Nevroz Bir Hükümdar Portresi: Sultan İbrahim

27.12.2018
Nevroz Bir Hükümdar Portresi: Sultan İbrahim

Sultan İbrahim, gerek hüküm sürdüğü dönemde olmuş olaylardan, gerekse de şahsiyeti itibari ile Osmanlı tarihinin en ilginç karakterlerinden birisidir. 1640-1648 yılları arasında 8 sene hüküm sürmüştür. Ağabeyi IV. Murad’ın diğer 3 kardeşini katlettirmesiyle, kendisinden başka taht varisi olmadığı için, 25 yaşındayken tahta çıkmıştır.

Şehzadeliği ve Tahta Cülûsu:

 I. Ahmed’in saltanat makamına çıkan üç oğlunun sonuncusu olup, 12 Şevval 1024/4 Kasım 1615’te doğdu. Annesi Kösem Mahpeyker Sultan’dır. Sarayda iyi bir eğitim gördüğüne şüphe yoktur. Tahta geçtiğinde  yirmi beş yaşında olan İbrahim’in  şehzadelik yılları Osmanlı sarayının en karışık dönemine rastlar. Babasının genç yaşta vefatından sonra padişah olan amcası Mustafa’nın (I.) aklî dengesizliğinin beraberinde getirdiği bunalım yılları, ağabeyi II. Osman’ın tahttan indirilip feci şekilde katli, diğer ağabeyi IV. Murad’ın saltanatının ilk on yılında karşı karşıya kaldığı sıkıntılar ve idareyi tam anlamıyla ele aldıktan sonra başvurduğu son derece sert ve kanlı tedbirler, daha çocukluk ve gençlik döneminde iç dünyasını derinden etkiledi. Bu zor yıllarda şahit olduğu hadiseler, karşı karşıya kaldığı ölüm tehlikesi, oldukça hassas bir yapıya sahip bulunduğu anlaşılan İbrahim’in ruhi dengesini sarstı. Özellikle, IV. Murad’ın saltanatı sırasında önce saraya dayanan âsilerin talepleri üzerine kardeşleriyle birlikte onlara gösterilme hadisesi, arkasından kardeşleri Bayezid ve Süleyman’ın boğdurulması (1635), sonra da Bağdat seferine çıkılırken hayatta kalan ana-baba bir kardeşi Kasım’ın bir dedikodu sonucu idam ettirilmesi (1638), böylece sıranın kendisine geleceği endişesi sinirlerinin daha da bozulmasına yol açmış olmalıdır. Ancak, IV. Murad’ın oğullarının çok küçük yaşta ölmüş olmaları sebebiyle hanedanın yegâne varisi haline gelmesi, padişahın hastalığının da tedavi edilemez bir durumda bulunup hayatından ümit kesilmesi ona muhtemelen aklından bile geçirmediği saltanatın yolunu açmakta gecikmedi.

Hosmanus Imperatoris Ibrahim Filivs -Johann Peter Lotichius

Kesin olarak doğrulanamayan bir rivayete göre, IV. Murad ölüm döşeğinde iken hanedanın hayatta kalan tek erkek üyesi İbrahim’i öldürtmek için Şeyhülislam Zekerriyazade Yahya Efendi’den fetva almış, ancak Kösem Sultan bunu önlemişti. Bu rivayeti aktaran Du Loir, onun yakın nedimlerinden Mustafa Paşa’yı kendi yerine getirmek tahayyülünde olduğunu dahi yazar. Yine IV. Murad’ın son anlarında İbrahim’in öldürülüp Kırım Hanı’nın tahta çıkarılması yolundaki vasiyetinin de Kösem Sultan tarafından önlendiği rivayet edilir. Söz konusu dedikoduların o dönemde hayli yaygın olduğuna şüphe yoktur. Habsburg elçisi Schmid de IV. Murad’ın “İbrahim ölsün ve Osmanlı Devleti benden sonra yok olsun” dediğini belirtir. Bu rivayetler şüpheli görünmekle birlikte, bunun IV. Murad’ın ölüm döşeğinde hastalığının tesiriyle (Nikris hastasıydı) gördüğü halüsinasyonların yansıması sonucu doğru olma ihtimali, İbrahim’in tahta cülûsundan hemen sonra Rodos’ta sürgünde bulunan eski Kırım Hanı Şahin Giray’ın, hanedanın “kuş” adını taşıyan biri tarafından çok zor durumda bırakılacağı kehaneti öne sürülerek idam edilmiş olmasından ve ardından Silahdar Mustafa Paşa’nın ortadan kaldırılmasından ötürü kuvvet bulmaktadır.[1]

