Rönesans Sadece Avrupa’ya mı Özgüydü?

Rönesans Sadece Avrupa’ya mı Özgüydü?

14. yüzyılın ‘’ilk ışıklarıyla’’ birlikte başlayan İtalyan Rönesansı yalnızca sanat ve bilimler açısından değil, ekonomik kalkınma ve kapitalizmin doğuşu bakımından da ‘’modernitenin’’ ortaya çıkışında bir dönüm noktası olarak görülmüştür. Tarihte önemli bir dönüm noktası olduğuna şüphe yok ama ne kadar eşsizdi? Bu noktada, hem sosyolojik hem de tarihsel çıkarımlar üzerinden ilerleyebiliriz. Her durağan toplum onu yeniden harekete geçirecek bir tür uyanışa ihtiyaç duyar. Bu bağlamda Rönesans’ın kaynağını ve gelişimini daha geniş bir alanda aramak; yalnızca Arap birikiminde değil, Hindistan ve Çin’den de gelen etkili aktarımlarda bulmak gerekir.

Karşılaştırmalı bir açıdan bakıldığında, İtalyan Rönesansı’nın başlıca özellikleri nelerdi?

İlk olarak, hümanistlerin çalışmalarında gördüğümüz gibi, hegemonik bir din tarafından ıskartaya çıkartılmış olan Klasik Çağ birikimine yeniden merak duyulmuştu. Rönesans kavramında ölüler dünyasından geri dönen bir şey vardı. Bir yeniden doğuş olan İtalyan Rönesansı’nda olan buydu: Yalnızca ölüler dünyasından bir geri dönüş değil, aynı zamanda ‘’ölü’’ bir yazının, “yaşama döndürülen’’ klasiklerin de tekrar ilgi görmesiydi. Aydınlanma süreci içinde yavaş yavaş antik dünyanın yerini ‘’modernizm’’ alır.

Avrupa’da yaşayanlar bu değişimden Rönesans olarak bahsetmeseler de bunun önemli olduğunu düşünüyorlardı. Hümanistler antikçağa dönerek bir altın çağ kurmakta olduklarını düşündüler. Tabii ki her şey değişmemişti. Sonraları Roma mimarlığına dayanan yeni bir tarzın ortaya çıkmasına rağmen gotik üslup devamlılığını sürdürdü. Siyasette hükümdarlar, kilise ve halk arasındaki mücadele sürdü. Ekonomi büyüdü. Sanat ve bilim canlandı. Rönesans’ın bu özelliklerinin aniden başka yerlerde çıktığını görmek mümkün değilse de Avrupa’da bile ilk değilken, bu değişimi dünyanın başka yerleri de yaşamış olabilir.

İtalyan Rönesansı, Avrupa açısından tarihsel olarak belli ki eşsizdi. Peki ya sosyolojik olarak?

Bir rönesansın ya da rönesansların belli başlı ayırt edici özelliği vardır: Geçmişe yöneliş ve açılım. Kültürel karşılaştırma açısından bu özellikler tesadüf değildir. Özellikle dini söylemlerde geçmişe yönelmek oldukça mümkündür. İleri gitme konusunda pek yardımcı olduğu söylenemez çünkü muhafazakar ve muhafaza edicidir. Tarihsel açıdan bakıldığında İtalyan Rönesansı açıkça benzersizdi ama yalnızca Avrupa’ya özgü bir deneyim değildi. Böyle dönemler okuryazar toplumların işlevi olduğu için görülmemiş bir şey değildi. Avrupa’da aslında Rönesans ya da “yeniden doğuş” adı verilmiş daha eski örnekler vardı. 8. ve 9. yüzyıl arasındaki Karolenj Rönesansı’ndan ve Bologna’da Roma Hukukunun yürürlüğe girdiği 12. Yüzyıl rönesansından söz edilir. Bu dönemde din adamlarının yanı sıra tüccarlar da okuryazar olma ihtiyacı duydular ve doğuyla ilişkileri, çeşitli kültürel bakış açılarının genişleyip derinleşmesini sağladı. 15. yüzyıla gelindiğinde, Floransa Konsilinin (1438-45) dini ve ticari bir merkez olan Konstantinopolis kentinden Floransa’ya Yunan bilginleri getirmesi, Platoncu olarak anılan Akademinin kurulmasıyla sonuçlandı; bu bilginlerin gelişi sonrasında Yunan birikimi, büyük ölçüde ortadan kalkmış olduğu Latin Batı’da yeniden büyük ilgi uyandırdı. Ceneviz etkisi altındaki Bizans’ın Küçük Asya’da çok daha önce, Dördüncü Haçlı Seferi’nin ardından Paleologos Rönesansı’nı yaşadığı söylenir. Konstantinopolis’teki güzel fresklerle bezeli Kariye Kilisesi de bu dönemde inşa edilmiştir. Bu örneklerin hepsi Hristiyanlıkla sınırlı olsa da İslamiyet de bu gelişmelerde önemli rol oynamış ve hem akademik hem de uygulamalı olarak tıbbın doğuşunu teşvik etmiştir. Bu örneklerin hepsi Hristiyan Avrupa’dan olsa da yalnızca Hristiyanlığa özgü değildi. Sonradan Yunan Konstantinopolis kentini ele geçiren Türkler de Babür döneminde (1483-1530) Timurlu Rönesansı denilen dönemden geçtiler.

