Kavga Etmek Yerine Küfreden İnsan

15.04.2021
Kavga Etmek Yerine Küfreden İnsan

“Karşısındakine taş yerine hakaret savuran ilk insan uygarlığın kurucusuydu.” Dr. John Hughlings Jackson*.

Sigmund Freud’un The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud  adlı eserinde kullandığı bu cümlede, taş atmakla hakaret etmenin arasındaki ayrımın uygarlıkla ilişkilendirildiği söylenebilir. Yani taş atmak yerine hakaret eden insan uygarlığı mı tercih etmiştir? Taş atmakla hakaret etmek arasında nasıl ve ne yönden fark vardır? Hakaret etmeyi taş atmaya yeğleyen bir insan neden böyle bir seçimi nedeniyle uygar olabilir?

Canlı, dürtü olarak adlandırılan içsel itkileriyle beraber, agresyon yahut cinsellik içeren belli eylemlere yönelir. Bununla birlikte ve bunların tetikleyicisi olarak dinamik bir uyarım kaynağı, enerji hisseder. Dürtü, dışarıdan gelen tekil uyarıcıların yol açtığı uyarımdan farklı olarak vücutta bulunan ve sürekli akan bir uyarım kaynağının ruhsal temsilcisidir ve ruhsal olanla fiziksel olan arasındaki bir sınır çizgisi gibidir (Freud, 2018 s.86). Dürtünün etkilenip oradan beslendiği, bir yarısı fiziksel olan taraftayken ruhsal yapı üzerinde bir iş yükü talebi olarak canlıyı etkilediği tarafta da diğer yarısının yer aldığı ve tam olarak sınır çizgisinde işlev gördüğü söylenebilir. İçgüdünün kaynağı, bir organda ortaya çıkan bir uyarılma sürecidir ve dolaysız amacı bu organik uyarımın ortadan kaldırılmasıdır. Dolayısıyla içgüdüler, organda ortaya çıkan uyarılma sürecinin etkisiyle ruhsal yapıda konuşan bir sözcü ve bir iş yükü talebi olarak canlıyı yönlendiren bir yapı olarak da nitelendirilebilir. İşte tam da burada, deyim yerindeyse, içgüdülerin ruhsal yapıdaki sözcülüklerinin ve dolaysız amaçları olan organik uyarımın ortadan kaldırılma biçimlerinin niteliği konusu, uygar olanla olmayan yahut insanı insan yapan, onu hayvanın yaşam örüntülerinden ayıran çeşitliliğini açıklamada bize yardımcı olabilir. Peki insan, tabiri caizse onu dürtüp devamlı uyaran bu dürtülerinin organik uyarımı ortadan kaldırması yönündeki talebine ne tür dönütler verir?

Uygarlığın Farkı

İnsan ve hayvan arasındaki fark, belki de insanı hayvandan ayırıp uygarlıkla bağdaştıran fark, dürtülerin doyum sağlama yani organik uyarımı ortadan kaldırma amacıyla ruhsal yapı üzerindeki iş yükü talebine verilen dönütün niteliğinde görülebilir. Bu noktada, hayvanda içgüdüsünün yarattığı gerilimle beraber, bu gerilime karşı verilen cevap, gerilimin nasıl giderilip doyumun sağlanacağı konusu insana kıyasla çok daha az değişen, dışsal deneyimlerden çok daha az etkilenen, kalıplaşmış ve doğuştanlık içeren bir yapıdayken; insanda ise dürtü esas mahiyette bir enerji kaynağı, gerilim yaratıp doyum ihtiyacı duyan bir uyarılma durumudur.