IV.Murad öldükten sonra, Darusaâde ağası İbrahim’e gidip “Mubârek başınız sağ olsun, kardeşiniz vefat etti, taht-i saltanat sizindir” müjdesini verdi. İbrahim ise hayatı için korkup “Siz bana mekr u âl idersiz, bana taht ve saltanat gerekmez, karındaşım sağ olsun, benden ne istersiz?” diye çıkmak istedi. O zaman annesi Kösem Sultan kendisi gelip “Arslanım başın sağ olsun,  gel çık” diye onu tahta davet etti. İbrahim korkudan çıkmadı, yemin ettiler, yine çıkmadı. O zaman vâlide sultan ve ağa kollarına girip zorla odadan dışarı çıkardılar. Kapıda Veziriazam Kara Mustafa duruyordu, ağa uzaklaşmasını istedi, çünkü o kapıya yalnız idamları yerine getiren bostancıbaşı gelirdi. İbrahim’i Murad’ın cesedinin yattığı odaya götürdüler, o hâlâ, “Hile ve âl idersiz” diye karşı koyuyordu. Cesedin yüzünü açtılar. Taht odasına yöneldiler. İbrahim, bir kez daha dönüp kardeşinin gerçekten ölü olduğunu görmek istedi, bu defa gözyaşlarına boğuldu. [2]

Dönemindeki Olaylar:

Sultan İbrahim’in sekiz yıl süren (1640-1648) saltanatı sırasında gerek dış  gerekse iç olaylar bakımından bir öncekine göre daha sakin dönem yaşanmıştır. Özellikle saltanatının ilk dört yılı kaynaklarda dirayetli, iyi bir idareci olarak takdim edilen Veziriazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa sayesinde oldukça istikrarlı ve huzurlu geçti. Saltanatının Girit  seferinin açıldığı 1645 yılına kadar geçen döneminde önemli bir dış gelişme meydana gelmedi. 1641’de İran elçisi gelerek cülûs tebrikinde bulundu ve önceki anlaşmalar yenilendi. Öte yandan, Habsburglar’la 1606 yılında yapılan Zitvatorok antlaşması yenilendi (1642). Bu dönemdeki dış gelişmeler arasında, Otuz Yıl Savaşlarıyla (1618-1648) sarsılmış olan Habsburglar’ın 1644-1645’te Fransızlar tarafından sıkıştırıldıkları çok zor bir devrede gönderdikleri elçilik heyetinin Osmanlıların yeni bir Avrupa seferine çıkmaması için giriştiği diplomatik faaliyetler önemli bir yer tutar.

1641 Temmuzunda Kızlar Ağası Sümbül Ağa’nın kalabalık maiyeti ve kıymetli eşyalarıyla Mısır’a giderken Girit yakınlarında Kerpe adası önünde Malta korsanlarının baskınına uğraması, gemilerdeki malların yağmalanması, kendisi de dahil mürettebat ve yolculardan bazılarının öldürülüp bazılarının esir alınması padişahı çok öfkelendirmiş, bunu kimin yaptığını İstanbul’daki elçilere sordurmuş, ardından sefer için donanmanın hazırlanmasını emretmiş ve böylece birden bire Malta ve onun koruyucusu sıfatıyla Venedik ön plana çıkmıştı. Bu seferin sebepleri arasında padişahın şahsî hırs ve öfkesinden ziyade stratejik gerekçeler de ağır basar. Şöyle ki, Girit, Osmanlıların Akdeniz hakimiyeti önünde duran en önemli engellerden biriydi. Osmanlı Sarayı da buranın söz konusu önemini ve özelliğini gayet iyi biliyordu. Nitekim, kısa süreli bir hazırlıktan sonra Serdar Yusuf Paşa’nın kumandasında 4 Rebiülevvel 1055/30 Nisan 1645’te Malta seferi olarak duyurulan harekât için Osmanlı donanması İstanbul’dan ayrıldı.