Bu olaylarda bizi ilgilendiren ve akademik olarak da üstünde durulması önem arz eden konu rönesansın sosyolojik tanım ve analizleridir. Kültürel yeniden doğuşlar yazılı tarihte çok daha geriye gider. Örneğin Mısır, Mezopotamya ve Hindistan’ın okuryazar kesimlerinde şahit olunan Karanlık Çağlara rastlarız. Fakat bu dönemlerden günümüze ulaşan yazıtlar ve yapılar çok azdır. Sonuç olarak, sıralı bir değişimden bahsetmek mümkün. Mısır ve Mezopotamya örneklerinde, kültürel etkinlik yeniden ortaya çıkmıştır. Yani bir ‘’açılım’’ söz konusudur. Bunun yanı sıra Sümer’in daha kendine özgü bir Karanlık Çağı olmuştu. Sümer ve Akad şehirleri Mezopotamya kralları tarafından birleştirildikten sonra bir açılım ortaya çıkmıştı; çünkü daha öncesinde burada Babil’i kuran ‘’yarı barbar Amorilerin’’ saldırısı olmuştu. Daha yakın zamana gelecek olursak Avrasya’nın okuryazar kesimlerinde açılımlar olduğunu gözlemleyip Japonya ve İran tarihinden bahsedebiliriz. Yine de, Avrupa Rönesansı’nın özel bir yanı vardır; geçmişe yöneliş. Öte yandan, ne İslam’ın ne de Yahudiliğin Avrupa’nın yaptığı gibi yeniden hayata geçireceği kendine ait bir klasik çağ geçmişi vardı. Bununla birlikte, İslam, İran uygarlığı gibi diğer eski uygarlıklarla ilişki kurması bakımından geçmişe döndü.

Rönesans -kolayca yapılan eleştiriler bir yana- genel olarak Avrupa tarihinin püf noktası olmaya devam ediyor. Sadece ‘’yeniden doğuş’’ değil, Avrupa antikçağından kapitalizmine kadar uzanan yolda vazgeçilmez bir adımdı. Dolayısıyla sosyolojik olarak benzersizdi. Peki bunu göstermenin dünya tarihi ve sosyolojisi açısından önemi neydi? Avrupa Rönesansı’nın modern dünyanın oluşumu bakımından ve bu kıtanın dünya meseleleri üzerindeki sonraki hakimiyeti açısından çok önemli olduğu düşünülmüştür. Doğrusu tabii ki önemliydi, çünkü hem ticari hem de entelektüel bakımdan geri kalmışlardı. Artık bu geri kalmışlığı telafi ettiklerini söyleyebiliriz ama aynı zamanda İbrahimi dinlerinin de modernleşme, kapitalizme ve endüstriyel üretime doğru atılım yaptığını gözlemleyebiliriz. Örneğin Çinliler, başta bilim olmak üzere sadece bilgi sayesinde değil, ekonomi, seramik ve bir dereceye kadar ipek ve kağıt üretimi ve dışsatımı sayesinde de bu gibi süreçleri çoktan başlatmıştı.

Sonuca bağlayacak olursak başka okuryazar toplumların da kendi geçmişine yöneliş, kültürel açılım ve rönesans dönemleri oldu. Toplumbilimsel bir perspektiften baktığımız zaman, Rönesanslar birden fazlaydı ve ne ‘’kapitalizm’’ ne de Batı’ya özgüydüler. Avrupa ne bir başınaydı ne de kültürel bir adaydı.

 

Kaynakça:

Toynbee, A. (1946). Tarih Bilinci. E Yayınları.

Beck, H. (1999). Italian Renaissance Painting. Könemann.

Goody, J.(2010). Rönesanslar. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Burckhardt, J. (1990). İtalya’da Rönesans Kültürü. Panama Yayıncılık.

YAZAR BİLGİSİ
Gülendam Dinç
Gülendam Dinç, 1998 yılında Manisa'da doğdu. Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Sanat Tarihi bölümü, 3. sınıf öğrencisi. İzmir'de yaşıyor. MozartCultures'da Sanat Tarihi alanında yazılar yazıyor. İngilizce ve İtalyanca dillerini geliştiriyor. Sanat, sosyoloji ve tarih ile ilgilenerek bunları hayatın genel akışına yediriyor. Müzikle ilgilenmek, okumak ve seyahat edip yeni yerler keşfetmek hobileri arasında.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.