalışmalarını beğense de kendisine kadar olan yaklaşık iki yüz yıllık dönemde iyi bir tarih çalışması olmadığını düşünür. Hatta günümüzdeki genel yargı gibi 12. yy’dan sonra İslam dünyası adına genel olarak her alanda bir gerilemenin, bir yozlaşmanın olduğunu düşünür. İbn Haldun bu gerilemenin kendi yaşadığı alan olan Kuzey Afrika için de geçerli olduğunu düşünür. Bu yüzden Kuzey Afrika’daki son iki yüz yıllık siyasi ve sosyal önemli değişimlerin tarihsel olarak iyi bir biçimde ele alınması gerektiğini vurgular. Bu nedenlerden ötürü İbn Haldun Kuzey Afrika’daki Araplar ve Arapların oraya gelişinden önce orada bulunan yerliler (Berberiler) ile ilgili olan evrensel bir tarih kitabı yazar. Bunun dışında farklı konularda da birçok kitap yazmıştır ancak onun en önemli eseri bu evrensel tarih kitabı Kitâbu’l-İber (İbretler Kitabı)’dir. Asıl olarak İbn Haldun’a özgünlüğünü veren ise bu tarih kitabının giriş bölümü olan dünya çapındaki eseri Mukaddime’dir.

Kaynak Problemi ve Sosyolojinin Kurulması

Tarih yazarlığında, alınan bilginin kaynağı doğal olarak çok önemlidir. Çünkü tarihî bilginin hakikati bu bilgilere bağlıdır. Buna karşılık İbn Haldun’un da belirttiği üzere kaynaklar genel olarak olayları olduğundan daha abartılı ve yanlış bir şekilde anlatır. Örneğin tarihin ilgi çekici olması açısından sözlü kaynaklar genelde abartılmış bilgiler içerir. Bunun dışında, kaynakların genel olarak siyasi baskı altında olduğu söylenebilir. Bu durumu çoğu ülke için günümüzde de görmekteyiz. Yine daha temel olarak aynı olay üzerine farklı kültürlerin ve dinlerin farklı tarih yorumları yanlış bilgilere sebep olabilir. Kısacası tamamen kaynaklara yani insanlara güvenmek, kişiyi hakikatten uzaklaştırabilir. Bu problem üzerine İbn Haldun doğru bir tarih kitabı yazabilmek için yazılı veya sözlü kaynaktan başka bir şeye ihtiyaç duyar. İhtiyaç duyduğu bu şey kendisinin oluşturduğu ve umran ilmi dediği günümüzdeki sosyoloji bilimidir.

Sosyoloji sayesinde kaynaklarda bahsedilen tarihsel olayların toplumun bilimine, tecrübesine uygun düşüp düşmeyeceği kontrol edilerek olayların doğruluğuna karar verilebilecektir. Örneğin güçlü bir aileye sahip olmayan birinin bir zamanlar bir devleti yönettiği bilgisi yanlıştır. Çünkü devlet yönetmek toplumla güçlü ilişkilerde bulunmayı gerektirir, bunu da ancak güçlü ve zengin aileler yapabilir. Bu basit örnekte olduğu gibi İbn Haldun’a göre tarihsel olay ancak toplumun doğasıyla ve kanunlarıyla bir bilinebilir.

Tarihe Yeni Bir Bakış

İbn Haldun, Kitâbu’l-İber’in ikinci bölümündeki Arapların Tarihi ile üçüncü bölümündeki Berberilerin Tarihi’ni anlatabilmek için kitabın ilk bölümünde yeni yaratılan sosyoloji bilimini açıklar. Ön söz anlamına gelen “mukaddime” adındaki bu giriş bölümü İbn Haldun’un o zamana dek görülmemiş bir biçimde tarihi ve toplumu bilimsel olarak ele alışını içerir.

Büyük filozof Aristoteles’e göre tarihin biliminden söz edilemez çünkü tarihteki hiçbir olaydan tümel olarak bahsedilemez, her olay biriciktir ve kendine özgüdür. Bilim ise tümeller ile ilgilidir. Örneğin Ahmet ölümlüdür. cümlesi bilimsel olmazken bütün insanların ölümlü olması bilimseldir. Bu yüzden Aristoteles tarihten, tarihî tikel olaylar olarak bahsedilebileceğini ancak tarih biliminden bahsedilemeyeceğini düşünür. Ancak İbn Haldun, Aristoteles’ten yaklaşık 1.700 yıl sonra onun yarım bıraktığı bir konuyu tamamlamış gibidir. Aristoteles’in felsefesindeki bilimselliği, nedensellik ilkelerini, her şeyin doğasının ve özünün olduğu görüşünü tarihe uygulayabilmiştir. Ona göre eşyanın doğası olduğu gibi toplumun da bir doğası vardır. Nasıl ki muma her ateş tuttuğumuzda mum yanıyorsa toplumun da kendi içerisinde böyle bir düzeni, kanunları vardır.

Toplum ve tarih alanındaki özgün görüşüyle İbn Haldun, Antik Yunan ve sonrasında gelişen tarih anlayışına çok önemli bir bakış açısı katmıştır ve onun kurduğu “umran ilmi” 19. yy’da akademik bir disiplin olarak sosyoloji adını almıştır.

 

Yazar: Eser Bektaş
Editör: Emine Türal

 

Kaynakça:  

Görsel Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Eser Bektaş
Eser Bektaş, 1998 yılında Trabzon'da doğdu. 2021'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun oldu. Şu anda Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi almaktadır. Felsefe, kültür ve tarih ile ilgili okumalar yapmayı sever. Yaptığı okumalardan hoşuna giden ve önemli gördüğü konuları MozartCultures'ta kaleme alır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.