Uyarılma durumuna karşı doyum sağlayacak eylemin nasıl olup objesinin ne olacağının kararı sabit ve kalıplaşmış olmayıp bireyin iradesiyle de belirlenen aynı zamanda çevresiyle de gelişip değişen bir niteliktedir. Belirli bir motor yanıt veya tepki biçimi yoktur.Uyarılma durumuyla birlikte gelişen hareket etkinlikleri (beslenme ve seks örüntüleri, davranış biçimleri) ego tarafından belirlenir, şekillendirilir ve uygulanır. Ego, hayvanların içgüdülerinde de olduğu gibi önceden belirlenmiş bir yanıt yerine deney ve düşünce ile değiştirilebilen tepkiler verme olanağını bireye verir. Ego sayesinde bireyin dürtülerine karşı sonsuz reaksiyonu mevcuttur. Bu reaksiyonlar ego tarafından dış gerçeklik, ortam, zaman, etik vb. birçok veriyle birlikte değişebilir, o an için en uygun olana karar verilmeye çalışılır. Yani insanın dürtüsünün en değişken bölümü de amacına ulaşabilmesi için gereken şey olan objesidir. Bazen birey, agresyon dürtüsünün doyumu ve aynı zamanda toplumsal açıdan kabulü için agresyonuna uygun bir spora yönelebilir, bazen ise cinsellik dürtüsünün yarattığı gerilimi ortadan kaldırmak için bir şeyler izleyerek doyum sağlayabilir. İşte insandaki egonun dürtülerini tatmin edebilmek için dış gerçekliği, süperegosunun ahlaki ilkelerini işin içine katıp düzenlemeler yapmaya çalışması, dürtülerle dış gerçekliğin veya süperegonun çeliştiği durumlarda dürtüleri erteleyip, dönüştürüp veya yüceltebilmesi becerisi insana özgüdür ve bu yeti insanın işlevselliğini artırarak daha konforlu bir hayat sürmesine olanak tanır. Zira bu hayatın daha da konforlu, bireyin daha da işlevsel bir yaşamının olması da idin (dürtü), egonun ve süperegonun ne düzeyde uyumlu işlediklerine bağlıdır. Kısaca ego, idden gelen uyarımı algılayıp maddi koşulların buna elverişli olup olmadığını değerlendirir ve en uygun objeyi araştırmaya başlar. Zayıf bir ego maddi koşulları yeterince iyi değerlendiremez ve bunu önemsemez. Bununla birlikte egonun işini iyi yapamamasından ötürü de birey, tıpkı her istediği o an olsun isteyen, sabırsız, anında doyum arayan bir çocuğa benzer bir hâlde, idin gücüne teslim olur; dürtülerinin anında doyurulmasını isteyip etrafına düşüncesizce müdahale edebilir. Örneğin böyle bir birey, cinsel çekim duyduğu birine karşı yol yordam bilmeden yaklaşabilir; öfkelendiği zaman karşısındakinin kim olduğuna, haklıya haksıza bakmadan hareket edebilir hatta karşısındakiyle kavga bile edebilir.

Yani makalenin başında söz edilen uygarlığın kurucusu kişi, karşısındakine öfkesi neticesinde taş atmak yerine dış gerçekliği göz önünde bulundurarak dürtü objesini dönüştürmüş ve hakaret etmenin daha işlevsel olacağını öngörmüş olabilir. Bu sebeple belki de mağlup ayrılacağı bir kavgadan kurtulmuş, doyum arayan dürtülerini daha işlevsel bir şekilde tatmin edebilmenin yolunu keşfetmiştir. Örneğin, işlevsel bir egoya sahip bu kişi, cinsel ilişkiye girmenin ayıplandığı bir toplumda, arzuladığı kişiyle doğrudan ilişkiye girmek yerine, yine insan egosunun marifetiyle ortaya çıkmış, belki de dönüştürülmüş bir dürtü objesi olarak nitelendirebileceğimiz evlilik kurumunun yolunu tutarak cinsel ilişkiyi “normal”leştirip maruz kalacağı yıkıcı etkilerden kurtulmuş olur.

Freud’un meşhur atfındaki kişi, hakaret etmeyi taş atmaya yeğleyen insan, bu seçimi nedeniyle uygar olarak nitelendirilir. Çünkü dürtülerini hayvanlarda olduğu gibi kalıplaşmış, değişmez örüntülerle değil; deney ve düşünce ile değiştirilebilen bir hâlde değerlendirip daha işlevsel formlarla tatmin edebilmesinin yolunu açmıştır. Doyum arayan dürtülerine karşı sonsuz reaksiyon geliştirip dürtü objelerini çeşitlendirebilmeyi bilen Homo sapiens sapiens, değişken şartlar altında daha iyi yaşamanın yollarını arar hâlde dinamik bir kültürün yaratıcısıdır.

*Birçok yerde Sigmund Freud adıyla kullanılan bu sözün Freud’a ait olduğu sanılsa da aslında bu söz, Nörolog John Hughlings Jackson’a aittir. Freud, bu cümleye yalnızca bir eserinde yer vermiştir ve esasen bu kadar meşhur olması da Freud’un bu atfıyla alakalıdır.

Yazar: Süleyman Kıllı
Editör: Başak Tufan

Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Süleyman Kıllı
Süleyman Kıllı, 1997 yılında Erzurum’da doğdu. Antalya’da yaşamaktadır. Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünden mezun olmuştur. İlgi alanları arasında mesleği gereği ve akademik olarak takip ettiği bilim dalı olan psikoloji dışında sanat, edebiyat, felsefe ve tarih gibi çeşitli alanlar bulunmaktadır. MozartCultures’ta danışma psikolojisi, gelişim psikolojisi ve derinlik psikolojisi başta olmak üzere psikolojinin birçok alanında makaleler yazmaktadır.
YORUMLAR

  1. Fatih Türkücü dedi ki:

    Çok güzel bir makale olmuş. Keyifle okudum.