Sultan Ibrahim Khan
François Hippolyte Lalaisse

Sultan Ibrahim Khan-François Hippolyte Lalaisse

Sultan İbrahim, bu sıralarda ve takip eden dönemde devlet işlerine sırtını çevirmiş, kendini harem hayatının keyiflerine bırakmıştı. Dolayısıyla, bir otorite boşluğu oluşmuş, devlet işleri çığırından çıkmış, sorumsuzca bir çözülme ve yağma dönemi başlamıştı. “Bir ara, saraydaki köşklerin samur kürk ve kıymetli kumaşlarla döşenmesi padişahın fermanı oldu. Sultan İbrahim, pahalı bir parfüm olan anberi çok kullanırdı. Sorumsuz hareketlerine karşı çıkanları azletmiş veya hapse göndermiştir; samur getirmeyen kimseler göreve atanmazdı. Altınlı kumaşlarla süslenen her yerin samur kürkle döşenmesi padişahın emri idi. Şehirde kürk fiyatları hayli artmıştı”.[3]

Öte yandan, İbrahim’in oğlu olmazsa kendisinden sonra Osmanlı hanedanı son bulmuş olacaktı. Devlet erkânı, özellikle Valide Kösem Sultan, İbrahim’e güzel cariyeler takdiminde yarışa girdiler. Her ne kadar bu yolla birkaç şehzâde dünyaya geldi ise de, padişahın yatağını paylaşan haseki kadınların masrafları aşırı bir hale geldi.

Savaş ve Sultan İbrahim’in taşkınlıkları, mali bunalımın ve kargaşanın olduğunu gösteriyordu. Devlet büyükleri iktidarda kalmak için bir yandan Sultan İbrahim’in delice isteklerine baş eğmeye bir yandan da zengin kimselerin miraslarına el koymaya devam ediyorlardı.

Tahttan İndirilmesi ve Katli:

Sultan İbrahim’in hal’i ve katli, devrin kaynaklarında oldukça ayrıntılı olarak anlatılır. Döneme şahit olan Kâtip Çelebi, Vecihi, Mehmed Halife ve bizzat olayların içinde bulunan Karaçelebizade Abdülaziz Efendi olayı anlatmışlardır. Bunlara göre Sadrazam Ahmed Paşa, devlet erkânından tahsil ettiği samur ve amber bedelini Yeniçeri ocağının önde gelen ağalarından da almak istemiş, ancak Bektaş, Muslihuddin, Kara Murad, Kara Çavuş ve Mustafa ağalar vermemek için aralarında anlaşmışlardı. 7 Ağustos Cuma günü sabahleyin yeniçeri odaları yanındaki Orta Camii’de, ağalar ve yeniçeriler bir araya gelmişlerdi. Ardından saraya yönelen topluluk padişahı tahttan indirmek için harekete geçti. “O esnada, grubun önde gelenleri, Kösem Sultan’a “Padişahın hal’ine ittifak olunmuştur, cumhura muhalefet câiz değildir, büyük şehzade Sultan Mehmed biat için camiye gönderile” diye haber yolladılar. Kösem Sultan ise camide cülûs olamayacağını söyleyerek bunları saraya davet etti”.[4] Nihayetinde Sultan İbrahim tahttan indirilmiş, haremde bir daireye hapsedilmiş, yerine büyük oğlu IV. Mehmed, henüz altı yaşındayken tahta geçmişti.

Oğlu IV. Mehmed’in cülûsundan sonra Sultan İbrahim kapatıldığı odada on gün kadar kalabildi. Kaynaklarda, bir süre gece gündüz “feryâd ü figan”ından bütün saray halkının çok müteessir olduğundan ve bu sebeple adeta diri diri mezara konmuş olan eski padişahı yeniden tahta çıkarma çareleri aradıklarından bahsedilir. Bunu bir tehdit olarak gören özellikle veziriazam ve şeyhülislam, küçük padişahın huzuruna girdiler ve bir hatt-i hümayun ile çıktılar, hatt’ta şunlar ferman olunmuştur:

Pederim İbrahim Han bazı “hevâdârları” yardımıyla bir “fitne ve fesad” çıkarmak üzeredir. Toplumun zarar görmesini önlemek için kendisinin “nokta-i vücudu merkez-i şuhûddan nâbud olup hâr-i âzârı dâmen-i mülkü milletten izale olunsun”.[5]

Sultan İbrahim’in Tuğrası

Sözde küçük sultan, anlaşılması güç bu sözlerle babasının katlini emrediyor. Bu ferman üzerine sadrazam, şeyhülislam, kazaskerler, yeniçeri ağası ile diğer ocak ağaları İbrahim’in odasına gittiler. Veziriazamla şeyhülislamın adamları, İbrahim’in bulunduğu yerin kapısını yıktılar; öldürülmek istendiğini anlayan İbrahim:

nevroz-hukumdar-portresi-sultan-ibrahim

Sultan İbrahim’in Minyatürü-17. Yüzyıl

-“Beni göz göre göre öldürüyorlar, benim iyiliğimi görmüş olanlardan bana acıyacak kimse yok mu?” diye feryada başlamıştı; taş yürekli cellâd Kara Ali bile kaçmış, bir tarafa sinmişti. Veziriazam Sofu Mehmed Paşa, Kara Ali’yi saklandığı yerden çıkararak döve döve Sultan İbrahim’i boğmaya götürdü[6]. Sultan İbrahim, cenaze namazı kılındıktan sonra Ayasofya Camii kapısı yanında bulunan I. Mustafa Türbesi’ne defnedildi.

Şahsiyeti ve İç Dünyası:

Sultan İbrahim, başlangıçta hanedanın tek erkek üyesi olduğundan dolayı annesi başta olmak üzere saray halkı adeta üzerine titriyorlardı. Kendisine sunulan cariyelerle birkaç sene boyunca imtizaç edememesi (iyi geçinmek, uyuşmak) endişeleri haklı çıkardı. Fakat daha sonra alınan türlü tedbirlerle sarayda yeniden çocuk sesleri duyulmaya başlanmıştı. Üstelik padişah Harem’e git gide daha çok kapanıyordu ve kadın düşkünü olmak yanında onlara çok zengin hediyeler, paşmaklıklar vermesi herkesin diline düşmüştü. Öte yandan, “Sultan İbrahim’in ataları gibi zaman zaman avlanmak maksadıyla İstanbul civarında gezmelere gittiği kaynaklarda belirtilir. Ancak herhangi bir silahı iyi bir şekilde kullandığı hiçbir tarihçi tarafından not edilmez. Gittiği yerler arasında Kandilli, İstavroz bahçeleri, Üsküdar sarayları ile Haramidere, Çatalca, Tersane bahçesi ve Beşiktaş Sarayı sayılır”.[7]

Sultan İbrahim hakkında özellikle XX. yüzyıl başlarında bazı tarihçilerin ortaya attığı “Deli” lakabı daha sonra yaygınlık kazanmıştır. Halbuki onun, amcası I. Mustafa gibi bir durumda olmadığı, zaman zaman psikolojik rahatsızlıklar içinde sarsıldığı kabul edilmektedir. Sayısı yüzleri bulan ve bizzat kendi kaleminden çıkmış olan hatlarında ruh halini de aksettiren samimi ifadeleri bu durumun mahiyetini açık olarak ortaya koyar. Sadrazama yazdığı bazı hatlarında mizacının bozuk olduğu, sancıları yüzünden sıkıntı çektiği, iştahsız olup yemek yiyemediği, dizlerinde mecal kalmadığı, başına duman gibi bir nesne yerleştiği, ciğerlerinin sıkıştığı, baygınlıkları geçirdiği, içinin daraldığı gibi şikayetlerde bulunuyor,[8] hekimler ve nefesi kuvvetli hocalar bulunmasını istiyordu.

Bütün bunlardan hareketle, Sultan İbrahim’in saltanatının ilk dönemlerindeki hassasiyetinin meselelerin ağırlaşması ve Harem halkının etkisi sebebiyle giderek kaybolduğu, zamanla bunların yükünü kaldırmakta zorlanıp her şeyi oluruna bıraktığı ve bunalımlarının daha da arttığı söylenebilir.

Kendi vefatından sonra tahta geçen, IV. Mehmed’in (1648-1687), II. Süleyman’ın (1687-1691) ve Sultan II. Ahmed’in (1691-1695) babası olduğu için, Osmanlı hanedanının bir bakıma ikinci müessisi de sayılır.

nevroz-bir-hukumdar-sultan-ibrahim

Kaynakça:

Emecen, M. Feridun, İmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları-II, İSAM Yayınları, İstanbul: Ekim 2016

İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: Ocak 2018

Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi III. Cilt I. Kısım, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: 1973

Sakaoğlu, Necdet, Bu Mülkün Sultanları, Alfa Yayıncılık, İstanbul: Eylül 2015

Uluçay, M. Çağatay, Sultan İbrahim Deli mi Hasta mıydı?, Tarih Dünyası, I/6 (1950)


Notlar:

[1] Emecen, Feridun, İmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları-II, İSAM Yayınları,İstanbul: Ekim 2016, s.323-324

[2] İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye c:2, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: Ocak 2018, s.243

[3] İnalcık, age, s.245.

[4] Emecen, age, s.346

[5] İnalcık, age. S.263.

[6] Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi III. Cilt, I. Kısım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 1973, s.238-239

[7] Emecen, age, s.351.

[8] Uluçay, M. Çağatay, “Sultan İbrahim Deli mi Hasta mıydı?”, Tarih Dünyası, I/6  s.242-243.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.